Ara

Kur’ân’da Beslenme ve Azgınlık / Kemal Özer

Her şeyin hallaç pamuğu gibi atıldığı bir dehşet çağında yaşıyoruz. Kimisi kirli emellerini gerçekleştirmek, kimi servetine servet katmak, kimisi dehşet çağının büyüsüne kapılıp, şeytanî bir eylem olan fıtratın/yaratılışın değiştirilmesi girişimine hizmet ediyor. Allah Azze ve Celle bütün canlıları belirli bir amaç için mükemmel bir sistemle yaratmıştır. Bunların dünya hayatları türleri ne olursa olsun, sıhhatli olmalarına bağlı. Başka bir ifadeyle fıtratlarına uygun bir biçimde beslenmelerine… Günümüzde insanlar, helâl denildiğinde sadece kazancı anlıyorlar. Elbette bir şeyin helâl olmasının ilk basamağı, meşru bir işten meşru bir yolla elde edilmesidir. Ancak bu hiçbir zaman yeterli değil. Zîrâ Allahu Teâlâ Hazretleri gıda söz konusu olduğunda, Kur’ân-ı Kerîm’in yaygın olarak bilinenin aksine farklı bir dil kullanır. Cenâb-ı Hakk, 21 ayette[1]  gıdaların ‘tayyib’, 5 ayette[2]   ise ‘helâl ve tayyib’ olmalarını istemektedir. Üstelik bu emir, Yahudiler örneğinde olduğu üzere, geçmiş ümmetlerden istendiği gibi, günümüz insanlarından da talep edilmektedir. ‘Helâl ve tayyib tüketim’ emri, hem peygamberlerden[3], hem Müslümanlardan[4], hem de îmân etmeyen tüm insanlardan[5] da isteniyor. Çünkü Allah, Rahman esmasıyla tüm kullarının sıhhatli ve afiyet üzere olmasını diler. “Bugün, size tayyib olanlar helâl kılındı…”[6] “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yiyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır. O, size ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve bilmediğiniz şeyleri Allah adına söylemenizi emreder.”[7] Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin tayyib olanlarından yiyin! Bu hususta azgınlık etmeyin. Sonra gazabım üzerinize iner. Kimin de üzerine gazabım inerse, hiç kuşkusuz o, helak olmuştur.”[8] “Ey îmân edenler! Gerçekten Allâh’a îmân edenlerden iseniz size bahşettiğimiz şeylerin tayyib olanlarından yiyin’ ve (O’na) şükredin.”[9] “Ey Resuller! Tayyip olanlardan yiyin, salih amel işleyin. Çünkü ben yaptıklarınızı hakkıyla bilenim.”[10] Görüleceği üzere, Allah (cc) hem talebinde ısrar etmekte, hem de ‘tayyib’ üzerinde ısrarla durmaktadır.  Peki, o halde Allah (cc) neden bütün insanlardan ‘tayyib’ olanları tüketmesini ister? Ve bu kelimenin tercihindeki murad-ı ilahiye nedir? Tayyib kelimesi özel bir tercih olmasaydı, Allah (cc) Kur’an’da, kullarının daha iyi anlaması için, Türkçedeki temizin karşılığı olan ‘tahir’ kelimesini kullanması gerekirdi. Ancak, Kur’ân-ı Kerîm’de gıda için hiçbir yerde ‘tahir’ kelimesi tercih edilmiyor. Bu tercihteki murad-ı ilahiyyeyi hiç kuşkusuz en iyi Allah (cc) bilir. Lakin günümüz dünya gerçeklerinde habersiz olan meal ve tefsircilerimiz bu kelime sığ bir anlam yükleyerek Müslümanlarının ufkunu daralttıklarını söylemek haksızlık olmasa gerek. Zira bazı yorumcuların kavramı ‘güzel hoş kokulu ve lezzetli’ şeyler gibi ifadelerle iyiden iyiye sığlaştırmaktadırlar. Dehşet çağının tanıkları olarak dünü, yaşadığımı zamanı ve şeytanî yapıların yarına dair plan ve hedeflerini anlamadığımız zaman hiçbir zaman başarılı olamaz. Kur’ân-a ve O’nun hedeflerini bizlerden daha iyi araştıran tâğutî yapılar, insanın nasıl yoldan çıkarılabileceğini de çok iyi bilmektedirler. Bir başka ifadeyle ifsadımızın önemli ölçüde midemizden geçtiğinin farkındalar ve savaşlarını bir yüz yıl önce bu alana kanalize etmişlerdir. İşte bütün bunlar aslında Kur’ân-ı Kerîm’in beslenme meselesinde de büyük bir mucize ile yine karşımıza çıktığının bir göstergesi. Zira beslenmemiz için tercih edilen ‘tayyib’ kelimesinin anlamı, sadece bugünü değil, yarınımız hakkında da haber veren bir derinlik içeriyor. Tayyibin derunî anlamına geçmeden önce şunu belirtmeliyiz ki, bir şeyin helâl veya haram olmasına yönelik karar yalnızca Allah (cc) uhdesindedir.  Allah şöyle buyurur:  “Ey îmân edenler! Allâh’ın size helâl kıldığı tayyipleri -siz kendi kendinize- haram kılarak haddi aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.”[11]-[12]Allâh’ın kulları için yarattığı ziyneti ve bahşettiği temiz rızıkları olanlara kim yasak etti? Bütün bu şeyler, dünya hayatında îmân edenler için olup, kıyamet gününde de onlar için olacaktır. İşte bilen kimseler için ayetlerimizi böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz.”[13]-[14] Bakara Suresi 174’de ise ‘dinî az bir bedelle satmayın’[15] şeklinde ayır bir uyarı olduğunu hatırlatmakta da faide var HELÂL İÇİN TAYYİB ŞART MI? Bir şeyi haram ya da helâl kılma yetkisi yalnızca Allâh’a aittir. Bu nedenle ‘caizdir’ ya da ‘caiz değildir’ demeyi tercih etmiş eski âlimlerimiz. Bu nedenlerle bir şey için ‘haram’ demek ne kadar sakıncalı ise ‘helâldir’ demek de en az onun kadar sakıncalıdır. Zira Kur’ân-ı Kerîm gıdalar konusunda yasaklar ‘domuz, kan, sarhoş ediciler, üzerlerine Allâh’ın adı anılarak kesilmende ölmüş hayvanlar’[16]la sınırlıdır. Basit bir bakışla aksi olan her şey ise helâldir. Ama bu bizi yanlışa götürür. Helâller esas, haramlar ise istisnadır. Ancak işte tam burada modern insanı tahripkârlığı devreye girer ki, ‘tayyib’ kavramının önemi de tam da bu nokta da ortaya çıkar. Meal ve tefsircilerimizin bu ince nüans konusundaki dikkatsizlikleri anlam derinliği sığlaştırmakta ve ‘temiz’ denilip[17] geçilmektedir. Oysa oradaki kelime Arapça ‘temiz’in karşılığı olan ‘tahir’ kelimesi değil, aksine ‘tayyib’ kelimesidir. Bir başka mesele ise “eşyada aslolan ibahadır” şeklindeki eski bir kuraldır. Burada kast edilen helâllik asli unsur necis ve haramlık ise arızidir. Bu eski döneme ait yaklaşımda tatminden hayli uzaktır. Zira ne çağ eski çağ, ne insan eski insan ne de eşya eski eşyadır. Yeni teknolojilerin geldiği noktada eşya asli hüviyetinden hayli uzaklaşmış, dün yararlı kabul edilen şey, bugün zararlı bir hâl almıştır. Bu durumda da eski ibahadan söz etmek imkansızlaşmaktadır. TAYYİB, TEMİZ Mİ DEMEKTİR? Tahir, yaratılıştan temizdir. Tayyib ise asaleti bozulmamış olana denir. Bunu İngilizcedeki pure, sanitary, hygienic ve clean kelimeleri üzerinden anlamaya çalışırsak pure: saf, temiz, katıksız, sade, arı, safkan, pak, katışıksız, lekesiz demektir. Sanitary: sıhhî, sağlıklı, temiz demek iken, hygienic ise sağlık, hıfzıssıhha, temiz, tertemiz anlamlarına gelir. Clean ise bizim mealcilerinde tercih ettiği temiz kelimesine tekabül eder. Ama özelde kelimelerin tümü basit anlamda temiz anlamı taşırlar. Oysa Kur’ân-ı Kerîm’de ‘temiz’ yani ‘tahir’[18] kelimesi de cismin ve nefsin temizliği anlamlarında defaten geçmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’in özel tercihi olan ‘tayyib’in Türkçede de çok derin anlamları olan bir kelime olup; fıtratı bozulmamış, insan eliyle değişikliğe uğramamış, saf, arı, tabiî, sıhhî, besleyici, mizacı bozulmamış, diri, canlı, kirletici olmayan, asaleti bozulmamış, zararsız, zarar vermeyen, sunî olmayan, hilesiz, akıbeti kötü olmayan, orijinal, hulkî, hilkat, cibillî benzeri pek çok anlamı var. Nihayetinde ise fıtrî özelliklerini koruyan ‘en iyi yiyecek’ gibi çok sayıda ve derin anlamı olan bir kelimeden söz ediyoruz. Bugün toptancı bir yaklaşımla tahir kelimesine de tayyib kelimesine de aynı anlam veriliyor yani ‘temiz’ deniliyor. Bu bizi hem maksattan, hem de sıhhatten uzaklaştıran bir sığlık. Hem amaca ihanet, hem de oyuna gelmemize neden oluyor. Bilim bizi hakikate yaklaştırıyorsa muteberdir. Bizi bazı odakların çıkarı adına hakikatten uzaklaştıran şey olsa olsa ‘satılık’ dolayısıyla itibarsız bilimdir. Ticari şirketlerin yahut derin siyasi amaçları olan yapıların gizlenmiş amaçlarını göremediğimizde oyuna geliriz. Bunun acısını sadece biz değil, gelecek nesiller daha derin hissederler. Bu nedenle başta ilahiyatçılar olmak üzere herkes kavramların içini boşlatmamalı, anlam kaymasına uğramasına hizmet etmek bir yana izin vermemelidir. Kelimelerini doğru seçmeli, araştırmalı, içini doldurmalı, beceremiyorsa susmalıdır. Ama bu susma onun soru sormasına engel değildir. Cevabını bilmesek de doğru soru sormak, çözümün en az yarısıdır. Biz her şeyin çözümünü üretmekle mükellef değiliz. Buna her zaman gücümüz yetmez. Bilim denilen şey, ilk insanda bu yana bütün insanların üst üste koyduğu tuğlaların neticesidir. Gerçek bilgi budur. Vahiy bu bilgi bozulduğundan gelip düzeltmiştir. Bunu sürekli tekrarlayarak korumuştur. Bugünde bilimi tapınacak bir şey olarak görmeyip, onu dipdiri olan vahiye mesaj ettirdiğimizde yani vahyin mutlağından geçirdiğimizde bir takım kötü kimse ve yapıların insanlığın kirli amaçları için araçsallaştırmasına izin vermez, bilakis bilimi insanlığın hizmetine sunmuş oluruz. Bilim demekle ya da kendimize bilim adamı sıfatı takarak bilim yapılmaz. Bilim, onu kirli amaçlarına alet edenlerden daha fazla çalışıp onların elinden kurtarmakla mümkündür. İnşallah konuya gelecek sayıda da devam edeceğiz. [1] Bakara 57, Bakara 172, 267, Nisa 160, Mâide 4-5, 87, Araf 32, 157, 160, Enfal 26, Yunus 93, Nahl 72, İsrâ 70, Tâhâ 81, Mü’minun 51,  Nur 26, Mümin 64, Casiye 16, Ahkaf 20 [2] Bakara 168, Mâide 88, Enfal 69, Nahl 114,116 [3] Mü’minun 51 [4] Bakara 172 [5] Bakara 168 [6] Mâide Suresi 5 [7] Bakara Suresi 168-169 [8] Taha Suresi 81 [9] Bakara Suresi 172 [10] Mü’minun Suresi 51 [11] Mâide Suresi, 87. Ayet-i Kerime [12] Tirmizi`nin Abdullah bin Abbas (r.a.)`tan rivayet ettiğine göre bir adam Rasülullah (s.a.v.)`a gelerek: "Ey Rasülullah! Ben et yediğimde kadınlara düşkün oluyorum ve cinsel arzum artıyor. Bu yüzden kendime eti haram kıldım" dedi. Bunun üzerine bu ayeti kerime indirildi. İbn-i Cerir`in Abdullah bin Abbas (r.a.)`tan rivayet ettiğine göre de bu ayeti kerime bazı sahabelerin kadınlara yaklaşmayı ve et yemeği kendilerine yasak etmeleri ve kendilerini tamamen ibadete verme kararı almaları üzerine indi. Bunu destekleyen daha başka rivayetlerde olay daha teferruatlı olarak anlatılmaktadır. [13] Arâf Suresi, 32. Ayet-i Kerime [14] Ayet-i Kerimede Allah Teâlâ, tayyib olan helâl yiyecekleri ne kendine yasaklayarak riyazete çekilmeyi, ne de aşırı yiyip içerek/israf etmeyi ve haddi aşmayı istiyor, itidal üzere/dengeli olmamızı murad ediyor (17/27-29). Diğer taraftan insanın süsü olan elbiseleri de caiz olan ölçüler içinde giyinmemizi emretmekte, çul içinde ve hırpanî bir kılıkta gezmeyi veya cahiliyedeki gibi çıplaklığı yasaklamaktadır (33/59). Diğer bir husus da hiç kimsenin Allah’ın helâl saydıklarını haram (yasak), haram saydıklarını helâl (serbest) yapma yetkisi yoktur (9/31 ve açıklaması). [15] Nahl Suresi 95. Ayet-i Kerime [16] Bakınız: Mâide Suresi 3-90 ve En’âm Suresi 121. Ayet-i Kerimeler [17] Bizimde onları taklit ederek yaptığımız hatalar gibi [18] Bakara 222, 232, Âli İmrân 42, 55,  Mâide 6, A’râf 82, Nisâ 57,  Tevbe 108, Ahzâb 33, Vâkıa 37, 79, Hûd 78, Abese 14, Müddessir 4, İnsan 21,

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak