Ara

Kur’ân’a Karşı Görevlerimiz

Kur’ân’a Karşı Görevlerimiz

Kur’ân’a Karşı Görevlerimiz

Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay

  1. Kur’ân Sevgisi
Allâh’ın Kitâbı’na karşı birinci görevimiz, onu candan sevmek ve ona gönülden muhabbet duymak; çocuklarımıza ve gençlerimize Kur’ân’ı sevdirmek; onların Kur’ân’ı sevmeleri için gerekli altyapıyı hazırlamak; neslimizi küçük yaştan itibâren Kur’ân sevgisi ve Kur’ân saygısıyla yetiştirmektir. Kur’ân’a muhabbet ve hürmet etme îmânımızın bir gereğidir. Kur’ân sevgisi ve Kur’ân saygısı îmânımızla doğru orantılıdır. Kur’ân sevgisinde Allah (cc) sevgisi ve Rasûlullah (sav) sevgisi birleşmektedir. Zîrâ Kur’ân’ı indiren Allah (cc), en güzel şekilde uygulayan ise Rasûlullah’tır (sav). Kur’ân’ı hidâyet rehberi, rahmet kaynağı, hayat önderi, iki cihan kılavuzu olarak kabûl eden mü’min, ona sonsuz sevgiyle bağlanır. Gönlü Kur’ân sevgisiyle dolu Müslüman, Allâh’ın Kitâbı’nı büyük bir edeb ve ta’zimle okur, okutur, öğrenir, öğretir. Kulluğu öğreten, âhiret hayâtını anlatan, îmânı aşılayan Kur’ân; dünyâmızı nurlandıran, hayâtımıza hayat katan ölümsüz ulvî ölçülere ve eskimez prensiplere işâret eder. Sevgi, rahmet, şefkat, adâlet, emânet, takvâ, iyilik, kardeşlik gibi ilkeleriyle hayâtımıza gerçek anlamını verir.
  1. Kur’ân Tilâveti
Allâh’ın Kitâbı’nı okumak, Allah sevgisinin, Rasûlullah aşkının ve kulluğun gereğidir. Kur’ân okumak rûhumuzun gıdâsıdır. Kur’ân okumak, Allah Rasûlü’ne dolayısıyla ümmetine verilen ilâhî bir emirdir: “De ki: Bana, her şeyin sâhibi olan, bu muhterem beldenin Rabbine ibâdet etmem emredildi. Bana, Müslümanlardan olmam ve Kur’ân okumam emredildi.”1 Mü’min kul, her gün mutlakâ Kur’ân okumalıdır. Kur’ân’sız geçen gün, mü’min için karanlık gündür. Kur’ânla birlikte geçirdiği saatler Müslümanın nurlu, bereketli, aydınlık saatleridir. Mü’min kulun sabah-akşam görmeden edemediği, kendisine bakmakla yüzünü, gözünü ve gönlünü nurlandırdığı en birinci dostu olan Kur’ân, kıyâmet günü onu yalnız bırakmayacak, Allâh’ın huzûrunda sevgili dostuna “şefâatçi” olacaktır. “Kur’ân okuyun. Zîrâ Kur’ân, kendisini okuyan kimselere kıyâmet günü şefâatçi olarak gelecektir.”2 Her mü’min, ehil bir Kur’ân hocasından (fem-i muhsin’den) tecvid ve ta’lim dersi almalıdır. Allâh’ın Kitâbı O’nun emrettiği, Rasûlü’nün gösterdiği şekilde en güzel ses ve nağme ile okunmalıdır. “Kur’ân’ı usûlüne uygun, büyük bir maharetle, güzel bir şekilde okuyanlar; Peygambere elçi olarak gönderilen en değerli ve en üstün meleklerle berâberdir.”3 Ancak Kur’ân okurken zorlanan, arzu ettiği ve ders aldığı halde; ilerleyen yaşı, dönmeyen dili ya da kâbiliyet eksikliği sebebiyle istenen ölçüde güzel okuyamayan kimse de ecir ve mükâfattan mahrûm değildir. Bilakis böyleleri için çift sevap verileceği bildirilmektedir: “Dili sürçerek zorlukla Kur’ân okuyan kimseye iki ecir vardır.”4 Ne yazık ki günümüzde bu açık müjdelere rağmen, yaşının ileri olması sebebiyle ya da yoğun meşgûliyeti bahanesiyle Kur’ân öğrenmekten mahrûm pek çok Müslüman bulunmaktadır. Bu durum, büyük bir mahrûmiyet, nasipsizlik ve bereketsizliktir. Anlamını bilmeden sâdece tekrarlama şeklinde okunan Kur’ân’ın “Kur’ân okuma” sayılamayacağını iddia etmek ise yersiz ve haddi aşan bir iddiadır. Müslüman olarak anlamını bilsek de bilmesek de Kur’ân okumak zorundayız. Okuduğumuz Kur’ân’ı anlamaya çalışmak elbette yine mü’min olarak görevimizdir. Kur’ân’ı okumak bir görev, anlamaya çalışmak başka bir görevdir. Bu iki görev birbiriyle karıştırılmamalıdır.
  1. Kur’ân Ezberleme
Kur’ân’ı gönlümüze nakşetmek, namazlarımızda okuduğumuz kısa sûreler yanında Peygamberimiz tarafından okunması özellikle tavsiye edilen Yâsîn, Mülk, Vâkıa, Kehf, İhlâs, Muavvizeteyn (Felak-Nas) gibi fazîletli sûreleri ezberleyip sık sık okumak da gerekir. Hâfızasında Kur’an’dan bir sûre bulunmayan kişinin gönlü, yıkılmaya ve çökmeye yüz tutmuş binâ gibi değersiz bir gönüldür. “Gönlünde Kur’ân’dan hiç bir şey olmayan kişi, harâbe ev gibidir.”5 Cennette yüce bir makamda bulunmak isteyen mü’min, Allâh’ın Kitâbı’ndan mümkün olduğu kadar çok sûre ezberleyip usûlüne ve âdâbına göre (tecvid, ta’lim ve mehâric-i hurûfa riâyet ederek) okumalıdır. Mü’minin Cennete girişinde -tâbir caizse- bir “Kur’ân imtihânı” söz konusudur. Cennete girmeden önce kendisine Kur’ân okutularak imtihan edilen mü’minin Cennetteki yeri, bu imtihandaki başarısına göre belirlenir: “Kur’ân ezberleyene -kıyâmet günü- şöyle denilecek: “Oku ve yüksel. Aynen dünyâda okuduğun gibi tertîl ile -ağır ağır- oku. Zîrâ senin Cennetteki makâmın, okuyacağın son âyete göre verilecektir.”6 Burada Kur’ân’ın tamâmını ezberleyen, bununla birlikte Kur’ân ahlâkını yaşayan, hayâtını Kur’ân’a göre düzenleyen Kur’ân bülbülleri “Hâfız” kardeşlerimizin üstünlüğü ve değeri de açıkça ortaya konulmaktadır. Bu hadîs-i şerîf’e göre hâfızların Cennetteki makamları diğer Müslümanlardan çok daha yüksek olacaktır.
  1. Kur’ân’ı Anlamaya Çalışma Gayreti
Kur’ân’ı anlaşılması çok güç ve sâdece uzman ilim adamlarına hitâb eden bir kitâb olarak telakkî etmek, onun özüne ve rûhuna aykırı bir anlayıştır. Kur’ân’da müteşâbih (anlamı sâdece Allah tarafından bilinen ya da anlaşılması güç) bâzı âyetler müstesnâ; Kur’ân anlaşılsın, bilinsin, yaşansın, uygulansın diye indirilmiştir. Bizzat Kur’ân kendisini “apaçık âyetler” olarak tavsîf etmektedir. Binâenaleyh her mü’min bilgisi, sevgisi, ilgisi ve takvâsı oranınca Kur’ân’dan faydalanacaktır. Kur’ân’dan yararlanmanın ilk adımı, kişide, Kur’ân’dan yararlanma arzu ve isteğinin bulunmasıdır. Kur’ân’ı anlamaya ve Kur’ân’dan faydalanmaya istekli mü’min, her şeyden önce “Kur’ân talebesi” olmaya niyetlenmelidir. Kur’ân talebesi, Rabbinin mesajını doğrudan öğrenebilmek için Kur’ân dilini ve Kur’ân ilimlerini öğrenme azmi taşımalıdır. Kur’ân’ı anlama arzusu taşıyan, onu sonsuz sevgi, saygı ve ta’zimle mütâlaa etmeli, Kur’an’ı büyük bir dikkatle, ilgiyle ve özenle tâkip etmelidir. İslâm’ı henüz yeni kabûl eden mühtedî Müslüman, Allâh’ın (cc) Kitâbı’nı doğrudan, tercümansız anlama gayreti içerisine girdiği halde; yıllarca Kur’ân okuyan Müslümanın Fâtiha Sûresi’nin mânâsını bilmemesi ya da öğrenmeyi arzu etmemesi çok garip, anlaşılması zor bir vâkıadır. Aklı kullanmayı, düşünmeyi, incelemeyi ve araştırmayı emreden Kur’ân, bir çırpıda okunup bitirilecek bilgi yığını, derleme bir kitap değildir. Kur’ân; cemâl, kemâl, ilim ve hikmet sâhibi Âlemlerin Rabbinin kelâmıdır. O halde O’na lâyık saygı ve ciddiyetle okunmalı ve büyük bir titizlikle incelenmelidir.
  1. Kur’ân Araştırmaları
Kur’ân’ı sâdece okumak, okumakla yetinmek yeterli değildir. Kur’ân bir ibâdet kitâbı olduğu kadar ilim, hidâyet ve rahmet kitâbıdır. Kur’ân’ın ihtivâ ettiği İlâhî mesajı görmeksizin sâdece okumayı yeterli görmek mümkün değildir. İslâmî ilimlerin amacı Kur’ân’ın anlaşılması ve emirlerinin hayâta yansıtılmasıdır. Kur’an’ın verdiği Rabbânî mesajı anlamak, anlamaya çalışmak, Kur’ân’ı açıklayan Tefsir, Hadis, Fıkıh, Akâid gibi İslâmî ilimlere yönelmek, her Kur’an âşığının görevi olmalıdır. Kur’ân’ı okuyan ve mânâsını anlama çabası içinde bulunanlara dört nebevî müjde verilmiştir: 1. Gönül huzûru, 2. İlâhî rahmet, 3. Kur’ân halkasının melekler tarafından kuşatılması, 4. Allâh’ın senâ ve övgüsüne lâyık olma. “Bir topluluk, Allâh’ın evlerinden bir evde -bir camide- biraraya gelir, Allâh’ın Kitâbı’nı okurlar ve mânâsını aralarında müzâkere ederlerse; onların üzerine huzur iner, onları rahmet kaplar, melekler onları çepeçevre kuşatır, Allah onları yüce melekleri katında -övgüyle- anar.”7 Kur’ân ilimlerinin müzâkere edildiği, Kur’ân’ın ana konularının ilmî olarak tartışıldığı herhangi bir Kur’ân halkasına mensup muyuz? Planlı, programlı, sürekli bir şekilde Kur’ân tefsîri veya Kur’ân meâli okuyor muyuz? Hadis, fıkıh, akâid dersi alıyor muyuz? Bugün, Kur’ân’ın dün bilmediğimiz bir âyetinin mânâsını öğrendik mi? Hayır! O halde biz, bu müjdelere lâyık olmak için ciddî bir adım atmış değiliz.
  1. Kur’ân’ın Uygulaması
Kur’ân’ın sevgi ve rahmet dolu mesajları, sâdece teorik olarak yeterince anlaşılamaz. Pratik uygulama olmaksızın Kur’ân’ın hükümlerindeki hikmet ve incelikler idrâk edilemez. Sahabe-i kirâmın Kur’ân-ı Kerîm’i anlamadaki farklılıkları canlı ve eşsiz nebevî uygulamadan kaynaklanmaktadır. Kur’ân’ı en iyi şekilde anlayan Allah Rasûlü, gerek mübârek sözleriyle, gerekse müstesnâ hayâtındaki pratik uygulamalarıyla Allâh’ın Kitâbı’nı en açık tarzda yorumlamıştır. Nebevî uygulama Kur’ân’ın güzel bir şekilde anlaşılmasını te’mîn etmiştir. Kur’ân’ın ilim, adâlet, sevgi, rahmet, çalışma gibi târih boyunca geçerli olan evrensel ilke ve prensiplerine uyan milletler yükselir, Kur’ân’ın mesajına uymayan milletler ise alçalır: “Allah, bu Kitap sebebiyle –Kur’ân’a uydukları için– bâzı milletleri yükseltir. Yine bu Kitapla –Kur’âna uymadıkları için– bâzı milletleri alçaltır.8 Sâdece okunan, ama günlük hayatta emredildiği gibi uygulanmayan, hayattan uzak tutulan, hükümlerine boykot uygulanan Kur’ân, kıyâmet günü bizim için “şefâatçi” olmak şöyle dursun; aleyhimize şehâdet edecek, bizden “dâvâcı ve şikâyetçi” olacaktır: Peygamberimiz’in (sav) ifâdesiyle; “Kur’ân, senin ya lehinde ya da aleyhinde hüccettir.”9
  1. Kur’ân ve Sünnet Bütünlüğü
Kur’ân’ı açıklayan ve mânâlarını tamamlayan Sünnet’i Kur’ân’dan koparmak ve ondan ayrı düşünmek mümkün değildir. Sünnet’i gözardı ederek insanlığı sâdece Kur’ân’a dâvet edenler, ilmî gerçekleri çarpıtmaktadırlar. Böyleleri, Kur’ân’ın mutlakâ itâat edilmesini emrettiği Allah Rasûlü’nün huzûrunda mahcup ve mahrûm olacaklardır. Gönlünde Allah sevgisi taşıyanlar, Allâh’ın kendilerini sevmesi ve O’nun mağfiretine erişebilmeleri için, O Şanlı Peygamber’in hayat çizgisine uymalıdırlar: “De ki: Siz eğer Allâh’ı seviyorsanız Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”10 Allah Rasûlü’nün ümmetine son vasiyeti, Kur’ân ve Sünnet’e sımsıkı sarılmalarıdır. Kur’ân ve Sünnet’e sarılmak; her çeşit sapıklıktan, siyâsî ve ekonomik buhranlardan, psikolojik ve sosyal krizlerden kurtulma, iki cihanda mutluluğa kavuşma vesîlesidir: “Size iki şey bıraktım. Bu iki şeye sımsıkı sarılırsanız aslâ sapıklığa düşmezsiniz: Bunlardan biri Allâh’ın Kitâbı -Kur’an-ı Kerim- diğeri ise Peygamberi’nin Sünneti’dir.”11   Dipnotlar 1 Neml, 27/92. 2 Müslim: Salâtü’l-Müsafirîn 252. 3 Buharî: Tevhid 52; Müslim: Salâtü’l-Müsafirîn 244; Ebu Davud: Vitr 14; Tirmizî: Sevabü’l-Kur’ân 13; Darimî: Fedailü’l-Kur’ân 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 6/48, 94, 110. 4 Adı geçen eserler. 5 Tirmizî: Sevabü’l-Kur’ân 18; Darimî: Fedailü’l-Kur’ân 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/223. 6 Tirmizî; Sevabü’l-Kur’an 18; Darimî: Vitr 20; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/192. 7 Müslim: Zikir 38; Ebu Davud: Vitr 14; Tirmizî: Sevabü’l-Kur’an 10. 8 Müslim: Müsafirîn 269; İbn Mâce: Mukaddime 16; Darimî: Fedailü’l- Kur’an 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/237. 9 Müslim: Taharat 1; Tirmizî: Deavât 85; Nesaî: Zekât 1; İbn Mace: Taharet 5; Darimî: Vudû 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 5/342; 343. 10 Aî-i İmrân: 3/31. 11 Mâlik, Muvatta: Kader 3; Ebu Davud: Menasik 56.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak