Ara

Kudüs ve Gazze’deki Tâife-yi Mansûre

Kudüs ve Gazze’deki Tâife-yi Mansûre

Efendimiz’in (sav), ashâb-ı kiramdan Ebû Zer’in (ra) sorularına verdiği cevâba göre, yeryüzüne ilk inşâ edilen mescid “Mescid-i Harâm”, ikinci inşâ edilen mescid ise “Mescid-i Aksâ” olup iki mescid arasında kırk yıllık bir süre bulunmaktadır. Yeryüzündeki en kadîm şehirlerin ilk sıralarında yer alan Kudüs şehri, târihî seyri içerisinde farklı isimlerle de adlandırılmıştır.

Kudüs kelimesi, “tehhâre/temizlik” anlamına geldiği gibi “noksanlıklardan ve ayıplardan temizlenmiş” anlamına da gelmektedir. Hicazlılara göre ise Kudüs, içinde temizlik yapılan bir kap olan “es-settel, el-kaddese” ile aynı anlamdadır. Bu anlamlarından dolayı Beytü’l-Mukaddes’e temizlenmiş ev deniliyordu ki, orada insanlar günahlarından temizleniyordu. Hıfzî, Târîhu Fezâili Kuds-i Şerif adlı eserinde “Kudüs” kelimesini izah ederken şöyle demektedir: “Şam’a, Şam deyû ad verdiler, çünkü Kâbe’nin şimâlindedir/kuzeyindedir ve Yemen’e onun için Yemen dediler ki Kâbe’nin yemenindedir/güneyindedir ve Beytü’l-Makdis’e onun içün Kudüs dediler ki haşr u neşr/yeniden diriliş onda olsa gerektir.” 

“Allâh'ın katında hak din İslâm’dır.” (Âl-i İmrân, 3/19) âyetiyle sâbit olduğu üzere, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’den (as) Hz. Muhammed’e (sav) kadar gönderilen bütün Peygamberler İslâm dîni ile gönderildiklerinden, kadîm târihiyle Kudüs bir İslâm şehridir. Nice Peygamberin doğup büyüdüğü yaşadığı, vahye muhatap olduğu, dâvet ve tebliğini yaptığı, tevhîd ve vahdet mücâdelesinde bulunduğu, cihâd ettiği ve hicret etmek zorunda kaldığı şehirdir Kudüs. 

Ne Yahudi ne de Hristiyan, ancak hanîf bir müslüman ve tek başına bir ümmet olan ve “Ben Rabbime gidiyorum. O, bana doğru yolu gösterecek.” (Saffât, 37/99) diyerek Kudüs’e giden Hz. İbrâhim’in (as) kabrinin bulunduğu, oğlu Hz. İshâk’ın (as) ve torunu Hz. Yâkub’un (as) yaşadığı, Hz. Yûsuf’un (as) kuyuya atıldığı, Hz. Mûsâ’nın (as) İsrâiloğullarını Mısır’dan alıp götürmek istediği Filistin topraklarının merkezidir Kudüs. Hz. Dâvûd’un (as) fethedip başkent yaptığı ve Hz. Süleymân’ın (as) Mescid-i Aksâ’yı inşâ ettiği mübârek şehirdir şanlı Kudüs.

Allâhu Teâlâ’nın, tertemiz yaratıp dünya kadınlarına üstün kılıp İmran âilesinden seçtiği, iffet ve nâmus timsâli Hz. Meryem’in doğup yaşadığı ve benzeri olmayan bir mûcize ile, Rûhu’l-Kudüs’le desteklenen, hikmetin, Tevrat ve İncil’in öğretildiği ve göklere yükseltilen Hz. Îsâ’yı (as) dünyâya getirdiği topraklardır nazlı Kudüs.

Hâtemü’l-enbiyâ yani Peygamberlerin sonuncusu, insanların ve cinlerin Peygamberi, rahmeten li’l-‘âlemîn/âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafâ’nın (sav) İsrâ ile Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya ve oradan da Mîrâc ile Rabbi’nin şerefli katına yükseltildiği beldedir izzetli Kudüs. 

Siyonistleşmiş İsrâiloğulları’nı Müslümanlığa dâvet için gönderilen Peygamberler diyârı olan ve “Dârü’s-selâm/barış yurdu/selâm yurdu” olarak da isimlendirilen Kudüs târih boyunca farklı felâketlere de sahne olmuştur. MÖ.586’da Bâbil Kralı Nebukadnezar/Buhtunnasr ve MS.70 yıllarında Romalılar Kudüs’e girip şehri kuşatmış, şehir düşmüş, Kudüs ateşe verilmiş, her yeri yıkılmış, halk katliamdan geçirilmiş, katliamdan kurtulanlar da sürgün edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu konu İsrâ sûresi 4. ve 5. âyet-i kerîmelerde şöyle yer almaktadır:

“Biz İsrâiloğullarına kitapta şu hükmü de bildirdik: “Siz ülkede iki kere bozgunculuk yapacak ve açık zorbalıklar edeceksiniz.” Onlardan birincisinin vâdesi gelince, kuvvet ve şiddet sâhibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ettik de onlar sizi yakalayabilmek için evlerin aralarına bile girerek her tarafı didik didik edip araştırdılar. Bu, yerine getirilmesi gereken bir vaad idi.” 

Sâsânîler tarafından 614’te işgâl edilen Kudüs’ü, 629’da Bizans İmparatoru Herakleios kurtarmış ve İranlılardan geri aldığı ve kutsal olduğuna inandıkları haçı Kudüs’teki yerine koymuştur.

Hz. Ömer’in (ra) hilâfeti döneminde 638’de Kudüs Müslümanlar tarafından fethedildiğinde, şehri terk eden Yahudiler Kudüs’e geri gelmişler, Yahudiler ve Hristiyanlar inançlarında serbest bırakılmışlar, ibâdet mekânlarına da dokunulmamıştır. 1071 yılında Selçuklular’ın şehre hâkim olmasına kadar geçen sürede Emevîler, Abbâsîler, Fâtımîler ve Karmatîler Kudüs’ü idâreleri altında tutmuşlardır.

Kudüs Hedefli Haçlı Seferleri

En yakın Avrupa devletine bile 4.000 kilometre gibi uzak bir mesâfede bulunan Kudüs şehri ile İngilizler, İtalyanlar, Almanlar ve Fransızlar târih boyunca yakından ilgilenmişlerdir. Çünkü Kudüs Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar için mübârek ve kutsal bir beldedir. Hristiyanların hac ibâdetlerini yaptıklarını kabûl ettikleri Kudüs ve civârının, 11’inci yüzyıldan itibâren Müslüman Türk Devleti Selçuklular'ın hâkimiyetinde olması Hristiyanları çok rahatsız etmiştir. Kudüs’teki papazlar tarafından kasıtlı ve asılsız bir şekilde Kudüs ve civârının Hristiyanların hac vazîfelerini yapmasına kapatıldığı propagandaları sonuç vermiş, Avrupalı Devletlerin Müslüman halka ve devletlerine karşı 1096 yılında Fransa Clermont’ta toplanan kilise konsilinde Papa II. Urban tarafından haçlı seferlerin ilki ilân edilmiştir. 1096 ila 1270 yılları arasında 175 yıl boyunca Kudüs hedefli sekiz haçlı seferi düzenlenmiş, haçlı çapulcular güzergâhları üzerinde ne var ne yok hepsini yıkıp yakmış ve yağmalamışlar, her seferinde yüzbinlerce mâsum insanı katletmişlerdir. Sekiz haçlı seferi de şerefli İslâm orduları tarafından perîşan edilerek kalanlarıyla ülkelerine geri çekilip gitmişlerdir.

Yavuz Sultan Selim Hân’ın 1516 yılında Kudüs’ü fethetmesinden 1917 yılına kadar 400 yıl boyunca bu mübârek belde barış ve huzur içerisinde Osmanlı hâkimiyeti altında kalmış ve Osmanlı Devleti bu dönem içerisinde dünyâ hâkimi bir devlet olmuştur. 1914-1918 yılları arasında dünyâyı kana bulayan I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Kudüs’ü kaybetmiş, İngilizler 1917-1947 arası 30 yıllık süre zarfında bölgeyi yönetmişlerdir. İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzâlanan Sykes-Picot Antlaşması’nda Filistin toprakları üzerinde bir Yahudi devleti kurulabilmesi için bu topraklara Yahudilerin yerleştirilmesi karara bağlanmıştır. 1947 yılında bölgenin idâresini Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na devreden İngilizlerden sonra, 29 Kasım 1947 târihinde BM Genel Kurulu, Filistin topraklarının Yahudilerle Araplar arasında bölünmesine dâir bir karar almış ve bölgenin büyük kısmının Yahudilere verilmesini aralarında onaylamışlardır. Bu haksız ve işgâlci karâra ayaklanan Filistinliler'le Yahudiler arasında çatışmalar başlamış, haçlı babalarından yardım alan zâlim ve işgâlci Yahudiler binlerce Filistinli Müslümanı şehit etmişlerdir. 

Nekbet Günü/Yevmü’n-Nekbet

“Tâlihsizlik Günü” anlamındaki Nekbet Günü, İsrail’in devlet olarak bağımsızlığını ilân ettiği 14 Mayıs 1948 târihini tâkip eden 15 Mayıs 1948 ve ardından gelişen olaylara verilen addır. İsrail’in bağımsızlık ilânının ardından beş Arap ülkesi (Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Irak) İsrail’e karşı savaş ilân etmiş ve askerî operasyona başlamış, lâkin yenilmişlerdir. İsrail bunun üzerine, BM Genel Kurulu’nda Araplara verilen toprakların da yarısını işgâl etmiş, savaş sırasında topraklarını terk eden Filistinli Arapların dönüşlerine de izin vermemiştir.

Öncesinde haçlı Avrupa devletleri Osmanlı’daki yerli işbirlikçileri ile Hilâfet’i hedef almış, İslâmî devlet ve siyâsal sistem modelini ortadan kaldırarak Müslümanların biraraya gelebilecek en güçlü vâsıtalarını ortadan kaldırmışlardır. Hilâfet yıkılarak, onun koltuğuna modern laik Türk Devleti oturtulmuştur. Sonra Şiî İslâm’ın kalbi olan İran’da benzer bir devlet oluşturulmuş, Hintli Müslümanlara da laik Pakistan Cumhuriyeti kurdurulmuştur. Hicaz’da (Mekke ve Medîne’de) laik Suudi Arabistan Devleti kurulmuş ve devletin güvenliği Batılı devletler tarafından garanti altına alınmıştır. Hilâfeti iki sebeple artık inşâ edilemez hâle getirdiklerine inanmışlardır: Birincisi, Suudi-Vahhâbî rejim Hicaz topraklarını idâre etme karşılığı asla Hilâfet iddiasında bulunmayacaktır. İkincisi, Hicaz toprakları malum rejimde olunca başka devletlerin hilâfet iddiaları ortadan kalmış olacaktır. Batılı devletler böylelikle, Kudüs’e Yahudilerin dönüşünü kolaylaştırmışlar, seküler laik sistemlerini dünyaya hâkim kılmışlar, Siyonist Yahudi Devleti İsrail ile bölgeyi kontrol altında tutmayı hedeflemişlerdi. Yâni İsrail, Haçlıların gayr-i meşrû, şımarık ve dengesiz bir çocuğu olarak bölgeye konuşlandırılmış ve koruma altına alınmıştır.

Tâife-yi Mansûre/Yardım Olunmuş Grup

Haçlıların gayr-i meşrû çocuğu olan İsrail, kurulduğu 1948 yılından günümüze kadar bütün katliamların, soykırımların, zulmün ve kaosun kaynağı hâline gelmiş, insânî özelliklerden yoksun, insanlığın başbelâsı teröristlerin ve kâtillerin mekânı olmuştur. Büyük İsrail Projeleri’ni her fırsatta dile getiren ve sâdece bölge açısından değil bütün dünyânın sorunu olan ve zulümde sınır tanımaz bu zorbalar, 7 Ekim’de başlayan çatışmalardan günümüze kadar Gazze’de on üç bine yakın çocuk ve kadını şehit etmişler, savaş suçları işlemişler ve soykırım yapmışlar ve her fırsatta yapmaya devâm etmektedirler. 

Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurur:

“Ümmetimden bir grup Allâh'ın dînini ayakta tutmaya devâm edecektir. Yalanlayanlar ve aykırı davrananlar onlara bir zarar veremeyecektir. Kıyâmet geldiğinde onlar bu durumda devâm ediyor olacaklardır.” (Ebu Dâvud, Fiten 1, 4252; Tirmizî, Fiten 51, 2229; İbn Mâce, Mukaddime 1, 10, Fiten 9, 3952; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/278, 279.) 

“Ümmetimden bir tâife hak üzere üstün olmaya devâm eder. Onları yardımsız bırakanlar, onlara zarar veremezler ve Allâh'ın emri gelinceye kadar onlar bu hal üzere devâm ederler.” (Müslim 1923/174)

“Bu din yıkılmadan ayakta kalacaktır. Kıyâmet kopuncaya kadar da Müslümanlardan bir grup bu din için çarpışacaktır.”(Müslim, 1922/172)

“Ümmetimden bir tâife, sonuncuları Mesih-i Deccal ile savaşana kadar kendileriyle savaşan kimselere gâlip gelerek hak için cihâd edecektir!” (Ebu Davud 2484, Hâkim 4/480, Ahmed bin Hanbel Müsned 4/429, 437)

“Ümmetimden bir grup hak için cihâda kıyâmet gününe kadar devâm ediyor olacaktır.” (Lalekaî 171) 

“Ümmetimden bir tâife kıyâmet gününe kadar hak üzere savaşarak (Allâh'ın yolunda cihâd ederek) muzaffer olmakta devâm edecektir. Nihâyet Meryem’in oğlu Îsâ aleyhisselâm (yeryüzüne) iner ve Müslümanların emîri (Mehdi aleyhisselâm) ona:

- Gel bize namaz kıldır, der.

Bunun üzerine Îsâ aleyhisselâm:

- Hayır, Allâh'ın bu ümmete bir ikrâmı olarak sizin bir kısmınız diğerleriniz üzerine emirlersiniz, buyurur.” (Ahmed bin Hanbel Müsned 14726, 15129, Buhari Târih-i Kebir 5/451, Müslim 1923/173, Ebu Davud 2484, Hâkim 4/480) 

“Ümmetimden bir grup dinde güçlü olmaya devâm edeceklerdir. Güçlüklerle karşılaşsalar da düşmanlarını ezecekler, karşıtlarından etkilenmeyeceklerdir. Allâh'ın kıyâmet emri geldiğinde onlar bu halde olacaklardır.” Ashab dediler ki: “Yâ Rasûlallâh! Bunlar kimlerdir ve nerede bulunacaklardır?” Buyurdu ki: “Kudüs’te, Kudüs’ün çevresinde olacaklardır.” (Ebu Dâvud, Fiten 1, 4252; Tirmizî, Fiten 51, 2229; İbn Mâce, Mukaddime 1, 10, Fiten 9, 3952; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/278, 279.)

Hadîsi rivâyet eden râvîlerden Umeyr dedi ki: “Bu tâifenin hak üzerinde zâhir, onun üzerinde sâbit ve hak tarafından yardıma mazhar diye sıfatlanması mezkûr hadislerden dolayıdır. Çünkü Allah bu tâifeyi kıyâmete kadar korumayı kendi üzerine almıştır.” 

Gazze’de kahramanlar ve yiğitler, çoluğu çocuğu, yaşlısı ve genci ile bize apaçık bir şekilde tâife-yi mansûra'nın kim olduğunu göstermişlerdir. Târih, bu şanlı ve şerefli Müslümanları ebediyyen iftiharla yâd edecek, yazdıkları destanlar her yerde okunacaktır.

Kudüs’te ve Kudüs’ün çevresinde olmak; bir vücut gibi olan ümmet-i Muhammed’in, vücûdun bir yeri rahatsız olunca bütün vücûdun rahatsız, uykusuz kaldığı, onun tedâvîsiyle meşgûl olduğu gibi Kudüs’le meşgûl olması, Kudüs’ün derdiyle dertlenmesidir, elinden geldiği ile madden ve mânen yardımda bulunmasıdır. Siyonist haçlıların ve işbirlikçilerinin Filistin topraklarını kan gölü hâline getirmesi aslâ muzaffer oldukları anlamına gelemez. Çünkü noksanlardan ve ayıplardan temizlenmiş anlamındaki Kudüs, haydutların, kâtillerin ve hırsızların barınağı ve şehri olamaz. 

Tâife-yi Mansûre'nin, o yiğitlerin müjdesi: “Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inanıyorsanız en üstün siz olacaksınız.” (Âl-i İmrân, 3/139) âyet-i kerîmesidir. Kudüs, muhakkak tekrar özgürlüğüne kavuşarak “Dâru’s-selâm” olacaktır. Buna îmânımız tamdır. Çünkü zafer inananlarındır ve zafer yakındır.

Aralık 2023, sayfa no: 51-52-53-54-55

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak