Prof. Tufan Gündüz, Kayseri'nin Tomarza ilçesinde dünyaya gelmiş, Gazi Üniversitesi Tarih öğretmenliği bölümünden mezun olmuştur. Ekranlarda 3'te 3 Tarih programı ile yakından tanıdığımız Prof. Tufan Gündüz Hocamız ile Müslüman ve Türk dünyası hakkında keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Röportaj: Muhammed Ali Baydı
Kızıl Elma nedir? Günümüz Kızıl Elma hedefine ulaşıldığı takdirde dünyâ konjonktürüne etkileri neler olabilir?
Kızılelma Türklerin cihan hâkimiyeti mefkûresinin 16. yüzyılda aldığı şekildir. Bilhāssa Kānûnî Sultan Süleyman devrinde Osmanlı ordusunun “Kızılelma’ya dek gideriz” sözleriyle sefere çıktığı söylenir. Buradaki Kızılelma sâdece seferin hedefi yāni Viyana Kızılelması, Beç veya Budin Kızılelması değildir. Güneşin battığı yer her nereyse oraya kadar gideriz demektir.
Türklerin Müslüman olması ile Kızıl Elma anlayışı nasıl evrilmiştir?
Türklerde muhakkak ki dünyâya hâkim olma anlayışı vardı. Bilge Kağan kitâbesinde yerin, göğün ve insanlığın yaratılmasından sonra Türk hākānının da insanları yönetmesi için Tanrı tarafından görevlendirildiğini söyler. Aslında bu his bütün Türk sultanlarında görülür.
Sanırım “Üstte mavi gök, yerde yağız yer, ikisinin arasına da insanoğlu yaratıldı. İnsanoğlunun üzerine Türk hākānı oturdu.” sözüne dikkat çekiyorsunuz.
Evet.
Peki bu yönetim içgüdüsü bugün toplumumuzda varlığını devâm ettirmekte midir?
Bizler imparatorluklar kurmuş bir neslin ahfâdıyız. Bunun anlamı, yönetim tecrübesi ve yönetme terbiyesi genlerimize işlemiştir. Bu yüzden her ne denilirse denilsin Türkiye; Osmanlı, Selçuklu, Göktürk ve Hun tecrübesini rûhunda taşır. Bunlar arasında günümüze en yakın olması hasebiyle Osmanlı tecrübesi ve Osmanlı rûhu Türkiye’nin ve Türk toplumunun rûhuna sinmiştir. Hattâ bu târihî derinliğin zaman zaman bizi ezdiğini bile söyleyebiliriz. Çünkü târih boyunca büyük imparatorluklar kurmuş, çok çeşitli dillere, dinlere ve kültürlere sāhip toplumları aynı çatı altında yönetme başarısı göstermiş fâtih bir milletin bugün; sınırları daralmış, siyâsî gücü zayıflamış ve sürekli tehdit alan bir millet konumuna gelmesi kabûllenilmiyor. Târihin güçlü dönemlerine daha çok ilgi duyulması da bundan. Bu yüzden eski kudretli günlere dönülmekte acele ediliyor.
İslâm ve Türk dünyâsının yaşadığı sorunların başında târihi unutmak ve onu hakkıyla öğrenememek mi vardır?
İslâm dünyâsında yaşanan gelişmelere üzüntü içinde tanık oluyoruz. Pek çoğu târihten kaynaklanan ama pek çoğu da günümüzde ortaya çıkıp hızla derinleşen sorunlar var. Bir yandan târihin bir yandan günümüzün baskısı Müslüman toplumları gelenek ile modern arasında sıkıştırıyor. Belki de bu yüzden zaman zaman toplumsal patlamalar meydana geliyor. Bütün bunlar bir yana temelde bir zihniyet sorunu ile de karşı karşıyayız. Bu da hem din öğretiminde hem de dînin (İslâm’ın) anlaşılmasında ciddî problemlerin doğmasına yol açıyor. Bir Müslüman elbette târihe bakmalı ve ondan alacağı derslerle yürümeli. Ancak târihe bağlı olmak ile târihi sulandırarak günümüze taşımak arasında da fark var. Sanırım şimdilerde târihi sulandırmakla daha çok meşgûl olunuyor.
Batı toplumunun gelişiminde Müslüman bilim adamlarının rolü nedir?
Medeniyetler dişildir. Birbirinden çok şey alır, devreder, değişir, değiştirir ve nihâyet kendine özgü hâle getirir. İslâm’ın gelişme döneminde Müslüman ālimler eski Yunan felsefesiyle çok fazla ilgilenmişler, bunları geliştirmişler ve yeni yorumlar getirmişlerdir. Kezâ pozitif bilimlerde de bir yarış olduğunu söyleyebiliriz. Bunun aksi de gerçekleşmiştir. Matematik, tıp, geometri, optik gibi pek çok alanda Müslüman bilim adamlarının eserlerinin dikkatle tâkip edildiğine şâhit oluyoruz. Aradaki temel fark Müslüman bilim adamlarının ürettiği fikirlerin teknolojiye dönüşmemiş olması. Yāni fikir var, teori var; bunun teknolojiye dönüşmesi için son hamle bir türlü yapılamıyor.
Günümüzde devletimizin ve sivil toplum kuruluşlarımızın Balkanlar, Afrika ve Ortadoğu'da insânî yardım faaliyetleri ve aktif siyâset yürütmelerini Târihin bizi çağırmasının başlangıcı olarak yorumlayabilir miyiz?
Bu konu insânî bir konu. Önce insan olduğumuzu hatırlatıyor. İslâmiyet de yardımlaşmayı ve kardeşliği emrediyor. Bu iki temel husûsu terk edemeyiz. Târihte de böyleydi şimdi de böyle olması gerekir. Allah şimdi yeniden bize tüm Müslüman dünyâya yardım götürme, sāhip çıkma, koruma ve kollama vazîfesini verdi. Bu târihî bir sorumluluk aynı zamanda. Bu yüzdendir ki târihin bizi yeniden sahneye çağırdığına tanıklık ediyoruz.
Târihimizden ve değerlerimizden nasıl bu derece uzaklaştık kendi târihimize düşman olurcasına?.. Çocuklarımıza târihimizi ve kahramanlarımızı nasıl sevdirebiliriz?
Târihi sevmek vatanını ve mensup olduğu milleti sevmekle başlar. Maalesef son yüzyılda târih bir intikam sahasına dönüştürüldü. Bilgi zehirlenmesine mâruz bırakıldı. Kahramanlar ve hāinler târihine dönüştü. Bu yüzden doğrular ve yanlışlar birbirine karıştı. Bilgi zehirlenmesinin yarattığı tahrîbâtı gidermek zaman alacak ama imkânsız da değil. Bu yüzden daha çok yazmalı, daha çok anlatmalıyız. Târihten intikam değil ilham almanın yollarını bulmalıyız.
Kıymetli hocam, bize zaman ayırıp sorularımızı cevapladığınız için çok teşekkür ederiz…
Ben teşekkür ederim, başarılar dilerim…
Ağustos 2022, sayfa no: 30-32
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak