Önemli bir Kur’ân kavramı olan cihâd, sâhip olunan tüm her şeyin Allah (cc) yolunda seferber edilmesi demektir. Cihâd edene mücâhid denir. Cihad, bireysel olmaktan ziyâde sosyal bir kavramdır. Kişinin kendini istikâmette tutma ve bu yolda ilerleme mücâdelesi demek olan nefisle cihâd bile kişi ve nefsi arasında gerçekleşen bir eylemdir. Son dönemlerde bâzı çevrelerce aşırılık, şiddet, kafa kesme, radikalizm gibi nitelemelerle cihad kavramı tehlikeli kavramlar listesine alınmış olsa da, cihad mü’minin aslâ vazgeçemeyeceği bir değerdir.
Kur’ân-ı Kerîm, hakkıyla cihâd etmekten bahseder. Allah uğrunda hakkıyla cihâd edin.1 Cihâdın hakkı, Allâh’ın rızâsını kazanma adına yapılması ve yapılanların Allah yolunda olması; sâhip olunan mal, can, enerji, güç gibi şeylerin bu uğurda seferber edilmesidir. Şâyet yapılan eylem Allah (cc) için olmazsa, O’nun yolunda O’nun ölçüleri doğrultusunda olmazsa yâhud eldeki imkânlar bütünüyle seferber edilmeden yapılırsa cihâda hakkı verilmemiş, hakkıyla cihad yapılmamış olur.
Âyette kastedilen cihad düşmanla yapılan sıcak savaş değil, söz, fiil ve davranışlarda her zaman ve her şartta ihlâslı olmaktır. Bu ise nefisle cihâd ile, hevâ ve heveslere muhâlefet etmekle gerçekleşecektir. Zîrâ ihlâs; kalp temizliği ve nefsin isteklerini kontrol altına almakla gerçekleşir… Bu ikisini gerçekleştiren kişi artık kınayanın kınamasına aldırmaz, ibâdetlerini riyâ ve gösterişten uzak olarak yalnızca Allah için yapar. O’na itâat eder, O’na isyân etmez. İşte bu Cihâd-ı Ekber’dir.2
Yine Kur’ân, Mekke’de inen Furkân sûresi 52. âyetinde Peygamberimize, O’nun şahsında bize Sen inkârcılara uyma, onlara karşı Kur’ân ile büyük cihâd et/olanca gücünle savaş.3 emrini verir. Buna göre Kur’ân’ın en büyük cihâdı, Kur’ân ile yapılandır. Hadiste Büyük Cihâd olarak nitelenen nefisle cihad da Kur’ân âyetlerinden destek alınarak yapılır. Âyette emredilen cihâd, sıcak savaşa izin verilmediği Mekke döneminde müşriklerle dille yapılan cihâdı ifâde etmektedir. Cihâd-ı Kebîr/Büyük Cihâd ifâdesiyle bu mücâdelenin güçlü delillerle, sabır ve kararlılıkla, kesintisiz bir biçimde yapılması istenmiştir. Onun için insanın kendi nefsindeki ve karşısındaki muhâtablardaki şek ve şüpheleri giderme mücâdelesi cihâd-ı kebîrdir. Bunun için dâvetçi, Kur’ân âyetlerinden güç alacaktır, Kur’ân’ın ilâhî delilleriyle beslenecektir.
İslâm’ın muhâtabı bütün insanlık olunca, onun mesajının tüm insanlığa ulaştırılması da bu büyük cihâdın içerisindedir. Nitekim Sahabe bu emri doğru anladığından Peygamberimizin (sav) hayâtında ve vefâtından sonra tüm dünyâya yayılarak ulaşabildikleri her yere bu mesajı ulaştırmaya çalışmışlar ve bu yolda mallarını ve canlarını fedâ etmişlerdir. Çünkü bilgisizlerle delil ve burhanla mücâdele, kılıçla düşmanlarla savaştan daha büyüktür.4 Zîrâ delil ve burhanla mücâdelenin sonucunda muhâtabların hidâyete ermesi vardır. Silahla savaşın sonunda ise insanların öldürülmesi vardır. Bir kişinin hidâyetine vesîle olmaksa tüm dünyâdan ve dünyâlıklardan daha hayırlıdır.
Sırf Allah için, bütün gayretleriyle, doğru bir şekilde dîne dâvet edenlerin sayısının az olduğu dönemlerde Kur’ân’ın bu büyük cihâdını gerçekleştirmek son derece önemli ve fazîletlidir. Nitekim bu âyetten bir önceki âyette Dileseydik, her kente bir uyarıcı gönderirdik.5 buyurulmuştur. Yüce Allah son Peygamberini tüm dünyâya göndermiştir ve kıyâmete kadar da başka bir peygamber gelmeyecektir. Hz. Peygamber’in (sav) hedef kitlesi ise tüm insanlıktır. Biz, seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir...6 Tüm âlemleri uyarmak üzere kuluna hakkı batıldan ayırdeden Kur’ân'ı indiren Allah yücelerin yücesidir.7 Bu görev Peygamberimize ve ondan sonra da tüm İslâm dâvetçilerinedir. Kıyâmete kadar sürecek olan zaman diliminde bütün âleme İslâm dâvetini doğru bir şekilde ve hakkıyla ulaştırmak ise kolay bir şey değildir. Onun için bu görev, büyük cihâd olarak nitelenmiştir.
Her şeyin bir menfaat karşılığında yapılır hâle geldiği günümüzde, yalnızca Allâh’ın rızâsını kazanma adına ve var güçleriyle va’z u nasîhatle Kur’ân’ın mesajını yaymaya çalışanlar ne kadar da azalmıştır! İslâm’ı anlatmanın, dîni öğretmenin bile bir çıkar beklentisiyle yapıldığı bu dönemlerde bu büyük cihâdı üstlenenler ne kadar da azdır! Elbette onların Allah katındaki mükâfâtları da fazla olacaktır. Onların değerini nitelik ve nicelik bakımından tesbît etmek de imkânsızdır.8
Allah yolunda düşmanla savaşmak demek olan kıtâl cihâdın son aşamasıdır. Kıtâl; güzellikle dâvet, uyarı gibi tüm çâreler tükendiğinde, yapılması gereken başka bir yol kalmadığında başvurulan bir yoldur. Bugün bâzı çevreler, cihâd denildiğinde hemen kan dökmeyi anlamaktadırlar. Halbuki sıcak savaş/kıtâl, cihâdın en son aşamasıdır. Ve barış dîni olan İslâm’ın istemediği ve öncelikle başvurmadığı bir metottur. Nitekim Peygamberimiz (sav), düşmanla karşılaşıp savaşmayı istemeyin, savaşmak zorunda kalırsanız sabredin, Allah’tan âfiyet dileyin9 buyurmuştur. Tüm insanlığı barış dîni İslâm’a çağıran Kur’ân sulhun/barışın en hayırlı yol olduğunu söyler. Kıtâl, İslâm’a saldıran, İslâm’ın yaşanmasına ve kendisini anlatmasına imkân tanımayanlara karşı yapılan mücâdelenin adıdır. Nitekim âyetlerde fitneden eser kalmayıncaya, din bütünüyle yalnızca Allâh’ın oluncaya kadar onlarla savaşın10 buyurulmuştur. Buradaki fitne ise, dînin yaşanması ve kendini anlatmasının önündeki engeldir. Elbette her Müslüman böyle bir engeli ortadan kaldırmakla görevlidir.
Cihâdın hakkı; ölçülü, zamânında ve usûlüne uygun biçimde lâyıkıyla yapılmasıdır. Bunlardan biri eksik olursa cihâdın hakkı verilmemiş olur. Mücâhede ya nefisle, ya kalp ile, ya mal ile olur. Nefisle cihâd, kulun nefsini ibâdet ve tâate vermesi, bu konuda aslâ gevşeklik göstermemesi, bir an bile ara vermeden azîmet yolunu izlemesidir. Kalple cihâd; gaflet gibi aşağılık şeylerden kişinin gönlünü, beynini koruması, arzu ve heveslerine muhâlefet edip boş geçirdiği zamanları hatırlayıp tevbe etmesidir. Mal ile cihâd; cömertçe malını O’nun yolunda harcayabilmek, verdiğini kardeşini kendine tercîh ederek verebilmektir.11
Bir başka taksîme göre cihâd, görünen düşmanla, şeytanla ve nefisle yapılan mücâdeledir. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: Hevâ ve heveslerinizle savaşın, tıpkı düşmanlarınızla savaştığınız gibi… Kâfirlerle ellerinizle ve dillerinizle savaşın. Onun için mücâhede hem dil ile hem el ile olur.12 Hevâ ve arzulara karşı durup hakları yerine getirerek nefsi tezkiye etmek nefsin cihâdı, kalbi dünyevî hattâ uhrevî beklentilerden arındırmak kalbin cihâdı; varlıktan geçmek ise rûhun cihâdıdır.13
Gücünü Yüce Allah’tan alan, O’nun kutlu Kelâmının mesajlarıyla rûhunu donatan, tüm gayret ve çabasını O’nun yolunda harcayarak nefse, insan ve cin şeytanlarına karşı mücâdelesini kesintisiz sürdüren hakîkî Kur’ân Mücâhidlerine selâm olsun!
Dipnotlar
1 22 Hacc 78.
2 Mazharî, Tefsîr.
3 25 Furkân 52.
4 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl.
5 25 Furkân 51.
6 34 Sebe’ 28.
7 25 Furkân 1.
8 Bkz. İbn Acîbe, el-Bahru’l-Medîd; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî.
9 Buhârî, Müslim, Dârimî, Ahmed.
10 2 Bakara 193; 8 Enfâl 39.
11 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât.
12 Râğıb el-isfehânî, el-Müfredât, s, 101.
13 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî.
Nisan 2020, sayfa no: 8-9-10
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak