İnsan için akıl, nîmetlerin en büyüklerindendir. Dînen sorumlu olabilmek için akıllı olmak şarttır. Onun için aklı olmayanın dîni yoktur buyurulmuştur. Akıl, doğruyu yanlıştan ayırt edebilmek için insana bahşedilmiş büyük bir nîmettir. Doğruyu bulmak, doğruda kalmak ve doğru yolda ilerlemek için akıl önemli ve gereklidir. Ama akıl her zaman, her konuda tek başına yeterli değildir. Onun için vahye ihtiyaç duyulmuştur. Bu sebeple de akıl nîmetiyle donattığı insana doğru yolu göstermek ve o yolda kalmasını sağlamak için, Yüce Yaratıcı insana sürekli vahyetmiştir.
Vahye muhâtap olmak, onu doğru bir şekilde anlayıp yorumlamak ve onun gereğini lâyıkıyla yerine getirebilmek için de akla ihtiyaç vardır. Akıl, vahyin aydınlığında yoluna devâm ederse doğru yolu bulur ve o yolda ilerler. Bu yüzden Yüce Rabbimiz insanı Peygambersiz ve vahiysiz bırakmamıştır. İlk insan Hz. Âdem’i peygamber olarak görevlendirmiş ve ona vahyederek yol haritasını çizmiştir. Hz. Âdem’den sonra da hep peygamberler gelmiş, onlar vâsıtasıyla inen vahiyle insanlığın yolu aydınlanmış ve insanın hayâtı anlamlı hâle gelmiştir. Onun içindir ki vahyin bir adı da nûrdur ve vahiy hidâyet sebebidir. Sonuç olarak, akıllı insanın hayâtında vahyin ayrı bir yeri vardır.
İmtihânın gereği olarak Yüce Rabbimiz, akıl nîmetini her insana farklı şekillerde vermiştir. Akıllı her insanın akıl seviyesi farklıdır, aynı IQ’ya sâhip olan insanların da akledebilme alanları farklı olabilmektedir. Sözgelimi biri sayısal konularda iyi çalışırken, bir diğeri sözel konularda daha başarılı olabilmektedir. Ya da her ikisi de aynı alanda aynı seviyede olan akılların birbirlerine ihtiyaçları, birbirlerine katkıları olabilmektedir. İşte bu ihtiyâcı karşılama yöntemine akıl alma, başkasının aklından faydalanma, karşılıklı fikir alışverişinde bulunma ya da kısaca istişâre denmektedir. Her bilenin üstünde bir daha iyi bilen vardır1 âyeti ve akıl akıldan üstündür, bin bilsen de bir bilene sor gibi ata sözlerini hatırlatan istişâre, kolektif akıl ürünü bir doğruyu bulma eylemidir. Bu âyet, Hz. Yûsuf’un kardeşlerinden ve yaşadığı toplum içerisindeki insanlardan çok daha ileri ve üstün görüşlü olduğunu anlatır. Gerçekten de Hz. Yûsuf, daha peygamber olmadan önce köle olarak satıldığında, kadınların tuzaklarıyla karşı karşıya kaldığında, zindana atıldığında aklı ve dirâyetiyle istikāmette kalmasını becerebilmiş örnek bir şahsiyettir. Kardeşleri de peygamber evlatları olduğu halde, bu yönüyle o, onların önüne geçmiş; kralın rüyâsını bunca rüyâ uzmanı tâbir edemezken o, en doğru bir şekilde yorumlamış ve rüyâdaki işâret doğrultusunda yedi bolluk yılından sonra gelecek olan yedi kıtlık yılı için asgarî on beş yıllık bir kalkınma planı ortaya koyarak Mısır’a sultan olmuştur. Evet, her bilenin üstünde bir daha iyi bilen vardır, bütün bilenlerin üstünde de gizli-açık her şeyi bilen, ilmi ve rahmeti tüm her şeyi kuşatmış olan Yüce Allah vardır.
Bāzı âlimler, Yüce Allâh’ın ilk insanı yaratacağında meleklere Ben yeryüzünde bir halîfe var edeceğim2 demesini istişâreye benzetmişlerdir. Nitekim bu bilgi karşısında melekler, Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdîs ediyoruz şeklinde görüş beyân etmişler, Yüce Allah da onlara Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim diye karşılık vermiş ve Hz. Âdem ile melekleri eşyânın isimleri konusunda bir sınava tâbi tutmuştur. Yüce Yaratıcı, Arşın, cinlerin, yer-gök ve cennet-cehennemin yaratılışında meleklere sormamış ama yeryüzü halîfesi olacak insanın yaratılışını onlara haber vermiştir. Bu bir yandan da insana verilen değeri göstermektedir.3 Elbette ilmi her şeyi kuşatan Yüce Allâh’ın hiçbir varlığın görüşüne ihtiyâcı yoktur. O, hiç kimseden fikir alacak da değildir. Ama O, önemli konularda ilgilileri bilgilendirme ve istişâre etme konusunda kullarına örnek olmak üzere bunu yapmıştır. Sonuçta yaratılan insan cinsi içerisinden meleklerin dediği gibi yeryüzünde kan döküp bozgunculuk yapacak kişiler de çıkmış, melekler gibi Yüce Allâh’a teslîm olup boyun eğen, O’na itāat edip O’nu tesbîh eden peygamberler ve sâlih kimseler de çıkmıştır. Nitekim bu karşılıklı muhâvere ile melekler de konu hakkında bilgi sâhibi olmuşlardır.
Şûrâ bir Kur’ân sûresi, İstişâre Kur’ân’ın emridir.
İstişâre yapmak şûrâ kelimesiyle de ifâde edilen bir Kur’ân kavramıdır. Aynı zamanda Şûrâ bir Kur’ân sûresinin adıdır. Rabbimiz mü’minlerin temel özelliklerini sayarken şöyle buyurur:
Allah katında olan; inanıp Rablerine güvenen, büyük günahlardan ve hayâsızlıklardan çekinen, öfkelendiklerinde bile bağışlayanlar, Rablerinin çağrısına cevap verenler ve namaz kılanlar için daha iyi ve daha süreklidir. Onların işleri aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da sarfederler. Bir haksızlığa uğradıklarında, üstün gelmek için aralarında yardımlaşırlar.4
Ensâr, İslâm gelmeden önce de önemli işlerinde istişâre ederlerdi. Yüce Allah, onların bu güzel hasletini âyetinde zikrederek onların bu hâlini tüm insanlığa örnek göstermiştir.
Hz. Ali, bir gün Peygamberimize şöyle sormuştu: Ey Allâh’ın Rasûlü, Sen’den sonra biz, hakkında âyet ve hadîsde açıklaması olmayan bir işle karşılaşırsak ne yapalım? Peygamberimiz ona şöyle cevap vermiştir: O konuda ümmetimi toplayın, onlarla meseleyi müzâkere edin, istişâre edin. Bir kişinin görüşüyle karar vermeyin.5 İstişâre bir taraftan, danışılan kimselerin fikirlerinden istifâde edilen bir akıl alma hareketidir, öte yandan da alınan kararlarda sorumluluk paylaşımıdır. İstişâre, bir konuda en doğruyu, en iyiyi bulma girişimidir. Onun için hadîste, istişâre eden kazanır, istişâre etmeyen kaybeder6, buyurulmuştur. Elbette danışacağımız kimseler, konuyu bilen, tecrübe ve birikim sâhibi güvenilir kimseler olmalıdır. Onun için danışılan kimse/müsteşâr güvenilir kimse olmalıdır7, buyurulmuştur. Tâbiûn büyüklerinden Hasenü’l-Basrî de, bir topluluk bir işte istişâre ettiği sürece, Yüce Allah onları çok daha hayırlı sonuçlara iletir buyurmuştur.8 Bir başka tâbî Süfyân es-Sevrî de danışılacak kimselerin özelliklerini şöyle belirler: Danışacağın kimse takvâ sâhibi, emânete riāyet eden ve Allah’tan sakınan kimse olsun.9
Yüce Rabbimiz, fetânet sâhibi bir kişi olarak sürekli vahyin kontrolünde olan Peygamberimize de istişâreyi emrederek şöyle buyurmuştur: Allâh'ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrâfından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allâh’a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever.10
Nitekim o, namaza insanların nasıl çağrılacağı husûsunda, Bedir esirleri ile ilgili ne yapılması gerektiği konusunda, Uhud savaşının nerede nasıl yapılacağı konusunda ashâbıyla istişâre etmiştir. Bedir kuyularının yanına karargâhını kurma konusunda Habbâb b. Münzir’in, Hendek harbinin hendekler kazılarak yapılması konusunda Selman Fârisî’nin görüşleri doğrultusunda hareket etmiştir. Yine Hendek harbi sırasında Sa’d b. Muâz ile Sâ’d b. Ubâde’nin görüşleri doğrultusunda hareket ederek Gatafan kabîlesi ile Medîne hurmalarını verme karşılığında ittifak kurmayı reddetmiştir. Mübârek eşi Hz. Âişe annemize iftirâ atıldığında nasıl hareket etmesi gerektiği konusunda Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Üsâme ile istişâre etmiştir. Yine O, Hudeybiye antlaşmasını imzāladıktan sonra ihramdan çıkın emrini yerine getirmekte ağır davranan ashâbı hakkında mübârek eşi Ümmü Seleme Annemizle istişâre etmiş ve onun tavsiyeleri doğrultusunda hareket etmiştir. O(sav) bu uygulamasında, bir işte karar verilirken kadın erkek, büyük küçük her görüş sâhibinden istifâde edilebileceğini ümmetine göstermiştir. O, hakkında açık nass olmayan konularda ashâbına danışmış, onların çoğunluğunun görüşleri doğrultusunda kararlar vermiştir. O bu uygulamalarıyla insanlığa örnek olmuş, onlara ve görüşlerine değer verdiğini göstermiştir.11 Bu örneklerden anlaşılabileceği üzere Peygamberimiz(sav), savaş gibi toplumu ilgilendiren konularda istişâre ettiği gibi, kendi âilesi ile ilgili konularda ve namaza çağrı gibi hakkında nass olmayan ibâdete dâir konularda da istişâre etmiştir. Onun bu istişâreleri, ashâbından gelen teklifleri aynen kabûl etmesi anlamına gelmez. O zikredilen konularda ashâbının görüşlerini almış, onların tecrübe ve birikimlerinden faydalanmış, konunun onların nezdinde tartışılmasını sağlamış, sonra da en isâbetli kararları almıştır.
Ebû Hüreyre, Peygamberimiz kadar istişâreye önem veren başka bir kimse görmediğini söyler. O, bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: Yöneticileriniz hayırlılarınız, zenginleriniz cömertleriniz, işleriniz aranızda istişâre ile oldu mu sizin için yerin üstü yerin altından daha hayırlıdır.12
Hayat Düstûrumuz Kur’ân, Hz. Süleyman’dan aldığı mektup üzerine maiyyetini toplayıp Ey ileri gelenler! Vereceğim emir hakkında bana fikrinizi söyleyin; siz benim yanımda bulunmadıkça, bir iş hakkında kesin bir hüküm vermem13 diyerek istişâre eden Sebe’ Kraliçesinin bu örnek hâlini bize anlatır.
Özetleyecek olursak istişâre, birden fazla aklın ortaya koyduğu fikirlerle, kararda kemâle ve en doğruya ulaşma yöntemidir. İstişâre ile, görüşlerine başvurulan kimselere değer verilmiş ve onların hayâta hazırlanmaları sağlanmış olacaktır. İstişâre ile ilgililer bilgilendirilmiş ve konu hakkında görüşler ortaya çıkartılarak, zihinlerde oluşabilecek muhtemel şüphe ve tereddütler giderilmiştir. İstişâre sonrası alınan kararların sonucu olumlu olduğunda sevince istişâreye katılanlar ortak olduğu gibi, olumsuz sonuçlarda sorumluluk da müşterek olacaktır. Onun için en doğruya ulaşma yöntemi olan istişâre, Yüce Allah’tan en hayırlı olanı isteme duāsı olan istihâre ile birleştiğinde herkesi tatmîn ve hoşnûd edecek bereketli sonuçlara ulaştıracaktır.
Dipnotlar
1 Yûsuf 12/76.
2 Bakara 2/30.
3 Kuşeyrî, Tefsîr; Zemahşerî, Tefsîr.
4 Şûrâ 42/36-39.
5 Mâlik b. Enes, Tefsîru’l-Kur’ân.
6 Taberânî, el-Evsat, VII, 329.
7 Ebû Dâvûd, Edeb 114.
8 Mâverdî, Tefsîr.
9 Kurtubî, Tefsîr.
10 Âlu Imrân 3/159.
11 Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân.
12 Kurtubî, Tefsîr.
13 Neml 27/32.
Mart 2025, sayfa no: 6-7-8-9
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak