Giyinmek, kuşanmak insanlar için sıradan bir eylemdir. Şekli, şemâili nasıl olursa olsun bir kıyâfetin içinde buluverir kişi kendini. Geçmişle kıyaslandığında bugünkü anlamda giyinmekle geçmiş zamânın çok da alâkası yok diyebiliriz. Birkaç çift kıyâfeti olanın bile parmakla gösterildiği zamanları yaşayarak bugünlere geldik. Bayramlarda tüm şartları zorlayarak çocuklarını donatan aileler en şanslı kesimden sayılırdı. Büyüklerinden kalan elbiseleri giymek, bir numara büyüğünü alıp seneye de giymeyi garantilemek gibi planlar her ailenin olmazsa olmazıydı. Düşünüyorum da çocukken babamız bizi mağazaya götürüp de ayakkabı ya da kıyâfet almazdı. Ayakkabı için ayağın ölçüldüğü bir ip yeterli olurdu. Kıyâfet de yaşa göre seçilirdi. Eve getirilen her şey mutlakā beğenilip giyilecekti. Beğenmeme, büyük geldi, küçük geldi gibi şikâyetlerin îmâsı bile mümkün değildi. Zâten kıyâfet uymasa bile onu mağazaya götürmeye kimsenin yüreği yetmezdi. Değiştirmek, iāde etmek gibi fiillerin adı bile anılmazdı.
Zamanla değişti her şey. Şehirleşme denen hız çağının oyunundan her şey gibi kıyâfetler de payını aldı. Çeşit sayıları arttı. Görüntü değişti. Moda denen savrulma ile akla ziyan kıyâfetlere büründü insanlık. Giyinmek bir zorunluluk olmaktan çıkıp gösteriş unsuru hâlini aldı. Mağazalar, büyük mağazalar, avmler, sanal mağazalar derken bir “tık”la baştan ayağa yeni kıyâfetlere büründü modernizmin çağdaş ruhları.
Geniş anlamda düşünüldüğünde, insanların elbiseleri sâdece birer örtü olmanın ötesinde, çok daha derin anlamlara ve toplumsal mesajlara sâhiptir. Elbiseler, bireylerin kimliğini, sosyal statüsünü, kültürel arka planını ve estetik anlayışını yansıtan birer araçtır. Bu bağlamda, elbiseler insan yaşamında nasıl bir yer tutar ve bu yer, bireylerin kendilerini ifâde etmelerine, toplumsal normlarla etkileşimlerine ve kültürel kimliklerini şekillendirmelerine nasıl katkıda bulunur?
Elbiseler, târih boyunca çeşitli anlamlar taşımıştır. Antik çağlardan günümüze, insanlar elbiselerini sâdece fiziksel bir koruma aracı olarak değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel bir ifâde biçimi olarak kullanmışlardır. Örneğin, aristokratların giydiği gösterişli kıyâfetler onların sosyal statülerini belirtirken, işçi sınıfının sâde giysileri, onların ekonomik durumunu yansıtmıştır. Bu durum, elbisenin sâdece bir kıyâfeti değil, aynı zamanda bir kimlik ve āit olma durumunu ifâde ettiğini de gösterir.
İnsanların elbiseleri ile olan bağı, çok katmanlı bir olgudur. Elbiseler sâdece fiziksel bir örtü değil, aynı zamanda bireylerin kimliklerini, sosyal durumlarını ve kültürel bağlamlarını yansıtan önemli bir araçtır. Giyinme, insanların kendilerini ifâde etmeleri için bir yol sunarken, aynı zamanda toplumsal normlar ve değerlerle olan etkileşimlerini de şekillendirir. Elbiseler, zamanla değişen, fakat her dâim insan yaşamının ayrılmaz bir parçası olan bir dildir. Bu dil, bireylerin kim olduklarını ve nasıl algılandıklarını belirlemede kritik bir rol oynar.
İnsanların elbiseleri ile kurduğu bağ, sâdece dış görünüşle sınırlı değildir. Elbise, giyenin ruh hâli üzerinde de önemli bir etkiye sâhip olabilir. Örneğin, insanlar özel günlerinde daha şık, daha renkli ve dikkat çekici kıyâfetler giymeyi tercîh ederken, günlük yaşamda daha rahat ve sâde giysilere yönelirler. Bu tercih, bireyin ruh hâlini, kendine güvenini ve sosyal çevresiyle olan ilişkisini doğrudan etkileyebilir. Aynı zamanda, giyilen kıyâfetler aracılığıyla insanlar, içsel kimliklerini dışa vurabilirler. Kendini ifâde etmenin en güçlü yollarından biri olan giyinme, bireyin öz saygısını ve benlik algısını da destekler. “Bayramlık” kavramının, ruh hâlinin kıyâfete yansıması sonucunda ortaya çıkma ihtimâli yüksek. İnsanlar bayramlarda en güzel kıyâfetlerini giyerek mutlu günlerini her şekilde yaşamak isterler. Bayramlıklar da özellikle çocukların bayram sevincini en güzel şekilde yansıtan görüntüdür diyebiliriz. Tabii günümüzde ne bayramlar kaldı ne de bayramlıklar. Sıradanlaşma hastalığından bayramlar da payını aldı. Gençler için bayramın ve bayramlığın artık çok da büyük anlamlar ifâde etmediğini maalesef yaşayarak görüyoruz.
Kültürel bağlamda, elbiselerin anlamı ve önemi daha da derinleşir. Her kültür, giyimde kendine özgü normlar, gelenekler ve estetik unsurlar barındırır. Örneğin, bazı toplumlarda belirli giysilerin giyilmesi, dînî veya kültürel bir zorunluluk olabilirken, diğerlerinde ise moda ve stil ön plandadır. Bu noktada, kıyâfetler sâdece bireysel tercihler değil, aynı zamanda toplumsal normların ve değerlerin bir yansımasıdır. Modaya uyma yarışı insanı esir alan kapitalist zincirden başka bir şey değildir.
Kıyâfetlerin saygıyla ölçüldüğü ve bir Nasreddin Hoca edâsıyla “Ye kürküm ye!” denilen zamanlarda insanlara kıyâfetleri ile orantılı olarak muāmele edildiği de vâkîdir. Devlet dâiresine fatura ödeme gibi sıradan bir iş için bile giderken takım elbisesini giyen, kravatını takan kişilerin sayısı hiç de azımsanmayacak seviyedeydi. Gardırobunda zor günler için bir çift takımı bekletmek de âdettendi. Bunun bir geçerliliği var mıdır? Ne yazık ki bir zamanlar vardı. Köyden gelmiş bir vatandaş ile takım elbiseli vatandaşa aynı üslupta yaklaşmayacak kadar dış görünüş müptelâlarına birçok kez şâhit olmuşluğum vardı. Abdurrahim Karakoç’un İsyanlı Sükût şiiri aslında tam da böyle bir sahneyi tasvîr eder. Köyünden çıkıp gelen bir vatandaşın ezilmişliği, hor görülmesi en ağır bir üslupla anlatılır bu şiirde.
Gitmişti makāma arz-ı hâl için
“Bey” dedi, yutkundu, eğdi başını
Bir azar yedi ki oldu o biçim
“Şey” dedi, yutkundu, eğdi başını
Erkek için ceket önemlidir. Duruşuyla bile bir ağırlık katar kişiye. Takım elbise içinde olmasa bile tek başına bir ceket kişinin yürüyüşüne âhenk katar. Barış Manço’nun, Kul Ahmet’in Ceketi şarkısında olduğu gibi. Herkesin gömlek giydiği bir mahallede kendine ceket diktiren Ahmet bir anda ilgi odağı hâline gelir. Öyle bir zamanda işe yarar ki ceket, bizim Kul Ahmet bir anda olur Ahmet Bey.
Herkes gömlek giyerken, Ahmet ceket giyerdi
Konu komşuya dert oldu Kul Ahmet'in ceketi
Her şeyde olduğu gibi kıyâfetin de bir ahlâkı olmalı. İnsanın dünyâ görüşü ile giydiği her elbise kişiyi temsîl edebilmeli. Sözlerimizle, yaşantımızla kıyâfetlerimiz birbirine uymalı ki tutarlı bir kişi olarak çevremizde kabûl görelim. Sözler başka kıyâfet çok başka olunca ortaya çıkan çelişki kişinin dünyâdaki varlığını da sorgular bir niteliğe bürünür. Kıyâfet deyip geçmeyelim. Bu da bir şekilde insanın kimliğini yansıtan bir göstergedir.
Şubat 2025, sayfa no: 58-59-60
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak