Ara

Kur’ân’ın Devlet Adamı

Prof. Dr. Ali Akpınar Hayat düstûrumuz Kur’ân’ı Kerîm, bizleri fert olarak hayâta hazırladığı gibi, toplumu da inşâ ve ihyâ eder. Bazılarının sandığı ve iddia ettiği gibi Kur’ân, yalnızca vicdanları inşâ etmez, yalnızca kişileri inşâ etmez. O, sosyal ve siyâsal hayâta da müdâhildir. Onun sosyal ve siyâsal hayatla ilgili de evrensel ilkeleri vardır. Kur’ân’ın sâliklerine va’d ettitği dünyâ ve âhiret cennetine nâil olabilmek için Kur’ân’ın bütün bu alanlarla ilgili ilkeleri bir bütünlük içerisinde yerine getirilmelidir. Nitekim Kur’ân, bu konuda muhtemel yanlış anlamalara dikkat çekmek için pek çok âyetlerinde uyarılarda bulunur: Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezâsı ancak dünyâ hayâtında rezil olmaktır. Âhiret gününde de azâbın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gâfil değildir.[1] Kur'ân'ı işlerine geldiği gibi bölenlere de, kendi Kitaplarının bir kısmına inanıp bir kısmını kabul etmeyen yahudi ve hristiyanlara da nitekim Kitap indirmiştik; Rabbine and olsun ki hepsini, yaptıklarından sorumlu tutacağız.[2] Benim Kitâb'ımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyâmet günü de onu kör olarak haşrederiz.[3]   Kur’ân’ın ilk muhatabı ve ilk uygulayıcısı olan Peygamberimiz’in (sav) hayâtına baktığımızda, O’nun şartlar oluştuğunda Medine’ye hicret eder etmez siyâsal bir yapılanmanın içerisine girdiğini görürüz. O, Medine’ye gelince o günkü şartlar içerisinde devletin merkezi konumunda olan Mescidin inşâsı ile işe başlamış; ardından yazılı bir anayasa hazırlatarak Medîne’de siyâsî bütünlük ve otoriteyi sağlamıştır. Yeni inşâ edilen devletin başkanı da Hz. Muhammed Mustafâ’dır.   KUR’ÂN’IN TEMEL SİYÂSÎ İLKELERİ Kur’ân, adâlet, istişâre gibi temel yönetim ilkelerinden bahseder. Bu ilkelere sâdık kalanların Yüce Allâh’ın yardımına mazhâr olacakları açıklanır. Onların işleri aralarında danışma iledir.[4] İş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allâh'a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever.[5] Rableri peygamberlere: “Biz, haksızlık edenleri yok edeceğiz, onlardan sonra yeryüzüne sizi yerleştireceğiz/(orada) iktidâra getireceğiz. Bu, makâmımdan ve tehdidimden korkanlar içindir.” diye vahyetti.[6] Yûsuf'u böylece o memlekete yerleştirdik/(orada) iktidâra getirdik; istediği yerlerde oturabilirdi.[7] Sana Zulkarneyn'i sorarlar, “Onu size anlatacağım” de. Doğrusu biz onu yeryüzünde iktidar sahibi yapmış ve her şeyin yolunu ona öğretmiştik.[8] Allâh’ın dînine yardım edenleri biz yeryüzünde iktidar sâhibi kılarsak namaz kılarlar, zekât verirler, uygun olanı emrederler, fenâlığı yasak ederler. İşlerin sonucu Allâh'a aittir.[9] Biz, memlekette güçsüz sayılanlara iyilikte bulunmak, onları önderler kılmak, onları vâris yapmak, iktidâra taşımak; Firavun, Hâmân ve her ikisinin askerlerine, çekinmekte oldukları şeyleri göstermek istiyorduk.[10] Sizi yeryüzünde yerleştirdik/iktidar sahibi kıldık ve orada size geçimlikler yarattık. Öyleyken pek az şükrediyorsunuz.[11] Ey İnananlar! Allah için adâleti ayakta tutup gözeten şâhitler olun.[12]   Adâletsizlik, haksızlık, zulüm ve liyâkatsizlik gibi hususların toplumlar için yıkım ve helak sebebi olduğu da açıklanır: Aranızda mallarınızı haksızlıkla yemeyin; bildiğiniz hâlde günâha girerek insanların mallarından bir kısmını yemek için onu hâkimlere aktarmayın.[13] Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklarına yola gelmelerini emrederiz, ama onlar yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz.[14]   Âyet, şımarık varlıklarına yola gelmelerini emrederiz şeklinde anlaşıldığı gibi, biz o şımarık varlıklarını iş başına getiririz, onlar da yoldan çıkarlar şeklinde de anlaşılmıştır.[15] Buna göre toplum kendi yöneticilerini hak edecek, yani lâyık oldukları yöneticilerle yönetilecektir. Zâten hadîslerde nasıl olursanız, öyle yönetilirsiniz… Amelleriniz/gidişâtınız, sizin yöneticilerinizdir buyurularak bu husûsa dikkat çekilmiştir.   Bir hadislerinde Peygamberimiz (sav), iş ehil olmayanlara bırakıldığında kıyâmeti bekle diyerek liyâkatsiz insanların iş başında olduğu toplumlarda kargaşa ve huzursuzluklarla kıyâmetlerin kopacağını bildirir. Bizâtihî kendisi siyâsî alanlarda da en güzel örnekleri bizlere sunan Peygamberimiz (sav), Hâlik'a isyan konusunda hiç kimseye itâat edilmez, itâat ancak hakta ve hayırdadır buyurarak İslâmî yönetimde yönetici ve yönetilenlerin Yüce Yaratıcının ölçülerini hayâta geçirmede birleşeceklerini, aksi durumlarda yöneten ve yönetilen herkesin gidişattan sorumlu olacağını beyân etmiştir. Zâten Peygamberimiz hepiniz yöneticisiniz ve her yönetici yönettiğinden sorumludur diyerek her müslümana bulunduğu konum itibârıyla çok önemli sorumluluklar yüklemiştir. Hadîse göre evin reisi de, evin sâhibesi de, hizmetli de bu sorumluluğa dâhildir. Buna göre hiç kimse durum ve konumunu bahane ederek sorumluluktan kurtulamaz. Herkes bulunduğu konum ve duruma göre sorumludur. Çünkü Allâh’ın Rasûlü’ne göre gerçek mü’min, bir kötülük gördüğünde onu eliyle, olmazsa diliyle düzelten, buna da güç yetiremezse kâlbiyle buğzeden kimsedir. Yâni Müslüman gidişâta duyarsız ve seyirci kalmayan kimsedir. Bu evde, işyerinde, mahallede, çarşıda pazarda ve diğer sosyal alanlarda, kısaca her yerde böyledir. Konuyla ilgili âyetlere bakarak Kur’ân’ın belirlediği bir yönetim biçiminin olmadığını söyleyebiliriz. Sözgelimi Kur’ân, yeryüzünde bozgunculuk yapan zâlim krallardan bahsettiği gibi, adâletli krallardan da bahseder.   Peygamberleri onlara "Allah size şüphesiz, Tâlût'u hükümdar olarak gönderdi... Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı" dedi.[16] Melike: "Doğrusu hükümdarlar bir şehre girdikleri zaman orasını bozarlar, onurlu kimselerini aşağılık yaparlar. İşte böyle davranırlar" dedi.[17]   Kur’ân pek çok âyetinde peygamberlerin, aynı zamanda kendilerine hüküm ve hikmet verilen kimseler olduğundan bahseder. Biz, memlekette güçsüz sayılanlara iyilikte bulunmak, onları önderler kılmak, onları vâris yapmak, memlekete yerleştirmek; Firavun, Hâmân ve her ikisinin askerlerine, çekinmekte oldukları şeyleri göstermek istiyorduk.[18] Allah Dâvûd'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti.[19] Süleymân: "Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; Sen şüphesiz, dâimâ bağışta bulunansın" dedi. Bunun üzerine Biz de, istediği yere onun buyruğu ile kolayca giden rüzgârı, binâ kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğerlerini onun buyruğu altına verdik. "İşte Bizim bağışımız budur; ister ver, ister tut, hesapsızdır." dedik. Doğrusu onun katımızda yakınlığı ve güzel bir istikbâli vardır.[20]   Yûsuf: "Beni memleketin hazînelerine memur et, çünkü ben korumasını ve yönetmesini bilirim" dedi. Yûsuf'u böylece o memlekete yerleştirdik; istediği yerlerde oturabilirdi.[21] Yûsuf, "Rabbim! Bana hükümranlık verdin, rüyâların yorumunu öğrettin” dedi.[22]   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafâ’nın (sav) vefâtından sonra sahâbenin gerçekleştirdiği hilâfet sistemini, kâmil yönetim biçimi olarak anlayan ilim adamları da olmuştur. Ancak Raşit Halîfelerin işbaşına gelişine baktığımızda, onlardan ilkinin yalnızca Medîne’de ileri gelen bâzı Müslümanların seçimi/beyatı ile, ikincisinin vasiyetle, üçüncüsünün önceki halîfenin belirlediği bilirkişi tarafından seçilerek, sonuncusunun ise yine bâzı Müslümanların seçimi/beyatı ile iş başına geldiklerini görmekteyiz. Ancak bu dönemin en temel özelliği, bütün halîfelerin büyük ölçüde Kur’ân ve Sünnet ilkeleri doğrultusunda, adâlet ilkelerinden ayrılmadan hakkâniyet ölçülerinde halkı yönetmeleridir. Bu dört farklı seçim sistemini, dünyâda uygulanan çeşitli yönetim biçimlerine benzetmek mümkündür.   Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Kur’ân’ın sosyal ve siyâsal hayâta dâir söyleyeceği çok şey vardır. İnsanlık Kur’ân’ın bu söylemlerini bir bütün olarak alır ve uygularsa dünyâsı da cennete döner, âh.irette de cenneti hak eder. Kur’ân’ın sosyal ve siyâsal söylemleri de madde-mânâ, dünyâ-âhiret bütünlüğü içerisindedir. Onun bu alanlardaki en temel ilkesi adâlet, en büyük hedefi de insanların mutlu olmasıdır. Yine onun prensiplerine göre liyâkat sâhibi insanlar iş başına gelirler ve onlar da yönetim işlerini istişâre ile yürütürler.   [1] 2 Bakara 85. [2] 15 Hıcr 90-93. [3] 20 Tâhâ 124. [4] 42 Şûrâ 38. [5] 3 Âlu Imran 159. [6] 14 İbrahim 14. [7] 12 Yusuf 56. [8] 18 Kehf  83-84. [9] 22 Hac 41. [10] 28 Kasas 5-6. [11] 7 A’raf 10. [12] 4 Nisa 135, 5 Maide 8. [13] 2 Bakara 188. [14] 17 İsra 16. [15] Bkz. İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, s, 737. [16] 2 Bakara 247. [17] 27 Neml 34. [18] 28 Kasas 5-6. [19] 2 Bakara 251. [20] 38 Sâd 35-40. [21] 12 Yusuf 55-56. [22] 12 Yusuf 101.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak