Her şey gözümüzün önünde oluyor. Batı’nın ne denli ikiyüzlü, ne denli ahlâkî değerlerden yoksun bir düzeni tüm dünyâya dayattığını Gazze ve Ukrayna’da olan bitenler üzerinden seyrediyoruz. Sırf Müslüman oldukları için soykırıma tâbi tutulan Gazzeli kardeşlerimizin feryâdı arşı inletirken Siyonist rejime sessiz kalan Batılılar mesele Ukrayna olunca var güçleriyle Rusya’ya tehditler savuruyor. Batı için Gazze’de katledilen on binlerce mâsum sivil hiçbir şey ifâde etmiyor lâkin Ukrayna’da öldürülen üç-beş sivil birdenbire küresel bir sorun olarak görülüyor. Bu sebeple Ukrayna’ya uçak, tank, füze ve milyarlarca dolar yardım sağlanıyor. Aradaki tek fark Ukrayna’da ölen az sayıdaki sivilin Hristiyan, Gazzelilerin ise Müslüman olmasıdır. Cumhurbaşkanımızın uzun süredir dile getirdiği “Dünya beşten büyüktür.” sözü işte bu çarpık düzenin bir eleştirisidir.
Batı dünyâsının bu ikiyüzlü tavrı bugünün konusu değildir. Batı çok üzün süredir çarpık din anlayışı üzerinden düşünüp hareket ediyor. Daha dün Avrupa’nın göbeğinde yāni Bosna’da katliama uğrayan Boşnakların kaderi ile bugünkü Gazzelilerin kaderi aynıdır: Müslüman olmak! Benzer şekilde Afganistan’da, Irak’ta, Sudan’da, Yemen’de, Kıbrıs’ta, Çeçenistan’da yaşananlar aynı kirli düzenin ikiyüzlülüğünden başka bir şey değildir. Bu sebeple Batı’nın ahlâkî normlarını oluşturan kafa yapısını anlamak ve tâbiri câizse kendi göbek bağımızı kendimiz kesmek zorundayız. Şimdi Batı’nın kurduğu bu çarpık düzenin temellerine birlikte göz atalım.
Batı Düşüncesinin Temel Kodları
Aydınlanma çağı denilen dönem Batı’nın tüm dünyâya empoze ettiği bir gurur tablosu olarak sunulagelmiştir. İnsanın sözde tüm bağlarından kurtarıldığı, aklın ve bilimin öncülüğünde hürriyetine giden yolu açtığı iddiasıyla yola çıkan Batı, kendi târihini de bu çarpıtmalar üzerine inşâ etti. Bireyin kutsallığını ve dokunulmazlığını ideoloji hâline getiren Batı düşüncesi yüz yıllar boyunca tüm dünyâyı aldattı. Çünkü Batı medeniyetinin bu iddialarına yakından baktığımızda bahsedilen özgürlüğün sâdece kendinden olanları veya kendisi gibi düşünenleri kapsadığını görürüz. İşte biz buna Batı medeniyetinin özünü oluşturan “vahşî kapitalizm” adını veriyoruz.
Descartes ile başlayıp Leibniz, Herder, Kant, Diderot, Rousseau, Hume, Locke ile şekillenen bu sürece Batılılar “Aydınlanma Çağı” derler. Nihâyetinde 19. yüzyılda Darwin’in teorisiyle ve Comte’un sözde dîniyle sosyal vechesi tahkîm edilen bu anlayış sâdece güçlü olanın ayakta kaldığı bir doğal eleme yöntemini kabûl eder. Yāni Batı medeniyetinin ahlâk normları sâdece beyaz ve güçlü olanı, kendinden olanı özgür birey olarak görür. Bu sebeple de 18. ve 19. yüzyılda yoğunlaşan Afrika’nın sömürgeleştirilmesi sürecini “medenîleştirme” çabası olarak lanse eder. Bu sözde medenîleştirme sürecinde katledilen Afrikalılar’ın 500 milyon, köle olarak farklı kıtalara taşınanların sayısının ise 300 milyon civârında olduğu tahmîn ediliyor.
Müslüman bir denizcinin yardımıyla 15.yüzyılın sonlarında Amerika’yı ve Ümit Burnu’nu keşfeden Portekizliler ile başlayan bu sömürgeleştirme süreci başta Güney Amerika ve Afrika olmak üzere Hint adaları, Cava adaları, Malay adaları, Seylan, Hint yarımadası, Güney Çin ve bölgedeki tüm alt kıta toplumlarını kapsayan bir sömürge ve katliam dönemini başlatmıştır. Bu kan ve zulüm dönemi İspanya, Hollanda, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya ile 1970’lere kadar devâm etmiştir. Yāni Batılıların götürdüğü sözde medeniyet aslı itibâriyle vahşî kapitalizmin “güçlü olan kazanır” ideolojisinin kan ve gözyaşıyla yoğrulmasından ibârettir. Batının sözde medeniyeti bu uzak ülkelerde alınabilecek ne varsa almış, sömürülebilecek ne varsa sonuna kadar sömürmüştür. Batının şimdiki ekonomik zenginliği de büyük oranda bu sömürge dönemine dayanmaktadır.
Erol Güngör “Bir medeniyet her şeyden önce bir değerler, inançlar sistemidir. Müesseseler bu değer ve inançların birer eseri olarak ortaya çıkar.” demiştir. Batı medeniyetinin temeli; pozitivizm, materyalizm, pragmatizm kısacası çıkar üzerine kuruludur. Batının ahlâk anlayışı ise Yahudi Hristiyanlığı (Pavlusçuluk), Roma kānunları ve Yunan düşüncesinin bileşiminden oluşmuştur. Weber’in ısrarla vurguladığı “Protestan Ahlâkı” ise bu değerler dönüştürülerek şimdiki kültürel emperyalizmin doğuşunu sağlamıştır. Başta ABD, İngiltere ve Almanya olmak üzere şimdiki Batılı ülkelerin ahlâkî değerleri bu Protestan ahlâkına dayanır. Sürekli yarış, sürekli yeniyi aramak, sürekli zenginleşmek ve sürekli en güçlü olmak arzusu bu Protestan ahlâkının gereklerindendir. Bu ahlâka göre kazanmak için her şey mubahtır ve zayıf olanın hayat hakkı yoktur. Batı medeniyetinin çıkmaza girmesinin asıl sebebi de işte bu ahlâk anlayışıdır. Yāni servetin belli ellerde toplandığı, geriye kalan kitlelerin ise çok az ile yetinmek durumunda kaldığı, sosyal çalkantıların hiç dinmediği, ruh hastalıklarının çoğaldığı, paylaşmanın, şefkat ve merhametin zayıflık olarak kabûl edildiği bir cinnet hâli.
Yılmaz Özakpınar medeniyeti “rasyonel bir inanç ve ahlâk nizâmıyla, insanı biyolojik bencilliğinin ve bireysel heveslerinin üstüne çıkaran bir ruhsal ve toplumsal yükselişin bilinci” şeklinde izah eder. Yaşadığımız çağda Batı ülkelerinde ortaya çıkan manzaraya bir bakın. ABD’de evsizlerin sayısı 35 milyonu aştı. Brezilya’da başkent dâhil tüm şehirlerde yüzbinlerce evsiz sokaklarda pislik içerisinde hayatta kalmaya çalışıyor. Fransa, İtalya, İspanya, Portekiz, Hollanda gibi ülkelerde de manzara aynı. İnsanlar yerlerde yatan bu evsizlerin yanından âdetâ yokmuşlar gibi geçip gidiyor. Huzur, paylaşılırsa vardır. Bir tarafta zālim, öbür tarafta zulüm gören varsa, huzur her iki taraf için de yoktur. Vahşî kapitalizmin günümüzdeki simgesi ABD’de yaşananlar, Batı medeniyetinin her anlamda çöküşüne işâret ediyor. Çünkü Batı medeniyetinin şu hâliyle kan ve gözyaşından başka insanlığa vereceği hiçbir şey yoktur. İlerleme, bilim ve teknoloji bir araç olmaktan çıkıp amaç hâline dönüştüğünde ahlâkı da çöpe atmış oluruz.
Bir medeniyet her öğesi birbirini tamamlayan âhenkli bir bütündür. Onun için, bozulma nereden başlamış olursa olsun, bir medeniyet çökerken ahlâk iflâs etmiş demektir; adâletsizlik ve sömürü ayyuka çıkmış, inançlar sarsılmış, sosyal dayanışma çözülmüştür. İşte Batı’nın günümüzde yaşadığı ve yaşattığı dram budur. Temeli mal ve servet biriktirmeye, paylaşımı hor görmeye, zayıf olanı ölüme terk etmeye dayalı bu düzenin devâm etme şansı yoktur. Bugün Gazze’de, Yemen’de, Doğu Türkistan’da ve dünyânın dört bir yanında yaşanan zulümler aslında bir çöküşün ayak sesleridir. Kaba güç ile düzeni sağlamaya çalışan ABD’nin durumu hiçbir şekilde sürdürülebilir değildir. Bu tıpkı akıntıya karşı kürek çekmek gibidir. ABD başkanının şahsında cisimleşen bu kirli düzenin huzur adına, insanlık adına dünyâya vereceği hiçbir şey kalmamıştır. Gelecek İslâm’ındır ve Gazze bunun işâret fişeğidir. Çünkü hangi çağda olursa olsun güçlü olan bir süre iktidârını sürdürebilir lâkin savaşı kazananlar önünde sonunda inananlar olacaktır.
Ağustos 2025, sayfa no: 78-79-80
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak