Rabbimiz insanı yaratıp dünyâya göndermeden önce kâinâtı yarattı. Ve kâinâtın işleyişini, mevcûdâtın birbiriyle irtibâtını bir sisteme bağladı. Kâinâtın çarkı bu sistemle dönmektedir. Kur’ân bu sistemin kusursuzluğuna bizim dikkatimizi çekmektedir. Bu sistemin çöküşünü “Kıyâmet” olarak nitelemektedir. Yâni Rabbimizin kâinâta yerleştirdiği bu nizâmın, işleyişin çökmesi, yıkılması kıyâmetin kopmasıdır. Bu kıyâmetin kopması demek herkes ve herşeyin enkaz altında kalması, ölmesi demektir.
Ve yine Rabbimiz kâinâtın içinden dünyâ gezegenini eşref-i mahlûkât olarak nitelendirdiği insanın yaşam alanı olarak seçti. İnsanın buradaki hayâtını huzurlu olarak yaşaması için de ona uyması gereken bir sosyal sistem verdi. Yâni ona emânet etti. Buna ‘vahiy ve din’ diyoruz. Bu sistem hayâtın her yönünü içine almaktadır. Buna uyulmadığı zaman da sosyal sistem çökecek ve insan huzursuz, keşmekeşliklerle dolu bir hayat veya böyle bir toplum içinde yaşayacaktır.
Dolayısıyla insan, özelde içinde yaşadığı dünyâda ve genelde kâinattaki yaşantısında kendisi için kurulan bu sistemlere uymazsa, bu sistemin işleyişine olumsuz bir şekilde müdâhil olursa, emâneti zâyi ederse kıyâmetini koparacağı kendisine haber verilmiştir. “İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bâzı (kötü) sonuçlarını (dünyâda) onlara tattıracaktır.”1
Kâinattaki sistemin çökmesi olan büyük kıyâmet mukadderdir. Kendisine bir ömür verilmiştir. Eceli geldiği zaman çökecek yâni ölecektir. İnsanın ölmesi gibi. Ancak bizim hayâtımızı yakından ilgilendiren sosyal sistemin çökmemesi, günlük hayâtımızın kaosa dönüşmemesi için Rabbimiz (cc) ve Peygamberimiz (sav) bizi uyarıyorlar.
Eğer size emredilen bu sosyal sisteme (emânete) sâhip çıkmazsanız hayâtınızdan kan, gözyaşı, kaos, zulüm, terör, şiddet ve her türlü haksızlık eksik olmaz. Asıl kıyâmet bu. Büyük kıyâmette herkes ölür kurtulur. Ama sosyal kıyâmette ölümü arar hâle gelir. İçinde yaşadığımız bu günlerde emânetini zâyi etmiş, başına kıyâmeti kopmuş birçok insanla ve en önemlisi bir Ümmet ile karşı karşıyayız. Şimdi size zâyi ettiğimiz asıl ve en önemli emânetimizi ve kopan kıyâmetimizi arz edeceğim.
Kulluk Emâneti: “Şüphesiz biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zâlimdir, çok câhildir.”2 Buradaki emânet; Kelime-i şehâdet, kelime-i tevhîd, kullara emredilen farzlar, Namaz, zekât, oruç, Hac kısaca bütün emir ve yasaklardır.3 Ya da “insanın, akıl ve hür irâdeye dayalı yükümlülüğü”dür.4
Bütün Peygamberlerin insanları Kelime-i Tevhîde çağırmalarının sırrı burada yatıyor. Allâh’ın insanlar için istediği ve seçtiği hayat tarzını, yaşam biçimini kabûle ve emânete sâhip çıkmaya dâvettir. Çünkü Kelime-i Tevhîd Müslümanca yaşamanın ve İslâm’ın öngördüğü yaşam tarzını kabûlün anahtarıdır. Bu hayat tarzını benimsediği zaman hem emânete sâhip çıkacak ve hem de Allâh’ın yeryüzündeki hilâfetine lâyık olacaktır. İnsanın Allâh’a lâyık bir kul olması tevhîd emânetine ve O’nun istediği hayat tarzına uymasına bağlıdır.
Peygamberlere karşı çıkanlar, kelime-i tevhîdi benimsemeyenler aslında onun getirdiği yaşam biçimini reddettiler. Kul olduklarını kabûl etseler bile kul gibi yaşamak istemediler. Kendilerine verilen nîmetleri, imkânları kendilerinden zannettiler. Şımardılar. Haddi aştılar. İsyân ettiler. Azdılar. “Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder.”5 Ve en önemlisi Allâh’ın istemediği bir hayat tarzı yaşadılar. Kulluğu ve kul gibi yaşamayı kabûl etmediler. Kulluk emânetini zâyi ettiler. Emânete hıyânet ettiler. İşte kâfirlerin âhirette hesâba çekilecekleri en önemli konu “hıyânet” olacaktır.
Oysa Rabbimiz Peygamberleriyle kulluğun nasıl yaşanması gerektiğini onlara gösterdi. Kullukta ve emânete riâyette rol model yaptı onları. Ama onlar Peygamberleri dinlemediler ve onları dışladılar. Ya başka ilâhlar edindiler ya da kendi hevâ ve arzularını ilâhlaştırdılar. Hâlbuki ulûhiyete en lâyık olan Rabbimizdir. Birinin O’nun dışında bir ilâh edinmesine rızâsı ve tahammülü olmadığı için peş peşe Peygamberler gönderdi. Ve kendisinin dışında birilerinin ilâh edinilmesini affetmeyeceğini haber verdi.
“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını aslâ bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allâh’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftirâ etmiş olur.”6
Muaz İbni Cebel radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
- Ey Muaz! Allâh’ın kullar üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?
- Allah ve Resûlü iyi bilir.
- Hiçbir şeyi ortak tutmaksızın Allâh’a kulluk etmeleridir... Kulların Allah üzerindeki hakkı nedir bilir
misin?
- Allah ve Resûlü iyi bilir.
- Onlara azâb etmemesidir.7
Biz mü’minlere gelince, kulluğumuzun gereği olarak yapmamız gereken şeyler bizim emânetimizdir. Bunun nasıl yapılması gerektiğini bize yaşayarak örnek olup gösteren sevgili Peygamberimizdir (sav). Hayâtının her alanında kulluğunu doya doya yaşamanın hazzını tatmıştır. Ayakları şişinceye kadar gece namazı, nâfile oruçlar gibi hayâtındaki ibâdet yoğunluğu, “şükreden bir kul” ve emânete riâyet eden bir kul olma bilinciydi. Çünkü O zâten Allâh’a lâyık bir kuldu. Ve onun kulluk bilinci yaşam tarzının merkezindeydi. Devamlıydı. Hasbiydi. Sâdece Allah içindi.
Peki hayâtının merkezinde dünyânın geçici nîmetleri olan biz Müslümanlar! Dünyâdan arta kalan zamanlarda kulluk görevlerini aradan çıkarmaya çalışıyoruz. Kulluğumuzda devamlılığı kaybettik. Kulluğumuzun gereği yaptığımız ibâdetlere dünyevîleşme virüsü bulaştı. Maksatlarımız birilerine mesaj vermek ve onları memnûn etmek oldu. Hasbiliği, sâdece Allah için olmayı kaybettik. “Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibâdette kimseyi ortak koşmasın.”8
Kulluk bilincini sâdece ibâdetlere hasrettik. Muamelemiz, ahlâkımız, sosyal yaşantımızda kârunlaştık. İdâremizde firavunlaştık. Yeryüzünü Allâh’ın halîfesi gibi idâre edemedik. İdârecilik emânetini de ehil olana veremedik. “Allah size, emânetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”9
Bir toplantıda Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem etrâfındaki sahâbîlere birşeyler anlatırken, bir bedevî geldi ve:
- Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sordu.
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem sözünü kesmeyip konuşmasına devâm etti. (O kadar ki) oradakilerden kimisi (kendi içinden) “Bedevîyi işitti ama, sorusundan hoşlanmadı”; kimisi de “Gâlibâ işitmedi” diye durumu yorumladı. Derken Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem sözünü bitirince:
-O, kıyâmeti soran nerede? buyurdu. Bedevî:
-Benim, buradayım yâ Resûlallah! dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
-Emânet zâyi edildi mi kıyâmeti bekle! buyurdu. Bedevî:
-Emânet nasıl zâyi olur? dedi. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de:
-İş, ehil olmayana verildi mi kıyâmeti bekle! buyurdu.10
Kulluk emânetini zâyi ettik. Kulluğumuzda kıyâmeti yaşıyoruz. Kulluğumuz çöktü. Kul olduğumuzu unuttuk. Kul olduğumuzu unutunca nefislerimizi ve dünyânın geçici nîmetlerini ilâhlaştırmaya başladık. Bu da bizim yaşam tarzımızı değiştirdi. Anlayışımızı, bakışımızı, görüşümüzü değiştirdi. Ve yaşam tarzımızda kıyâmet koptu. Kendimizi emânetçi değil de herşeyin sâhibi zannetmeye başladık.
Halbuki biz emâneti yüklenirken “ulûhiyyete en lâyık olan sensin Allâhım” demiştik. Eğer bu sözümüzün dışına çıkarsak, itâat değil isyân edersek cezâmıza, itâat edersek mükâfâtımıza râzıyız demiştik. Ama yer, gökler ve dağlar mükâfat ve cezayı duyunca bundan kaçınmışlardı.11 “O takvâya (kendisine karşı gelmekten sakınılmaya) ehil olandır, bağışlamaya ehil olandır.”12 İşte insan yâni biz bu ağır yükün altına girmiştik. Şimdi bu ağır yükün farkında olmayanlar gibi yaşamaya başladık. Dolayısıyla bugün özelde ümmet coğrafyasında, genelde insanlık coğrafyasında yaşanan olumsuzluklar sosyal kıyâmetin koptuğunu ve kulluk emânetine hıyânet edildiğini göstermektedir. Başımıza yıkılan kıyâmet budur. Kurtuluşumuz kulluğa lâyık oluşumuza bağlıdır.
Dipnotlar:
1 Rum, 41.
2 Ahzab, 72.
3 Maturidi, Tevilatu Ehlis-sünnet,4 /139
4 Diyanet Kuran Yolu tefsiri
5 Alak, 6-7.
6 Nisâ, 48
7 Buhârî cihad 46
8 Kehf, 110.
9 Nisâ, 58.
10 Buhârî ilim, 2
11 Maturidi, age
12 Müddessir, 56.
Kasım 2018, sayfa no: 6-7-8-9
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak