Ara

Kulun Rabbine Olan Tāzīm ve Hürmeti

Kulun Rabbine Olan Tāzīm ve Hürmeti

Allâh’ın şan ve şerefini yüceltmek ve O’nun emrini bütün buyrukların üstünde tutmak Allâh’a tāzīm duymanın bir ifâdesidir. Allah tāzīmde bulunmak samîmî duygu ve hissiyâtımızla O’na hürmeti zirvede tutmaktır. “Ta’zîm li-emrillâh” ifâdesiyle özetlenen ölçü İslâm’ın özü ve insanlığın icrâ etmesi gereken bir kulluk vazīfesidir. Allâh’ın bütün emirlerine tāzīm, Rabbimizin yüceliğini gönülden hissedebilmektir. 

Her konuda olduğu gibi Allâh’a tāzīm konusunda da örnek isim Peygamber Efendimiz (sav)’dir. Peygamber Efendimiz’in Allâh’a tāzīmi, ilâhî emirleri yerine getirirken gösterdiği hassâsiyet ve titizlikte kendini göstermektedir. Bu durum âyet-i kerîmelerde şu şekilde beyân edilmektedir:

“Rahmân’ın o kulları ki, Rablerinin âyetleri kendilerine okunup hatırlatıldığı zaman, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.” (el-Furkān 25/73)

“…Kendilerine Kur’ân okunduğu zaman, derhal yüzleri üzerine secdeye kapanırlar.” (el-İsrâ’ 17/107)

Müşriklerin kendileri ile ilgilenirken özel imtiyaz isteyen taleplerine uyacak olan Peygamber Efendimiz fakir Müslümanlar hakkında uyarılınca, derhal ilâhî emre boyun eğmiş, ashābıyla ilgisini ayrı bir titizlikle gösterir hâle gelmiştir. Bu durumun bir örneğini Habbâb (ra) şöyle anlatmaktadır:

“Akra’ bin Hâbis ve Uyeyne bin Hısn, Resûlullâh Efendimiz’e geldiler ve onu Bilâl, Suheyb, Ammâr ve Habbâb gibi fakir ve kimsesiz Müslümanlar arasında otururken buldular. Çevresindeki bu zayıf Müslümanları hakīr görerek Peygamber Efendimiz’e:

 – Bizim için bunlardan ayrı bir oturum yapmanı ve ayrı bir meclis tahsīs etmeni isteriz. Böylece Araplar, bizim bunlardan üstün olduğumuzu anlasınlar. Biliyorsun ki bize Arap kabîlelerinden birtakım elçiler ve heyetler gelir. Onların bizi bu kölelerle birlikte görmelerinden utanırız. Dolayısıyla, biz gelince onları yanından uzaklaştır. Seninle işimiz bittikten sonra yine istersen onlarla ayrıca otur, dediler. Allâh Resûlü:

‘– Olur.’ buyurdu. Onlar:

– Olur, demen yetmez, bizim için bunu yazılı hâle getir, dediler. Bunun üzerine Allâh’ın Resûlü Hz. Ali’yi çağırıp, bir de yazmak için sayfa istedi. Biz bir köşede oturuyorduk. O sırada Cibrîl (as) geldi ve:

‘Sabah akşam Allâh’ın rızāsını dileyerek Rablerine duā edenleri sakın yanından uzaklaştırma! Onların hesâbından hiçbir şey sana, senin hesâbından hiçbir şey de onlara āit değildir. Eğer onları kovarsan, zālimlerden olursun!’ (el-En’ām 6/52) âyet-i kerîmesini getirdi. Sonra:

‘Biz, onlardan kimisini kimisiyle ‘Allah aramızdan bunlara mı lütfunu lâyık gördü?’ desinler diye, işte böyle imtihān ettik. Allâh şükredenleri en iyi bilen değil mi?’ (el-En’ām 6/53) âyet-i kerîmesini, sonra da:

‘Âyetlerimize îmân edenler sana geldiklerinde, de ki: ‘Selâm sizlere, Rabbınız, rahmet ve merhameti Kendisine düstûr edinmiştir.’ (el-En’ām 6/54) âyetini okudu. Ālemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz, anlaşmayı yazmak üzere elinde bulunan sayfayı derhâl bir kenara bıraktı ve bizi yanına çağırdı. Yanına geldiğimizde; “Selâm sizlere, Rabbınız rahmet ve merhameti Kendisine düstûr edinmiştir.” diyordu. Ona yaklaştık; hattâ o kadar yaklaştık ki, dizlerimizi onun dizlerine dayadık. Bu âyetin inmesinden sonra, biz eskiden olduğu gibi, Peygamber Efendimiz’in yanında oturmaya devâm ettik. Fakat o, yanımızdan kalkıp gitmek istediği zaman kalkar giderdi. Ne zaman ki:

“Sabah akşam Rablerine, O’nun hoşnutluğunu dileyerek duā edenlerle birlikte candan sabret! Dünyâ hayâtının süslerini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma!...” (el-Kehf 18/28) âyet-i kerîmesi indi, artık böyle yapmaz oldu. Birlikte otururken vakit geç olup Peygamber Efendimiz’in kalkma zamânı geldiğinde, rahatça kalkıp gidebilmesi için, biz erken davranır ve onun yanından kalkardık (İbni Mâce, Zuhd, 7; Taberî, Câmiu’l-Beyân, 1995:VII/262-263).

Fakir sahabiler hakkında Kehf sûresinin 28. âyeti inince, Peygamber Efendimiz hemen kalkıp o fakir sahabelerini aramaya koyulmuş ve onları mescidin arka taraflarında Allâh’ı zikrederlerken bulmuştur. Bunun üzerine; “Canımı almadan önce, ümmetimden bu insanlarla berâber bulunmaya sabretmemi emreden Allâh’a hamdolsun! Artık hayâtım da, ölümüm de sizinle berâberdir.”  buyurmuştur (Çelik, Üsve-i Hasene, 2003:I/63).

Peygamber Efendimiz’in Allâh’ın şânına gösterdiği tāzīm gibi ashāb-ı kiram da Allâh’ın azameti karşısında tir tir titremiş, Allâh’ın hükmünü yerine getirmede zāfiyet göstermekten korkmuş, Rabbimizin yoluna baş koymuşlardır. Hz. Ayşe Annemiz babası Hz. Ebûbekir’in Allâh’a olan tāzīminden bahsederken şu hâdiseyi bize aktarmıştır:

“Yüce Allah, bana atılan iftirâdan berâatim hakkındaki âyetleri indirince, babam Ebûbekir, akrabâlığından ve fakirliğinden dolayı nafaka vermekte bulunduğu Mıstah bin Üsâse için:

‘Âişe’ye bu iftirâyı attıktan sonra, vallâhi ben de, Mıstah’a hiçbir zaman birşey vermeyeceğim!’ diye yemîn etmişti. Bunun üzerine Yüce Allah:

‘Sizden fazīlet ve servet sâhibi olanlar, akrabâlara, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere bir şey vermeyeceklerine yemîn etmesinler. Bilakis affetsinler ve aldırmasınlar! Allâh’ın sizi affetmesini istemez misiniz? Allah, çok affedici ve çok merhamet edicidir.’ (en-Nûr 24/22)  âyetini indirdi. Bunun üzerine Ebûbekir: ‘Vallâhi ben, Allâh’ın beni affetmesini elbette isterim!’ dedi. Mıstah’ın nafakasını tekrar vermeye başladı ve: ‘Vallâhi, ben artık onun nafakasını hiçbir zaman kesmem!’ dedi.” (Buhārî, Megâzî, 34;Müslim, Tevbe, 56)

Hz. Ebûbekir gibi ashāb-ı kirâmın her birisi de Allâh’ın emri konusunda son derece hassas davranmışlardır. İçkiyi yasaklayan Mâide sûresinin 90 ve 91. âyetleri nâzil olup Peygamber Efendimiz bunları ashâbına okurken, âyetin sonundaki “Artık vazgeçtiniz, değil mi?” kısmına gelince, Hz. Ömer hemen: “Vazgeçtik! Vazgeçtik yâ Rabb!” dedi. Sâdece Hz. Ömer değil, orada bulunan bütün Müslümanlar da; “Artık içkiden, kumardan vazgeçtik Rabbimiz!” dediler. Daha sonra Resûlullâh’ın emriyle bir münâdî; “Haberiniz olsun ki içki haram kılınmıştır!” diyerek Medîne sokaklarında seslenince, tulumları delinip boşaltılan ve küpleri kırılıp dökülen içkiler, Medîne sokaklarında su gibi akmıştır. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I, 53; II, 351; Nesâî, Eşribe, 1, 2). 

Allâh’a tāzīmin bir diğer yansıması, Allâh’ı hatırlatan nişânelere saygı göstermek olmuştur. Konuyla ilgili olarak Allâh Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Her kim, Allâh’ın şeâirine ta’zīm gösterirse, şüphesiz bu, kalplerin takvâsındandır.” (el-Hacc 22/32)

Allâh’ı hatırlatan nişânelere saygı göstermek Allâh’a tāzīmin bir gereğidir. Kur’ân-ı Kerîm, Ka’be, ezan, namaz, kurban, Safa ve Merve örneklerinde olduğu gibi bir kulda Allâh’a yakınlık hissi uyandıran her şey şeâirdendir. Allah (cc), soyut konuları, insanların daha kolay idrâk edebilmeleri için, somut olgulara benzeterek anlatmıştır. Bu nişâneler de, Allah Teâlâ’ya ibâdette kullanılan ve hislerimizle kavranabilen şeylerdir. Bunlar sâdece Allâh’a has kılınmıştır ve bu sebeple onlara gösterilen saygı, Allah Teâlâ’ya saygı; onlara karşı gösterilen saygısızlık da, yine Allah Teâlâ’ya gösterilen saygısızlıktır. Örneğin Kur’ân-ı Kerîm’e gösterilen saygı, onu inzâl eden Hakk Teâlâ’ya saygı ile aynıdır. Zîrâ insanların peygamberlerin izlerini tākip ederek Allâh’a vasıl olmaları, ancak onlara indirilen kitaplara saygı göstermelerine ve bunları okuyup ahkâmını tatbîk etmelerine bağlıdır. Peygamber Efendimiz (sav), kendisine ilâhî vahiy geldiği zaman ona bütün varlığı ile yönelir ve gelen vahyi tam mānâsıyla alabilmek için dikkat kesilirdi. Vahyin ilk zamanlarında, kalbine nüzûl eden Kur’ân âyetlerini unutmamak için mübârek dillerini kıpırdattıklarında: “(Ey Resûlüm!) Vahyi çabucak ezberlemek için dilini kımıldatma! Şüphe etme ki, onu toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak, Bize āittir. O halde, Biz onu okuttuğumuz zaman, sen onun okunuşunu tākip et!” (el-Kıyâme 75/16-18) ilâhî îkāzı gelmiştir.

Peygamber Efendimiz’in Kur’ân-ı Kerîm’i çok sevmesi, onu okurken ve dinlerken derin bir hissiyât içinde duygulanıp gözyaşı dökmesi de Allâh’a olan tāzīminin bir yansıması idi. (Çelik, Üsve-i Hasene, 2003:I/68).

Benzer hâlet-i rûhiye ashāb-ı kirâmın da en önemli hasleti idi. Bunlardan İkrime (ra) Mushaf-ı Şerîf’i alır, yüzüne sürerek ağlar ve “Rabbimin kelâmı! Rabbimin kitâbı!” diyerek Cenâb-ı Hakk’a olan tāzīm ve muhabbetini gösterirdi (Hâkim, Müstedrek ale’s-Sahîhayn, 1990:III/272).

Kur’ân-ı Kerîm’e saygı gibi Ka’be’ye hürmet de Allâh’a tāzīmin bir gereğidir. Ka’be, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin bir tecellîsi olarak, insanların namaz kılarken yöneldikleri, tavâf ettikleri ve böylece Allâh’a yakınlaşmaya çalıştıkları mübârek bir mābeddir. Hakk Teâlâ, kullarını bu mübârek evi ziyârete ve ona saygıya dāvet etmiştir. Ona saygının gereklerinden olarak, tavaf esnâsında mutlakā abdestli olmak ve nerede olursa olsun, abdest bozarken ön veya arkayı Ka’be’ye (kıbleye) doğru çevirmemek gerekir. Peygamber Efendimiz, bu hususlarda büyük hassâsiyet göstermiştir. (Çelik, Üsve-i Hasene, 2003:I/69).

Allâh’ın şeāirinden bir başkası olan namaza herkesten çok titizlik gösteren Peygamber Efendimiz: “Sizden biri namaza durduğu zaman, hiç şüphesiz Allah, onun önünde olur.” (Buhārî, Edeb, 75) buyurarak mü’minlerin de onu büyük bir tāzimle edâ etmelerini istemiştir.

Dînimizin en özel nişânelerinden biri de ezandır. “Bu ezanlar ki şehâdetleri dînin temeli” mısrâında dile getirildiği gibi, dînin temel esasları onun vâsıtasıyla her an ilân edilip durmaktadır. Peygamber Efendimiz (sav) namaz vakitlerinde ezanı okutur, ezanın dikkatlice dinlenmesini, müezzinle berâber ezanın sözlerinin tekrar edilmesini ve duālarının okunmasını isterdi. Ezana tāzīm göstererek, ümmetinin de aynı şekilde davranmalarını tavsiye ederdi. (Müslim, Salât, 12; Ebû Dâvud, Salât, 36)

Özetle kulluk, Allâh’a tāzimle anlam kazanmaktadır. Allâh’ın varlığını ve birliğini derinden hisseden kul, Allâh’ın huzūrunda olduğunu aklından ve fikrinden hiç çıkarmaz, kendine çekidüzen verir, ilâhî emirleri ihmâl etmez, Allâh’ın yasakladıkları karşısında titizlik gösterir. Kul olarak bizlere Allâh’ı hatırlatan ilâhî nişânelerin hakkını vermek, hürmet hissiyle Allâh’ın değer verdiklerine değer vermek Allâh’ın büyüklüğünü idrâk etmenin bir gereğidir.

Kaynaklar

Çelik, Ömer & Öztürk, Mustafa & Kaya, Murat, Üsve-i Hasene (Kullukta-Ahlâkta-Adâbda) En Güzel İnsan –sallallahu aleyhi ve sellem-, Erkam Yayınları, İstanbul 2003.

Hâkim, Ebû Abdillâh Muhammed bin Abdillâh en-Neysâbûrî, Müstedrek ale’s-Sahîhayn, Beyrut 1990.

İbn-i Abdilberr, Ebû Ömer Yûsuf bin Abdullâh bin Muhammed, el-İstîâb fî Mârifeti’l-Ashâb, Kâhire, ts.

İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Dâru’l-fikr, Beyrut 1937.

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, trc. Şefik Can, Ötüken Yayınları, 3.Baskı, İstanbul 2001.

Taberî, Ebû Câfer Muhammed bin Cerîr, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Beyrut 1995.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak