Ülkemizin yetiştirdiği önemli münevver ve şâirlerden biri olan Nuri Pakdil’in vefâtının üzerinden dört yıl geçti. İsmi Kudüs ile birlikte anılan ve ömrünü İslâm’ın yüceltilmesine adayan Pakdil’in “Klas Duruş”u her geçen gün daha derinden anlaşılıyor. Nuri Pakdil, entelektüel İslâm düşüncesinin ve edebiyat hayâtımızın belirleyici isimlerinden biridir. Onu okumak ve anlamak için onun kişiliğini, edebî tavrını, eylem adamı kimliğini doğru tahlîl etmek gerekir. Pakdil, düşünüş, söyleyiş ve tavır alış bakımından özgün bir duruş göstermiştir. Kendisine sıklıkla sorulan “Klas duruş nedir?” sorusuna şöyle cevap verir: “Klas duruş, bir insanın, bir yazarın hiçbir engelden yılmadan amacına doğru yürüyüşünü ifâde eder. ‘Klas duruş’, çok sabırlı olmaktır; vicdanlı olmaktır; ilkeli olmaktır; umutsuz olmamaktır; yazdıklarınızla yaşama biçiminiz arasında çelişki olmamasıdır. Her koşulda, doğru bildiğiniz şeyin arkasında durmaktır.”
Tefekkür İle Gelen Hürriyet
“Alınyazıma sâdık kalmalıyım” diyordu bir kitabında. (Klas Duruş, s.25) Binlerce cümle arasından neden bu cümle hatırımda kalmış bilmiyorum. Ama sanırım beynini çatlatırcasına sabahlara kadar düşünen, bu tefekkür fırtınasından çok küçük bir kısmını sızdıran bir dertli yürek için ulaşılacak son menzil “tevekkül” olsa gerek. Ülkemizin 20. yüzyılın başlarında doğan mütefekkirlerine baktığımızda benzer sancıları yaşadıklarını görmek şaşırtıcı olmasa gerek. Geçen yüzyılın başlarında doğan ve “aydın” olarak adlandırılan kesime baktığımızda iki ayrı tipoloji önümüze çıkar:
1-İçinde yaşadığı toplumun değerlerini küçümseyen, milleti güdülecek bir yığın olarak telakkî eden, kurtuluşu kayıtsız şartsız mânevî bağlardan kurtularak “batı”nın tekniğini ve uygarlığını ithâl etmekte bulan ve gerekirse batılılaşmanın zor kullanarak “millete rağmen” yapılması gerektiğini savunan “batıcı” kesim. Cumhuriyetin ilk yıllarında “aydın” olarak empoze edilen kesimin ekserîsi bunlardan oluşmaktadır.
2-Ülke teknik olarak geri kalsa da milletin değerlerinin yaşatılması gerektiğine, bu milletin geçmişte teknik ve medeniyet nâmına eşsiz eserler binâ ettiği gibi yine aynı değerlerle düştüğü yerden kalkacağına inanan, mânevî değerlerinden soyunmuş milletin sömürgeleşeceğine ve başkalaşacağına inanan “yerli” aydınlar. Sayıları az olsa da zaman içerisinde etkisi ve millet nezdinde saygınlığı öne çıkan isimlerdir bunlar.
Nuri Pakdil bu anlamda ikinci grubun içerisinde yer alan mütefekkirlerimizden biridir. Cumhuriyet öncesinde Mehmed Akif ile ses getiren bu çizgi daha sonra Nurettin Topçu ve Necip Fazıl’ın çalışmalarıyla yurt çapına yayılmıştır. Nuri Pakdil’i bu çizgi içerisinde Büyük Doğu ve Diriliş’ten sonra yerli düşünceyi zenginleştiren, onu yerellikten çıkararak evrensel bir boyuta taşıyan ve günün şartlarına uyarlayan bir konuma yerleştirebiliriz. 1969 yılında Edebiyat dergisi ile başlayan bu süreç 1984 yılına kadar devâm etmiş ve pek çok verimiyle günümüze kadar ulaşmıştır. Edebiyat dergisinden sonra bu çizgiyi zenginleştiren diğer bir mevzi ise 1976 yılında yayımlanmaya başlayan Mavera dergisidir. Nuri Pakdil, Üstadı Necip Fazıl’dan aldığı bayrağı önce Diriliş dergisinde gözlemlemiş, bunu müteâkiben de kendi düşünceleriyle zenginleştirerek Edebiyat dergisi kanalıyla bir sonraki nesle aktarmıştır. Nihâyetinde tüm bu dergi oluşumlarının içerisinde yer alan isimler Necip Fazıl’ın etki sahası içerisinde kalan ve çoğunluğu Maraş’ta birlikte büyüdükleri isimlerden oluşmaktadır. Bu dönemin Nuri Pakdil ile birlikte en yetkin bir diğer ismi ise Sezai Karakoç’tur. Her iki isim hem yazdıklarıyla hem de duruşlarıyla kendilerinden sonra gelen nesle ilham kaynağı olmuşlardır.
Klas Duruş
Nuri Pakdil’i yakın târihimizde öne çıkaran yönü eserlerinden çok kendine özgü duruşudur. “Klas Duruş” olarak adlandırdığı bu tavrın içerisinde “mülkiyet karşıtlığı, sivil itaatsizlik, özgün kavram şeması, dilde Öz Türkçe tercihi, put kırıcılık, yerli düşünce, emek vurgusu, eylem merkezli düşünce” gibi pek çok özgün tutum dikkat çekmektedir. Kısacası Nuri Pakdil’i özgün kılan Edebiyat dergisi aracılığıyla ortaya koyduğu özgün protest duruştur. Minimal ölçüleri esas alarak yazması, titizliği, kelime seçimindeki aykırılığı, kendine özgü imlâsı, akranlarının aksine bulunduğu ortamı harekete geçiren karakteri Onu farklı kılan diğer özelliklerdendir. Nuri Pakdil’in şahsında şekillenen bu “Klas Duruş” yazarın çocukluğundan itibâren gelişmiş ve sorgulamalarla vefâtına kadar sürmüştür. Okuyan bir baba, geleneği şahsında barındıran bir anne, hayâtının tüm dönemlerinde Nuri Pakdil’in tercihlerine mührünü vurmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında harf inkılâbı ile zirveye ulaşan batı hayranlığına bir tepki olarak devletin ilkokuluna çocuğunu göndermeyen bir ailesi vardır Pakdil’in. İlkokula gitmeyerek ailesinin yönlendirmesiyle kendi okumalarını yapan, ortaokula sınıf atlayarak başlayan bir çocukluk yaşamı söz konusudur. Pakdil kitaplarında ailesinin bu tercihini zaman zaman sorgulamıştır. Ailesi tüm kişilik ve karakterin ilkokul aracılığıyla verildiği kanâatindedir. Çocuklarının verili düzenin etkilerinden olabildiğince korunması için böylesi bir önlem aldıklarını düşünebiliriz. Nihâyetinde bu önlemin Nuri Pakdil’i farklı ve özgün kılan bir altın vuruş olduğunu kabûl etmek durumundayız. Nuri Pakdil okula gönderilmediği için sosyal ortamından uzak, arkadaşlarından ayrı yalnız başına büyüyen, kitapların arasında kendisini arayan hisli bir çocuktur.
Bir Dergi Bir İrade: Hamle
Henüz lise yıllarında yayımladıkları Hamle dergisi Nuri Pakdil için ilk önemli adımdır. Kendi yağında kavrulan, sürekli okuyan ve aşk derecesinde yazmaya tutkulu bir gençtir. Ne zaman ki İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanır ve eğitimine başlar, bu tutku birdenbire kesiliverir. Çünkü üniversitenin havası, gördükleri dersler hele ki ezberlemesi gereken batılı hukuk metinleri Nuri Pakdil’in karakterine ters düşer. Üniversiteyi bitirdikten sonra askerliğini yurdun diğer bir ucunda, Bitlis’te yapar. Oradan arkadaşlarına yazdığı mektuplarda bu şehir mutlaka yazılmalıdır diyerek Bitlis’e olan vefâsını göstermiştir. Çok sonraları şehirlerini saydığında Mekke, Medîne, İstanbul, Kudüs ve Paris ile birlikte Bitlis’i de saymayı ihmâl etmeyecektir. Askerlik sonrası İstanbul’a döner ve 1964 yılında haftalık Yeni İstiklal gazetesinin editörlüğünü yapar. Daha sonra 1965’de Ankara’ya gider ve bir bakanlıkta hukuk müşâvirliği yapar. 1967’de Devlet Planlama Teşkilatı’na geçer. Bu yıllarda Büyük Doğu ve Diriliş’le, zamânın düşünsel ve sanatsal değerleriyle ilişki kurar. Necip Fazıl ve Sezai Karakoç ile zâten lise yıllarından tanışmaktadır. Bir nevi bu yakınlık, fikirde, sanatta, eylemde bir silsile olarak devâm edecektir. Şubat 1969'da Büyük Doğu, Diriliş gibi edebiyat ve aksiyon geleneğinin güçlü halkalarından biri olarak Edebiyat dergisi Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt ve M.Akif İnan’ın berâberliğiyle yayın hayâtına başlar. Edebiyat dergisi, 1969'dan 1984'e kadar on altı yıl yayınına devâm eder. Aralıklarla 1984'e kadar yayımlanan Edebiyat dergisi, “Tüm çemberleri edebiyat kıracaktır sonunda; bağımlılığın çemberlerini” diyen Nuri Pakdil'in adıyla özdeşleşerek güçlü bir ses ortaya çıkarır; fakat Edebiyat dergisi yayın hayâtına 1984 yılında son verir.
Nuri Pakdil için asıl mücâdele batılılaşmaya karşı verilen mücâdeledir. Cumhuriyet rejimi, tek parti diktası, komünizm, faşizm ve toplumsal tabana yayılan yabancılaşma Nuri Pakdil için batılılaşmanın farklı şekillerinden ibârettir. Hepsi ithal, hepsi milletin değerlerine düşman ve dolayısıyla da hepsi düşmandır. Nuri Pakdil, 1923 devrimini yabancılaşmanın en radikal biçimi olarak kabûl etmektedir. Pakdil’e göre Batılılaşma, Türk ulusuna zorla yapılan bir medeniyet giydirmesidir. Bu noktada dikkat edilmelidir ki çağdaşlaşma, bir yenilenme değildir. Kültürel kodları yok eden ve ebedîliğini ortadan kaldıran, mutlak değişimi şart koşan bir başkalaşımdır. Tekâmülünü yitirmiş, ilk olgularını geleceğe aktaramamış her ulus için çağdaşlaşma küllî bir ölümdür. Ebedîlik içinde yenilenmeyi, yenilenme içinde ebedîliği gerçekleştiren modernleşme, o toplumun maddî ve mânevî bütünlüğünü koruyacaktır.
Yerli ve Millî Duruş
Pakdil, yabancılaşmanın getirdiği sorunları aşabilmenin yollarını "Yerli Düşünce, Yerli Yazar, Yurtsever Aydın, Edebiyat, Kutsal Kitap" gibi başlıklar altında okuyucuya sunmaktadır. Pakdil’e göre millet düştüğü yerden kalkacaktır. Bu millet ilkin edebiyat ve sanatıyla yabancılaşmaya başladıysa yine aynı yerden yerli düşüncenin gayretiyle ayağa kalkacaktır. İşte bu sebeple de edebiyat Onun için salt bir estetik heyecan değil bilakis batılılaşma ile mücâdelenin en ön mevzisidir. Bu bağlamda Nuri Pakdil’in bahsettiği ‘doğulu irfan’ konusu önem arz etmektedir. Doğulu irfan, salt mistik inanç ve söylemden oluşan bir irfan değildir. İçinde aklı, bilgiyi, sanatı, kültürü, târihi barındıran, değişimi ve dönüşümü bir kazanca dönüştürmüş irfandır. Yāni târihsel bir birikime dayalı aklın ve kalbin imkânlarını kullanarak sorumluluk alan irfandır. Bu nedenle Pakdil’in çözüm önerileri, Batı’nın değer yargılarının yerine konulacak, değer biçimlerinin oluşması siyâsal bir karşı duruştan ziyâde, içten bir hareketin önemine inanan ve bu hareketi fikirle, sanatla, edebiyatla besleyen önerilerdir. Pakdil bu konudaki ümîdini her dâim diri tutmaktadır.
Nuri Pakdil’in Batı’ya olan eleştirisi körü körüne bir eleştiri değildir. Pakdil, Müslüman ulusların batılılaşma çabalarını, bu konudaki kayıtsız şartsız bağlılıklarını, sorgulamadan, tartışmadan kabûl etmelerini ve bu uğurda kendi kültür ve değerlerini yok etmelerini eleştirmektedir. Nuri Pakdil yazdıkları ve söylediklerinden fazlasıdır. Çünkü Onun tüm yaşamı eylemine dâhildir. Varoluşçu sorgulamaların önce Avrupa’yı ardından da ülkemizi savurduğu yıllarda anlam bağını milletin değerlerinde bulmuş ve ömrünün sonuna kadar bu değerlerin savunması için mücâdele etmiştir. İçimizdeki batıcıların kayıtsız şartsız teslîmiyet fikrine karşı medeniyetimizin imkânlarını öne çıkaran, batıyı toptan reddetmek yerine özeleştiri ve gayret ile içten gelişecek yerli düşünceye dikkat çeken bir anlayışı geliştirmiştir. Bu yerli düşünce kendi medeniyetimizin dinamiklerinden beslenen ve aslâ batıyı taklit etmeden kalkınmayı hedefleyen bir yolda ilerlemelidir. Çünkü makinanın esir ettiği batı tüm değerlerini yitirmiş ve yok olmaya mahkûm olmuştur. Buna alternatif olarak İslâm’ın sunacağı seçenek insanı merkeze alan, ilim ve irfânı ahlâk ile harmanlayarak kitlelerin huzûruna sunan bir anlayışta olmalıdır. Bunun yolu ise ilk olarak verili düzene karşı durmak, mülkiyeti reddetmek, kanâat anlayışını geliştirmek ve sonrasında alternatif toplum düzenini tek tek fertler düzeyinde inşâ ederek gerçekleştirmektir. Nuri Pakdil bunu kendi yaşamında uygulayarak bizlere göstermiştir. Devletin verdiği hukuk diplomasını bir kenara bırakmış, âilesinden kalan mîrâsı reddetmiş, makam ve serveti elinin tersiyle itmiş, ömrü boyunca inandıklarını yazarak duruşunu tahkîm etmiştir. Çünkü Ona göre yerli düşüncenin yapı taşları hem mistik boyutuyla hem de yaşam boyutuyla insanlarda yerleştikçe sorgulamalar artacak, yıkılmakta olan kapitalist düzenin yerine kendi köklerimizden fışkıran yeni bir duruş hayat bulacaktır. Bunun için de yılmadan usanmadan sözü yükseltmek, direnişi kelime kelime çoğaltmak ve kalplere ebedî olanın tohumunu saçmak her inananın görevi olmalıdır. Bu anlamda bayrak Anadolu’da olsa da mekân Ortadoğu’dur, Afrika’dır, Asya’dır, tüm İslâm coğrafyasıdır. Doğu irfânı elbet batının köhneleşmiş makine medeniyetine gālip gelecektir. Yeter ki bunu yaşayan ve yaşatanların sayısını çoğaltalım.
Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.
Ekim 2025, sayfa no: 64-65-66-67
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak