Ne çok çelişkilerle dolu ahvâlimiz, inandıklarımızla yaşadıklarımız arasındaki hemhâlimiz. Kâh kuyuda Yûsuf oluşumuz kâh ikiye yarılan Kızıldeniz’de yol alan firavunun peşinde kayboluşumuz. Peki, biz neredeyiz? Bize bahşedilen cüz'î irâdenin peşinde mi, yoksa Kızıldeniz'e sürüklenmeye sebep kibir ve hırs dolu benlikte mi?
Boşvermişliğin miskinliğine tutulmuş, kıyâmete ramak kala yaşanan zamanlardan geçiyor insanoğlu. Hiç bu kadar unutmamıştı insan, insan olduğunu. Yaratıldığı günden bugüne kadar tüm çirkefliklerin hepsini bir arada yaşayan bir kavim daha olmamıştır herhalde. Her kavmin helâkına sebep olan bütün sapkınlıklar, bu zamânın âhir zaman ümmetinde toplanmış bulunmaktadır. Bu âhir zaman nesli; ahlâkî değerlerin yok sayıldığı, her şeyin madde ile ölçüldüğü, mânânın tamâmen kaybolduğu bir zamanda, haram olan her şeyi normal kabûl eden bir toplumla karşı karşıya geldi. Cinsel sapkınlıklar, fâiz, tefecilik ve yolsuzluklar, liyâkat kisvesi altına gizlenmiş, adam kayırma gibi daha birçok davranış biçimi, yanlış olduğu bilinmesine rağmen toplumun çoğunluğu tarafından maalesef ki doğru gibi kabul görmektedir.
Ahlâkî değerler konusundaki çürümüşlük toplumun iliklerine, en ince kılcal damarlarına kadar öylesine işlemiş durumdadır ki bununla berâber etrafa yayılan çürümüşlüğün verdiği kötü kokunun kimse farkında değildir. Öyle ki bu pis kokular; topluma hoşgörü, farklılıklara anlayış, tercihlere saygı adı altında süslenerek makbul görülmek istenmektedir. Lût kavminin helâkına sebep olan sapkınlıklar, bu zamânın sözde popüler ünlü kişileri tarafından gözler önünde utanmadan arlanmadan yaşanarak gencecik dimağları zehirlemeye devâm etmektedir. Maalesef ki insanlık, bu süslü popülist kişilerin yaydığı bu pis kokunun, şerbet diye uzattıkları ölümcül zehrin, insanlığa vurduğu yıkıcı darbenin ve durumun vahâmetinin ne denli büyük olduğunun farkında değildir. Farkında olanlar da ‘bize dokunmayan yılan bin yaşasın’ kafasıyla devâm etmektedirler. Oysa ki o yılan tüm insanlığın helâkına sebep olacak kadar zehirlidir.
Allah (cc) şöyle buyurmaktadır: “Yoksa onlara daha önce helâk edilen toplulukların, Nûh kavminin, Âd ve Semûd’un, İbrâhim kavminin, Medyen halkının ve şehirleri altı üstüne getirilmiş Lût kavminin ibret dolu haberleri gelmedi mi? Hâlbuki onlara peygamberleri apaçık deliller getirmişti de kabul etmemişlerdi. Allah onlara kesinlikle zulmetmedi, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.” (Tevbe, 70)
Doğru yoldan sapmış kişileri; güç, kuvvet, makam, zenginlik gibi basit durumlar şımartır. Kendisine verilen nîmetlere şükrü unutturarak nisyanlara doğru sürükler. Maalesef ki günümüzde de geçmiş kavimlerin helâkına sebep olan tüm davranışlar tekerrür etmekte, toplumlar bundan hiçbir şekilde ders çıkartmamaktadırlar. Sağlığın, zenginliğin, kendisine verilen rızıkların, bahşedilen tüm nîmetlerin asıl sâhibinin yüce Allah (cc) olduğunu unutarak her şeyi kendinden bildi. Kısacası her zamanki gibi büyük yanılgılar, sapkınlıklar ve yanlışlar içinde kaybolup, vahşî ve duygusuz bir varlığa dönüştü insan denen canlı.
O sebepledir ki âhir zaman ümmeti olarak âilemizi, çocuklarımızı bu ateşten korumanın yollarını aramalı, birlikte zaman geçirilen kişilerin karakterini, mânevî ve ahlâkî durumunu göz önünde bulundurarak arkadaşlıklar edinmeye gayret etmelidir.
Lokman (as) da oğluna şu tavsiyede bulunmuştur: “Yavrum! Âlim (ve ârif) kimselerle berâber ol ve onların sohbetinden ayrılmamaya çalış! Zîrâ Allah Teâlâ, yağmurla toprağı canlandırdığı gibi, hikmet nûruyla da kalpleri canlandırır.” (Ahmed bin Hanbel, Kitâbü’z-Zühd, hd. no: 552; Heysemî, I, 125)
Çünkü yaşanan mekânlar, birlikte zaman geçirilen kişiler, hattâ cansız olan varlıkların, eşyâların dahi iyi veya kötü yönde bıraktığı hissiyat insanın ruh hâline sirâyet etmektedir; tıpkı suya yansıyan silüetler gibi.
Rasûlullah (sav) ve ashâb-ı kirâm, Tebük Seferi'nden dönüşte gölgelenmek ve su temin edebilmek için Hicr Vâdisi'nde Semud Kavminin taşları oyarak yapmış olduğu köşklere girmişlerdi. Bunun üzerine Efendimiz (sav):
- “Bu taştan oymalı evlere hüzünle girin! Buradan bir şey de almayın! Çünkü burada azgın bir kavme azâb-ı ilâhî geldi…” buyurdu. Ashâb:
- “Yâ Rasûlâllah! Kırbalarımıza su doldurduk ve bu sudan hamur yaptık.” deyince, Hazret-i Peygamber (sav):
- “Suları boşaltın ve hamurları dökün!” emrini verdi. (Buhârî, Enbiyâ, 17)
Dünyâda yaşanan onca kötülük elbette bir gün son bulacak, mazlûmun âhı elbette ki yerde kalmayacak, zâlimlerin ve sapkınların üzerine ebâbil yürekli nesiller uçacak. Allâh’ın (cc) adâleti mutlaka tecellî edecektir.
“Andolsun, onlardan azâbı sayılı bir topluluğa (veya belirli bir süreye) kadar ertelesek, mutlaka: 'Onu alıkoyan nedir?' derler. Haberiniz olsun; bunun geleceği gün, onlardan geri çevrilecek değildir ve alaya almakta oldukları şey de kendilerini çepeçevre kuşatacaktır.” (Hûd, 8)
Bazen hayâtın akışı öyle garip bir hal alıyor ki karşılaşılan olaylar ve insanlar, dost bilinenlerin vefâsızlığı, insanın yaşamının bir sınavdan ve olgunlaşma sürecinden geçtiği kanâati ve inancını oluşturuyor. Geriye ise sâdece tefekkür ve tevekkül etmek kalıyor. Çünkü ömür yolculuğu çetrefilli ve zordur, kâh fırtına kâh karanlık. An olup da gül bahçesini bulsan bile, dikeni dokunur eline ve yüreğine. Her şeyin ve herkesin sahtesinin daha çok olduğu bu dünyâda, yaşamak ve nefes almak elbette ki zordur. Ama aslolan; bunca iyiliğe, güzelliğe ve sevgiye dâir tüm umutları kıran, sûreti insanken sîreti ruhsuz bir varlığa dönüşenlerin çoğunlukta olmasına rağmen, umut ederek ve inanarak yaşamaktır. Ve bir gün mutlaka ama mutlaka, bu dünyâda aşkın, sevginin, dostluk ve arkadaşlığın kısacası güzel olanın kalıcı olacağından emîn olunmalıdır. Zâten bu inancın verdiği haz ve mutluluk hissini, ancak tüm benliği ile gerçekten insan olanlar hissedebilirler. Çünkü onlar madde ile değil mânâ ile var olunabileceğine inanan kişilerdir.
Salih Mirzabeyoğlu'nun sahte insanlar, sahte dost ve arkadaşlıklara atfettiği bir sözünü okumuştum: “Ne aşkınız aşka, ne hırslarınız hırsa, ne gamınız gama, ne neşeniz neşeye benziyor; dostlukta hodbin, kinde korkak ve fedâkârlıkta gösterişçisiniz!”
Maalesef ki dünün insanı için sâdece bir çizik olan bu sahtecilik, bugünün insanı için daha derin izler bırakan yaraya dönüştü. Dilerim Rabbimizden, bizlere artık bizi kendi fıtratımıza, öz benliğimize döndürecek akıl ve ferâset nasîb eylesin...
Aralık 2024, sayfa no: 14-15-16
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak