“Rum’dan Şeyh Hacı Bayrâm-ı Velî vâki oldu.
Duâları makbûl azizlerdendi.”
Âşık Paşazâde
13. asır Anadolu'sunda başlayan mânevî fethin, yeni bir insan ve toplum yapısının inşâsının önemli mimarlarından biriydi Yûnus Emre. Bu mânâda onu özel ve özgün kılan yönü tasavvufu bir fütüvvet anlayışı çerçevesinde salt ferdî bir kurtuluş yolu olarak görmeyip toplumsal mânâda bir yol haritası olarak da anlatmasıydı. Dahası bunu Türkçe ile yapmıştı. Böylece bir mektep kurucusu oldu.
Âlim ve Ârif Bir Mürşid
İşte bir sonraki asırda bu mektepten nasiplenen ilk önemli isimlerden biri de Hacı Bayrâm-ı Velî’dir. Muhtemel târihlemeye göre 1352-1430 yıllarında yaşadı. Bu 78 yıllık ömür, bugüne de önemli örneklik oluşturan bir hayat süreci oldu. O her ne kadar Hacı Bayrâm-ı Velî olarak tanınsa da asıl adının Nu'man olduğunu bilmekteyiz. Bu ismin Hacı Bayram şekline dönüşmesi ise mürşidi Somuncu Baba ile bir bayram günü buluşmaları ile ilgilidir. Muhtemeldir ki onun “Bayram’ı imdi Bayramı imdi/Bayram idersin yâr ile şimdi/Hamd ü senâlar hamd ü senâlar/Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm” şiiri bu buluşmanın hâtırası olarak söylenmiştir.
Onun çok küçük yaşlarda eğitime başladığı, Ankara ve Bursa’da önemli âlimlerden tefsir, hadis ve fıkha dâir dersler aldığı, fen bilimleriyle de ilgilendiği, ardından Ankara’da Kara Medrese'de hocalık yaptığı gibi hususlar biyografisinin önemli detaylarıdır. Ama şeyhinden aldığı tasavvufî eğitimle âlim Nûman’dan ârif Hacı Bayram’a dönüşmesi onun asıl hayat hikâyesini teşkîl eder. Bu sürecin hikâyesi ona dâir menkıbelerde anlatılmaktadır. Fakat biz daha çok onu bir Yûnus Emre tâkipçisi bir sûfî-şâir olarak ele almak istiyoruz.
Hacı Bayram, Yûnus Emre’nin vefâtından 32 yıl sonra doğdu. Bu sebeple onu Yûnus Emre’nin en yakın tâkipçilerinden biri olarak görmek gerekir. O da Yûnus Emre gibi önce medrese eğitimi aldı. Çok sayıda talebe yetiştirdi. Bu süreç onun Anadolu ilim hayâtına önemli katkılar yaptığı bir süreçtir. Ardından bu zâhirî bilgiler onu tatmîn etmeyince tasavvufa yöneldi ve Şeyh Hamideddîn Velî’ye (Somuncu Baba'ya) bende oldu. Onun irşad eğitiminden geçerek bu defa hizmetini irfânî anlamda sürdürdü. Yeniden Ankara’ya döndüğünde onu böyle bir eğitimin mürşidi olarak görmekteyiz.
İnsan Yetiştirmeyi Esas Aldı
Onun tasavvuf anlayışında da Yûnus Emre’de olduğu gibi zâhir-bâtın birlikteliği, Hak için halkla berâber olmak esas kabûl edilir. Bu yüzden onda tasavvuf, kişinin sâdece kendi nefsini terbiyesi, kâmil insan olma yolunda kendini inşâ anlayışının ötesinde toplumsal bir mânâ ve özellik de taşımaktadır. Bunu şuradan anlıyoruz: Ankara’ya dönerken şeyhi ona gittiği yerde çiftçilikle uğraşmasını, burçak ve buğday ekmesini söyler. Bu durum onun tasavvufun sahih kollarında görüldüğü gibi “elinin emeğiyle geçinme” anlayışının bir tezâhürü olarak önemlidir. Ama sembolik olarak da tıpkı Yûnus Emre’nin buğday hikâyesinde olduğu gibi farklı yorumlara da imkân verir. Buna göre o, her ne kadar kendi adıyla bir tarîkatın kurucusu ve mürşidi olsa da kimseye “bize gelin” demeden irşad faaliyetini yürütmüştür. Bir tekke kurmamış, bir vakıf tesis etmemiştir. Onun bu kuşatıcı tavrı sonuç vermekte gecikmemiş, etrâfında binlerce bağlısı oluşmuştur. O bu yönüyle de Yûnus Emre’nin “Kamu âlem birdir bize” anlayışının, dönemindeki en mühim temsilcisi olmuştur.
Buğdayın Sırrı
Burada buğday meselesine tekrar dönelim. Buğday tohumu önce toprağa atılır. Tohum toprak altında bir değişim, gelişim süreci geçirdikten sonra toprağın üzerine çıkar. Bu defa güneşle, suyla, hava ile bütünleşerek başak verir ve sonunda adına ekmek dediğimiz aziz bir nimete dönüşür. İşte insanın yetişmesi de böyledir. Seyr ü sülûk sürecinde bir derviş de aynı merhalelerden geçer. Yâni işin özü; nasıl buğday yetiştirerek hem elinin emeğiyle geçinme ve böylece başkalarına muhtaç olmadan yaşama hem de iktisâdî hayâtı geliştirme süreçleri yaşanıyorsa, aynı süreçler insan için de söz konusu edilmekte ve Allâh'a lâyık bir kul Resûlüne lâyık bir ümmet, topluma faydalı birey yetiştirmek amaçlanmaktadır. Bu da tasavvufu hem maddî zâhirî hem de mânevî bâtınî boyutta yaşamak ve yaşatmak demektir.
Hacı Bayrâm-ı Velî, irşad görevini yaparken kendini bir tekkede konumlandırmamıştır. Bir taraftan câmide ders verirken diğer taraftan bulunduğu her mekânda tasavvuf dersleri vererek insanın olduğu her yeri bir tekke olarak görmüştür. Onun adına bir tekke kurulması bile vefâtına yakın dönemlerde olmuştur. Diğer yandan hemen her gün onu Ankara çarşısında ihtiyaç sâhiplerine, fakirlere, borçlulara yardım toplarken görmek, insanlara toplumsal sorumluluklarını hatırlatma ve onlara bu konuda örnek olma noktasında da hayli önemli bir uygulamadır. Yine köylüler ve dervişleriyle burçak toplarken kurduğu imece usûlü çalışma, toplumsal dayanışma dersi ve uygulaması olarak da önem taşımaktadır. Bütün bunları söylerken bu uygulamanın bir ahîlik uygulaması olduğunu ve Ankara’nın bir ahî şehrine dönüştüğünü de hatırlamak gerekir. Böylece onun da bir ahî büyüğü olduğu burada söylenmelidir. Bu durumun şöyle bir özel tarafı da vardır: O dönemde Orta Asya’dan gelen Türk göçerler bu uygulama ile yerleşik hayâta geçmiştir. Onların tarıma yönlendirilmeleri ve bu işi imece usûlü ile yapmaları, birlik dirlik ve iktisâdî hayat açısından önemli görülmelidir.
Fetret Devrinin Birleştirici İsmi Oldu
Hacı Bayrâm-ı Velî’nin böylesine toplumsal hayâtın içinde insan yetiştirme merkezli bir eğitime yönelmesinin bir önemli sebebi yaşadığı devrin hâlidir. O dönem Fetret devridir. Yıldırım’ın Ankara savaşında Timur’a mağlûb olmasıyla başlayan bu süreç, ortaya bir bekā sorunu çıkarmış, dirlik, birlik, düzenlik bozulmuştur. Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin bin bir emekle kurduğu devlet, siyâsî çatışmalarla çatırdamaya başlamıştır. Şehzâdeler arası mücâdele toplumu da parçalara ayırmış ve bütün bunların netîcesi olarak inanç ve değerler noktasında da ortaya ciddî sıkıntılar çıkmıştır.
İşte Hacı Bayrâm-ı Velî, bu süreçte toplumun hem itikādî hem siyâsî, hem de ahlâkî olarak yeniden kendini inşâsında önemli bir rol üstlenmiş, mürşidliğini salt mâneviyatla sınırlamayarak toplumsal hayâtın yeniden inşâsı için de gayret göstererek Yûnus Emre’nin misyonunu üstlenmiştir. Ondan farkı bunu Ankara merkezli yapmasıdır. Fakat yetiştirdiği dervişleriyle bu aydınlanmayı bütün bir Anadolu’ya yaymıştır. Yine o da Yûnus gibi bir yol açıcı olmuş, yolunu sürdürecek Akşemseddîn, Ömer Dede gibi önemli isimleri yetiştirmiştir. Onun yolu bu iki isim ile devâm etmiştir. Anadolu'nun mânevî irşâdında önemli hizmetleri olan Yazıcızâde kardeşler (Mehmed ve Ahmed Bican) ve Eşrefoğlu Rûmî de onun halîfeleri arasında adları sayılan şahsiyetlerdir. Bu yolun sonraki yıllardaki en önemli isimleri ise Kayserili İbrâhim Tennurî, Bolulu Himmet Efendi, Üftâde, Aziz Mahmud Hüdâyi’dir. Onların tarîki de her ne kadar tarîkat adları farklı olsa da köken olarak ona bağlıdır.
Şâirliği ve Şiirleri
Bilindiği gibi hemen her sûfî, şiirler söylemiştir. Kimininki Yûnus Emre örneğinde olduğu gibi bir dîvânı dolduracak sayıda iken kimileri ise daha az sayıda şiirler söylemiştir. Sözün burasında işte bu sebeple onun şâirliğinden de söz edilmelidir. O, çok az sayıda şiiri olan sûfîlerdendir. Kaynaklara göre bu şiirler aslında dört tânedir. Bunlar sâde bir Türkçe ile ve hece vezniyle söylenmiş şiirlerdir. Onu Yûnus yolunda bir şâir görmemiz de işte bu sebepledir. Ona âit olduğu düşünülen bu şiirlerden en çok bilineni “N’oldu bu gönlüm n’oldu bu gönlüm Derd-i gam ile doldu bu gönlüm”mısrâlarıyla başlayan şiiridir. Bir diğer şiiri ise “Bilmek istersen seni/Can içre ara cânı/ Geç canından bul ânı/Sen seni bil sen seni” şiiridir. “Benim Maksûdum âlemde/Değildir lâkin illâ hu”, “Hiç kimse çekebilmez/Güçtür feleğin yayı” ona âit olduğu düşünülen diğer şiirlerdir. Bunların dışında sekiz şiirden daha bahsedilmektedir. Bunlar sayıca az olsalar bile Hacı Bayram’ın tasavvufî telakkîsini anlamak için yeterli sayılabilir. Zîrâ tasavvufta işin aslı kendini bilmek, can içinde canı arayıp bulmak olduğuna göre ve bu şiirler de bu düşünceleri taşıdıklarına göre bunlardan Hacı Bayrâm-ı Velî'nin tefekkür dünyâsını anlamak mümkündür. Özellikle “Çalabım bir şar yaratmış iki cihan aresinde” şiiri şehir sembolü ile gönlü, seyr ü sülûk olayını çok derinlikli olarak anlatan bir şiiridir. Bundan dolayı Akşemseddîn, İsmail Hakkı Bursevî, Seyyid Muhammed gibi isimlerce geniş bir şerhe tâbi tutulmuştu. Bu arada kimi kaynaklarda ona âit eser isimlerinden söz edilmekte ise de bu genel kabûl gören bir anlayış değildir. Onun eseri, yazdığı söylenilen az sayıdaki şiirleri ama asıl olarak birleştirici tasavvuf anlayışı ile yetiştirdiği halîfeleridir. Bütün bunlarla bir gelenek oluşturarak Anadolu’da çok müsbet bir hareketin önderi olmuştur.
Hacı Bayrâm-ı Velî, günümüzde de hayâtı, şiirleri ve düşünceleri ile ilgi gören bir isimdir. Bunun en önemli yansıması ise hakkında yazılan kitaplardır. Biyografik/monografik tarzdaki bu çalışmaların yanı sıra onun da Yûnus Emre gibi romana, sinemaya konu olmasıdır. Bu bağlamda burada Mahmut Ulu’nun Hacı Bayram-ı Velî: Aşkın Nefesi, Emine Işınsu’nun Hacı Bayram romanlarını anmış olalım. Hacı Bayram filmlere de konu olmuştur. Bunun son örneği yine Aşkın Yolculuğu Hacı Bayram-ı Velî filmi de 2022 yılında 26 bölümlük bir dizi olarak TRT1’de yayımlanmıştır.
Kaynakça
N. Hayri Azamat, Hacı Bayram-ı Velî maddesi, DİA, İstanbul 1996
Fuat Bayramoğlu, Hacı Bayram-ı Velî, Yaşamı, Soyu, Vakfı, Ankara 1983
Etem Cebeci, Hacı Bayram Velî, Ankara 2020
Kasım 2022, sayfa no: 46-47-48-49
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak