Ara

Kur’ân’a Göre Baba Yüreği Ya Da Yürekli Babalar

Kur’ân’a Göre Baba Yüreği Ya Da Yürekli Babalar

Yürek denince hep anneler akla gelir. Haddizâtında öyledir de. Peki ya babaların yüreği yok mu? Aslında mangal yürekli olanlar onlar. Ama bunu yansıtmayı pek beceremedikleri için arka planda kalıyorlar. Anneler hislerini ya da yüreklerinin derinliklerinde olanları gözyaşlarıyla ifâde ederler. Ama babalar bu gözyaşlarını içlerine akıtırlar. Onun için çok fazla yürekle anılmazlar. Hâlbuki annelerin gözü babaların ise yüreği yaşlıdır. Kerîm kitâbımızda Hazreti Meryem ve Mûsâ (as)’ın annelerinin evlatları için yaptığı mücâdele ve çektiği ızdırapdan bahseder Rabbimiz. Ancak Kur’ân evlatları için çırpınma konusunda annelerden daha çok babalardan bahseder. Onların Allâh’a yalvarışını ve yanık yüreklerini bize haber verir. Neyse biz sözü fazla uzatmadan Kur’ân’daki “yürekli babalar”la ya da “baba yüreği”yle sizi başbaşa bırakalım. NÛH (AS): EVLÂDI ALLÂH’A ÂSÎ OLAN BİR BABA Dokuz yüz elli sene insanların kurtuluşu için gayret sarfeden ulu’l-azm bir peygamber. İşkence görmüş, hakâret edilmiş, dışlanmış, alay edilmiş ama yılmamış. Kendine bunları revâ görenlerin kurtuluşu için gayret etmiş. Buna rağmen kendine îmân etmeyen kavmi tûfanla cezâlandırıldığında oğlunun inanmayanların safında olduğunu görünce ona bir baba yüreğiyle şöyle seslendi: “Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nûh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna “Yavrucuğum, bizimle berâber sen de bin, inkârcılarla birlikte olma” diye seslendi. (Hûd, 42.) Oğlu, "Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım" diye cevap verdi. Nûh dedi ki: "Bugün Allâh’ın hükmünden ancak O’nun esirgedikleri kurtulacaktır" derken aralarına dalga giriverdi, böylece o da boğulanlardan oldu.” (Hûd, 43.) Red cevâbını alınca bu sefer O, tüm yürek içtenliğiyle Allâh’a yöneldi: “Nûh Rabbine şöyle seslendi: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin vaadin elbette haktır. Sen hâkimlerin en âdilisin" dedi. (Hûd, 45.) Fakat Rabbimizin hükmü değişmedi. Onun sünnetinde değişiklik olamazdı. Bir peygamber oğlu da olsa. Kâfirlerle ilgili hüküm onun için de geçerliydi. Babasının peygamberliği ona fayda vermedi. Allah buyurdu ki: "Ey Nûh! O senin âilenden değildir. Çünkü onun yaptığı iyi olmayan bir iştir. Sakın hakkında bilgi sâhibi olmadığın birşeyi benden isteme! Ben câhillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum." (Hûd, 46.) Nûh (as) acısını yüreğine gömdü. Rabbine boynunu büktü. Tam bir teslîmiyet içinde: "Ey Rabbim! Ben, Sen’den hakkında bilgi sâhibi olmadığım bir şeyi istemekten yine sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen kaybedenlerden olurum! dedi.” (Hûd, 47.) İBRÂHÎM (AS): OĞLUNU KURBAN ETMESİ EMREDİLEN BİR BABA Uzun bir süre evlâdı olmayan bir baba. Eşi Sâre tarafından evlâdı olsun diye evlendirilen teslîmiyet ve hillet numûnesi, “cidden ağırbaşlı, hassas ruhlu (içli), kendini Allâh’a vermiş biriydi.” (Hûd, 75.) Allâh’a olan teslîmiyeti ve güveninden dolayı gözünü kırpmadan Hz. Cebrâil’in yardımını reddetmiş ve kendini ateşe bırakmıştı. Evlat hasretiyle yanıp tutuştuğu zamanlar eğer kendisine bir evlat verecekse onu Allah için kurban edeceği sözünü vermişti. Aradan bir zaman geçtikten sonra oğlu İsmâîl dünyâya gelmiş büyümüştü. Oyun oynuyor koşup eğleniyordu. Ve Rabbimiz ona emir verdi: Sözünü yerine getir. O da evlâdını karşısına aldı. Burada teslîmiyet noktasında bir baba ve çocuğunun net duruşunu görüyoruz. İbrâhîm’e (as) Cenâb-ı Hakk kendi oğlunu bizzât kendisinin kesmesini emretti. O da bunu yaptı. Oğlunun olayı kabul biçimi ise eğitimin güzelliğini ve başarısını bize haber vermektedir: “Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrâhîm ona “Yavrum, ben rüyâmda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi. Her ikisi de (ilâhî buyruğa) teslîm olunca ve babası onu yüzüstü yatırınca "Ey İbrâhîm!" diye ona seslendik. "Tamam, rüyânı gerçekleştirmiş oldun." İşte iyileri biz böyle ödüllendiririz. Bu, kesinlikle apaçık bir imtihandı. Biz, (oğlunun canına) bedel olarak ona iri bir kurbanlık verdik. Onun hakkında, "İbrâhîm’e selâm olsun!" ifâdesini sonradan gelen nesiller arasında devâm ettirdik. Evet, iyileri işte böyle ödüllendiririz.” (Saffat, 102-110.) Bu imtihandan sonra yüreği onu rahat bırakmadı. Çünkü o, muhsin ve evvah, içli bir yürek taşıyordu. Kıyâmete kadar gelecek neslini unutmayan, onlar için de Allâh’a duâ eden ve onların isyankâr ve cehennemlik olmasını istemeyen bir baba yüreği: “Ey Rabbimiz! Bizi sana teslîm olanlardan eyle, soyumuzdan da sana teslîm olacak bir ümmet çıkar. Bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et. Şüphesiz tevbeleri kabul eden, merhameti bol olan yalnız sensin.” (Saffat, 128.) YA’KÛB (AS): ÇOCUĞU KAÇIRILAN VE DİĞER ÇOCUKLARI TARAFINDAN İHÂNETE UĞRAYAN BİR BABA Oğlu Yûsuf’un gördüğü bir rüyâyı kendisine anlatmasıyla ondaki cevheri keşfetti. Onun kendisinden sonra peygamber olacağını anladı: “Anlaşılan böylece Rabbin seni seçecek, sana rüyâda görülenlerin yorumunu öğretecek ve daha önce ataların İbrâhim ve İshâk’a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya‘kūb soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Kuşkusuz Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sâhibidir." (Yûsuf, 6.) Diğer çocuklarının ona bir kötülük yapmalarından korktu ve onu sıkı sıkıya tembihledi: “Babası, “Yavrucuğum” dedi, “Rüyânı sakın kardeşlerine anlatma, sonra sana tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.” (Yûsuf, 5.) Çünkü şeytan daha önce Âdem (as)’ın oğlu Kâbil’in nefsindeki haset mikrobunu tahrik ederek Hâbil’i ona öldürtmüştü. Onun için sırrını saklamasını tembihledi. Ama diğer çocukları, babalarının kardeşleri Yûsuf’a düşkünlüğünü farkedince ona tuzak kurdular. Onu kaçırdılar, köle olarak sattılar. Babalarına da kurt yedi diye yalan söylediler. Aslında baba bunun yalan olduğunu biliyordu. Çünkü Yûsuf (as) kanlı gömleği hiç parçalanmamıştı. Buna rağmen onların hatâlarını yüzlerine vurmadı. Acısını yüreğine gömdü. Derdini Rabbine anlattı: “Babaları şöyle dedi: "Hayır, nefisleriniz bu hususta sizi aldattı. Bana düşen artık güzel bir sabırdır. Umulur ki Allah onların hepsini bana getirir. Şüphesiz O, çok iyi bilendir, hikmet sâhibidir." (Yûsuf, 83.) Ya’kûb (as) evlâdı Yûsuf (as)’ı kaybetmenin üzüntüsüyle ağladı. Gözyaşlarını sâdece yüreğine değil dışarıya da akıttı. Yüreği yandı, gözlerini kaybetti: “Onlardan yüz çevirdi, "Âh Yûsufum âh! İçim yanıyor!" diyordu. Sonunda üzüntüden gözlerine boz geldi. Artık kederini içine gömüyordu: “Ya‘kūb da şöyle dedi: "Ben acımı ve kederimi ancak Allâh’a arzediyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah’tan gelen bilgiyle biliyorum.” (Yûsuf, 84-86.) Ya’kûb (as) bir baba; sâdece Yûsuf (as)’ı değil diğer evlatlarını da kötülüklerden, başlarına gelecek tehlikelerden korumaya çalışmış ve onları uyarmıştır. Onları Mısır’a buğday almaya gönderdiği zaman onlara; göz değmemesi ve başkaları onların kalabalık oluşlarından endişe ederek onları tehlikeli görüp kötülük yapmasın diye (Kur’ân Yolu, 3/245) tedbîren değişik kapılardan girmelerini tembihlemiştir: “Sonra şunu söyledi: "Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah’tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah’tan başkasının değildir. Ben yalnız O’na güvenip dayandım. Güvenecek olanlar yalnız O’na güvenip dayansınlar.” (Yûsuf, 67.) ZEKERİYYAÂ (AS): ALLAH’TAN TEMİZ VE SÂLİH BİR VÂRİS (NESİL) İSTEYEN BİR BABA İnsanın neslinin devâmını istemesi fıtratındandır. Her insan soyunu devâm ettirmek ister. Ama bilinçli ve yürekli babalar sâlih evlatlar istemişlerdir. Zekeriyyâ (as) da bunlardan bir tânesidir. Baba adaylarına örnek olacak duâlardan bir tânesiyle Allâh’a yalvarıyor: “Orada Zekeriyyâ Rabbine duâ edip dedi ki: "Rabbim! Bana tarafından temiz bir nesil ihsan eyle! Kuşkusuz sen duâyı işitmektesin." (Âl-i İmran, 38.) Çok geçmeden bu samîmî istek ve duâsına karşılık geliyor: “O, mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler: "Allâh’ın bir kelimesini tasdîk edici, efendi, iffetli ve sâlih kullardan bir peygamber olarak Yahyâ’yı Allah sana müjdeliyor.” (Âl-i İmran, 39.) ŞUAYB (AS): İFFET TİMSÂLİ KIZ ÇOCUKLARI YETİŞTİREN BİR BABA Kur’ânımızın ifâdesiyle hayâ sâhibi kızlar yetiştiren bir babadır Şuayb (as). Erkek çocuğu olmadığı için kızları onun hayvanlarının bakımını yapıyorlardı. Koyunlarını sularken erkeklerden sakındıkları için onların işinin bitmesini bekliyorlardı. Bu davranışları Kur’ân’da yer aldığı için övgüye layıktır. Erkeklerle ilişkilerinde sınır tanımayan kız çocuklarına ve onları bu konuda uyarmayan babalara örnek olsun diye Rabbimiz şöyle bahseder: “Onlardan Medyen suyuna vardığında orada hayvanlarını sulayan bir grup insanla karşılaştı. Onların biraz ötesinde de (hayvanlarının suya gelmesini) engelleyen iki kadın gördü. Onlara, "meseleniz nedir?" diye sordu. "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (hayvanlarımızı) sulayamayız; babamız da çok yaşlıdır" dediler. Bunun üzerine Mûsâ, onların hayvanlarını sulayıverdi. Sonra gölgeye çekilip, "Ey Rabbim! Bana lütfedeceğin her türlü hayra muhtâcım!" diye niyazda bulundu. Bu esnâda kızlardan biri utangaç bir edâ ile yürüyerek yanına geldi; "Bizim yerimize (hayvanlarımızı) sulamanın karşılığını ödemek üzere babam seni çağırıyor" dedi. Mûsâ, babalarının yanına gelip de ona başından geçenleri anlatınca, "Korkma, zâlimler güruhundan kurtuldun" dedi.” (Kasas, 23-24-25) EYYÛB (AS): BÜTÜN ÇOCUKLARINI KAYBEDEN BİR BABA Eyyûb (as) Rabbimiz tarafından sâhip olduğu tüm nimetlerin elinden alınmasıyla imtihân olundu. Önce malı mülkü sonra çocukları ve daha sonra da sağlığı elinden alındı. O kutlu peygamber bütün bunlara sabretti ve imtihanı kazandı: “Eyyûb’u da an! Hani Rabbine, "Başıma bu dert geldi. Ama sen merhametlilerin en üstünüsün" diye niyâz etmişti. Bunun üzerine Biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için anılacak bir örnek olmak üzere onun duâsını kabûl ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik; ona âile efrâdını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.” (Enbiyâ, 83-84.)

  1. LOKMÂN ÇOCUK EĞİTİMİNDE İDOL (NUMÛNE) BİR BABA

Bize Rabbimiz tarafından örnek bir baba olarak anlatılan Hazreti Lokmân, bir babanın çocuklarına anlatması ve öğretmesi gereken her konuda örneklik teşkîl etmektedir. Alt başlıklar hâlinde yavrusunu hangi konularda eğitmek istediğini takdirlerinize sunacağım:

  1. a) Îman bilinci, tevhîd akîdesi: “Lokmân oğluna öğüt verirken ona şöyle dedi: "Sevgili oğlum! Allâh’a ortak koşma; çünkü O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir zulümdür." (Lokmân, 14.)
  2. b) İbâdet ve kulluk bilinci: "Yavrucuğum, namazını özenle kıl, iyi olanı emret, kötü olana karşı koy, başına gelene sabret. İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir." (Lokmân, 17.)
  3. c) İhsan ve murâkabe bilinci: “Lokmân, "Sevgili oğlum" (dedi), "Yaptığın iş bir hardal tânesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklansa veya göklerde yahut yerin dibinde bulunsa yine de Allah onu açığa çıkarır. Kuşkusuz Allah her şeyi bütün gizlilikleriyle bilir, O her şeyden haberdardır." (Lokmân, 16.)
  4. d) Anne-baba ve berâber yaşadıklarımıza karşı sorumluluk bilinci: “Biz insana anne babasıyla ilgili öğütler verdik. Annesi güçten kuvvetten düşerek onu karnında taşımıştır; çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bunun için (ey insan), hem Bana hem anne-babana minnet duymalısın; sonunda dönüş yalnız Banadır. Eğer anne baban, hakkında bilgin olmayan birşeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa bu durumda onlara uyma ama yine de onlara dünyâda iyi davran; yüzünü ve özünü bana çevirenlerin yolunu izle; dönüşünüz yalnız Banadır, o zaman yapıp ettiklerinizin sonucunu size bildireceğim. (Lokmân, 15.)
  5. e) Güzel ahlâk ve görgü kuralları (âdâb-ı muaşeret) bilinci: "Gurûra kapılarak insanlara burun kıvırma, ortalıkta çalım satarak yürüme; unutma ki Allah gurûra kapılıp kendini beğenen hiçkimseyi sevmez." "Yürüyüşünde ölçülü ol, sesini yükseltme; çünkü seslerin en çirkini eşeğin anırmasıdır." (Lokmân, 18-19.)
  6. f) Arkadaş seçme bilinci: “Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak Banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.” (Lokmân, 15.)
  7. MUHAMMED MUSTAFA (SAV): GELMİŞ GEÇMİŞ EN MERHAMETLİ BABA

O’nun (sav) yüreği sâdece kendi öz evlatlarına değil Allâh’ın yarattığı tüm mahlûkâta karşı merhamet doluydu. Öz evlatlarına karşı son derece şefkatli, kibar ve onların üzerinde titreyen bir babaydı. Hz. Fâtımâ’nın düğününde sevinç gözyaşları dökerken oğlu İbrâhîm’in vefâtında hüzün gözyaşlarına boğulmuştu. Yetim olarak dünyâyı teşrif etmişti. Kendi dönemindeki bütün yetimlerin babasıydı O. Kimsesizlerin sığınağı, düşkünlerin elinden tutanıydı. Evet O (sav) bir babaydı. Ümmetin babası. Yüreği merhamet numûnesi bir baba. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm Hz. Peygamber’in hanımlarından “mü’minlerin anneleri” (el-Ahzâb, 33/6) diye söz etmekte; bir hadiste de Hz. Peygamber’in (sav), ümmetinin babası mevkiinde bulunduğu belirtilmektedir (bk. İbn Mâce, “Tahâret”, 16; Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 4; Nesâî, “Tahâret”, 35). İslâm âlimlerine göre bu nevi naslarda mü’minlerin Hz. Peygamber’i (sav) ve O’nun eşlerini kendi baba ve anneleri gibi saygıdeğer bilerek onlara hürmet duyguları beslemeleri, kendilerine saygısızlık göstermekten veya onları saygısız ifâdelerle anmaktan kaçınmaları gerektiği anlatılmak istenmiştir. (DİA) Aralık 2015  

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak