Trakya Bölgesi’ne yaptığımız ziyâretlerin dördüncü istasyonundayız. Evvelce Kırklareli'den başlayarak Edirne ve Tekirdağ şehirlerimizin önemli bir bölümünü, köy köy, kasaba kasaba ziyâret ederek kaleme almıştık. Bu sefer Kırklareli'den hareketle yönümüzü Çanakkale Boğazı’na çeviriyoruz. İstikāmet Gelibolu. Bölgeye yönelik iki gün sürecek ziyâretlerimizi Sedat Alpsoy kardeşimizin mihmandarlığında gerçekleştireceğiz.
Rumeli Fâtihi Gāzi Süleyman Paşa’nın Kabri Başında
Yine bir Mayıs ayında, etrâfın yeşile boyandığı bir zamanda, buram buram çiçek kokuları arasında Bolayır'da, Gāzi Süleyman Paşa türbesi başındayız. Orhan Gāzi'nin oğlu Süleyman Paşa Çanakkale Boğazı'ndan geçip, Bolayır'ı kendisine üs edinerek, Osmanlı'nın Rumeli'de yerleşmesinde öncü bir rol üstlenmiş, bu minvâlde Anadolu'dan getirttiği Türkmen ailelerini Rumeli'de kurduğu köylere yerleştirmiştir. Bolayır, bir dönem Rumeli fütuhâtına katılmak üzere Anadolu’dan gelen askerî birliklerin yegâne hareket noktasıydı. Daha önceki harekâtlarda yapılan keşifler ve edinilen bilgilerin de yardımıyla Gelibolu Yarımadası'nın kısa sürede Osmanlı yönetimine katılması sağlanmış, daha sonraki fetihler için hareket noktası oluşturulmuştur.
Rumeli fâtihi olarak ünlenen Gāzi Süleyman Paşa’nın (ö. 758/1357) Vakfiyesi’nden ve vakıf tahrir defterlerinden Bolayır kasabasında câmi, zâviye, imâret, kervansaray ve türbeden oluşan bir külliye yaptırdığı anlaşılmaktadır. Adı geçen belgelerde imâret veya zâviye diye anılan söz konusu yapı topluluğundan günümüze kadar câmi ile türbe gelebilmiş, diğer birimler ortadan kalkmış. Şair Namık Kemal’in kabri de Süleyman Paşa Türbesi hazîresindedir. Hazîredeki Mahmudî başlıklı bir şâhide nefis yazılarıyla dikkatimizi çekiyor. Araçla birkaç dakîkalık mesâfede bulunan, yakın zamana kadar Çimpe Kalesi olarak gösterilen ancak II. Abdülhamîd Han döneminde inşâ edilen Bolayır Merkez Tabyası bulunur. Hâkim bir noktada bulunan tabyanın yerinde daha önce bir kale var mıydı? Burası Çimpe Kalesi miydi? Bu konuda tatmîn edici bir bilgiye rastlamadık. Belgelerde kalenin adı Cinbi ve Çinpi olarak da geçer. Genç araştırmacılara işte bir tez konusu daha: “Belgeler ışığında Çimpe Kalesi ve Balkan Fetihlerindeki Rolü.” Şu bir gerçek ki bölgede bulunan, önemine binâen kaynaklarda sıkça bahsedilen Çimpe Kalesi, Osmanlılar’ın Rumeli'ye geçişi ve Balkanlar'ın târihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Denmiştir ki: “Târih bir milletin hâfızası, bir devletin haysiyeti, geçmişle gelecek arasında kurulmuş bir hakîkat köprüsüdür. Târih yoksa hâtıra yoktur, kök yoktur, hedef yoktur, kaynak kupkurudur.”
Gelibolu, Çanakkale'nin Eyüp Sultan’ı
Gelibolu'dayız. Osmanlı Devleti’ne Gelibolu yarımadasındaki Çimbihisarı (Çimpe Kalesi) üs olarak verildikten sonra kısa süre içerisinde Gelibolu tamâmen Osmanlı’nın eline geçti. Kale ve Gelibolu bu târihten sonra Osmanlı Devleti’nin özellikle de İstanbul’un fethine kadar Balkan yarımadasına yaptıkları fetih hareketlerinde kullandıkları askerî stratejik bir karargâh oldu. İstanbul’da Haliç Tersanesi’nin devreye girmesi ile kısmen önemi azalsa da asırlar boyunca deniz seferleri için donanmanın önemli ana merkezlerinden biri oldu burası. Akdeniz ve Karadeniz’in birleşme noktası olması ve Rumeli ile Anadolu kavşağında yer alması sebebiyle cumhuriyetin ilk yıllarında vilâyet yapıldı. Ancak, daha sonra Çanakkale’ye bağlı bir ilçeye dönüştürüldü. Gelibolu ister şehir olsun ister kasaba, dünyâ durdukça stratejik önemini, câzibesini ve mânevî hüviyetini ilelebet muhâfaza edecektir.
Ünlü Denizci Pîrî Reis de Gelibolulu
Gelibolu’nun zengin mânevî iklîmi, bereketli ilmî atmosferinde pek çok önemli devlet adamı ve ilim adamı yetişmiştir. Yazıcızadeler, Pîrî Reis, Molla Zaifî Muhammed, Mustafa Âlî Efendi ve hocası Mustafa Surûrî, Gelibolulu olan âlimlerden sâdece bazılarıdır. Halvetiyye-Uşşâkıyye tarîkatının Câhidiyye kolunun kurucusu olan Câhidî Ahmed Efendi de Gelibolulu âlimlerdendir. Gelibolu’ya, kültürel varlıklarıyla, adım başı rastladığımız ziyâretgâhlarıyla Çanakkale'nin Eyüp Sultan’ı diyebiliriz. Gelibolu'daki en eski târihli yapı I.Murad Han döneminde yaptırılan, Gāzi Süleyman Paşa Câmi-i Şerîfi olarak da bilinen Ulu Câmi-i Şerîfi'dir. Daha sonraları defalarca yenilenmiş, aslî hüviyetinden eser kalmamıştır. İstanbul Beyazıt Câmi-i Şerîfi'nde olduğu gibi burada da imam Cuma hutbesine, hilâfet alâmeti olarak kabûl edilen kılıçla çıkıyor. Gelibolu’da târihi câmilerden birisi de sâhilde, Eceabat Caddesi üzerinde bulunan Kadı İskele Câmi-i Şerîfi'dir. Mâbed, Buhārî Kadı Zâde Mehmed Efendi tarafından 1559 yılında yaptırılmış. En son 2007-2008 yıllarında restoasyona tâbi tutulmuş. Öğle namazımızı Muhittin Reis Caddesi üzerinde yer alan Yazıcızâde Câmi-i Şerîfi'nde edâ ettik. Sultan II. Murad Han döneminde inşâ edilen mâbed, Sultan Abdülmecid Han tarafından yeniden yapılırcasına tâmir ettirilmiş. 2004 yılında son onarımı yapılan câmi, Hacı Bayram Velî Hazretleri’nin müritlerinden olan Muhammediye yazarı Mehmed-i Bîcan Efendi ile kardeşi Ahmed-i Bîcan Efendi’nin nâmına yaptırılmış.
Yazıcıoğlu Mehmed Bîcan Efendi’nin türbesi câmiye bitişiktir. Hazîrede Osmanlı Dönemi’ne āit bazı mezar taşlarına rastladık. Lâkin vaktimiz kısıtlı olduğu için inceleme fırsatı bulamadık.
Gelibolu Şehrini Yeniden Kurdu
Saruca Paşa Türbesi, Sinan Paşa Türbesi, Hallac-ı Mansur Makam Türbesi, Yazıcızade Türbesi, Bayraklı Baba Türbesi ve Gelibolu Mevlevîhānesi ziyâret ettiğimiz mekânlardan bazıları. Bunların dışında, sokak aralarında ansızın karşımıza çıkan, mütevâzı ölçekli, sâdece kabir taşı bulunan ziyâretgâhlara da rastlıyoruz. Edhem b. Abdullah Pîrî türbesi böyle bir örnektir. Şâhideleri iki antik sütundan meydana gelir. Himmetleri hazır olsun. Saruca Paşa Türbesi’ndeyiz. Boğaz’a nâzır bir mevkide inşâ edilmiş. Olağanüstü güzelliğe sâhip bir ortamı var buranın. Osmanlı kaptan-ı deryâlığı ve tersâne kuruculuğu yapmış olan Saruca Paşa'nın (ö. 1454) Gelibolu târihi içinde önemli bir yeri vardır. Gelibolu şehrini yeniden kuran, yapıları ve vakıflarıyla donatan Paşa, kendisi için de burada bir türbe yaptırmış. Anadolu Selçuklu türbe geleneği ve erken Osmanlı dönemi mîmârîsi özelliklerine göre yapılan bu türbe Gelibolu ve Türk Mimarisi için kıymetli bir örnektir. Paşa'nın Rumeli Hisarı’nın dört burcundan kuzeye bakanını inşâ ettirdiği, Edirne'de de mescid, medrese, imâret ve hamam yaptırdığı biliniyor. Cenâb-ı Mevlâmız paşaya ve cümle geçmişlerimize ganî ganî rahmet eylesin. Aziz ruhlarına bir Fâtiha üç İhlâs-ı şerîf okuyarak civardan ayrılıyoruz.
Namazgâhların En Nâdîdesi Gelibolu'da
Gelibolu’nun simgelerinden, mânevî değeri çok büyük olan mekânlardan birisi de Azepler Namazgâhı’dır. Çanakkale Boğazı’na hâkim, güzellikler meşheri diyebileceğimiz manzaraya sâhip bir tepe üzerinde konumlanan namazgâh, kitâbesine göre 1407 târihlidir. Hacı Beşe oğlu İskender isimli bir hayırsever tarafından Gelibolu’da donanmayla sefere çıkan azeblerin denize açılmadan önce ibâdet ve duā etmeleri için inşâ edilmiş. Hemen hemen bütün bölümleriyle günümüze gelebilmiş olan bu ibâdetgâh, mihraplı-minberli namazgâhlar içinde müstesnâ bir mevkiye sâhiptir. Hava yağmurlu ve kapalı olmasına rağmen, bembeyaz mermerden inşâ edilen Azepler Namazgâhı âdetâ bir inci gibi karşımızda parıldıyordu. Giriş kapısı üstündeki dilimli tacın dış yüzünde: “Allâhu Teālâ bütün kapıları açandır. Ey nice gizli lutufların, ikramların sâhibi Allâh'ım! Bizi korktuklarımızdan emîn eyle.” anlamlarına gelebilecek duā yazısı bulunur. M. Baha Tanman’ın verdiği bilgilere göre, iç yüzeyinde ise mimar veya yapan ustanın adını veren "Amel-i Âşık b. Süleyman el-Lâdikî" yazısı vardır. Namazgâhın farklı birimlerinde muhtelif süsleme ve yazı örneklerine rastlıyoruz. Şükür ki alanda bulunan şadırvanda abdest alıp bu ecdat yâdigârı ibâdetgâhta iki rekât namaz kılmak bizlere de nasîp oldu. Yakın zamâna kadar bu ibâdetgâhların varlığından bile haberimiz yoktu! İbâdetin belirli bir alana, daha açık bir ifâdeyle sâdece kapalı alanlara mahsus olmadığının delîli olan ve kısaca açık mekânda namaz kılma yeri olarak tārif edebileceğimiz namazgâhları Mustafa Özdamar hocamız ne de güzel tasvîr ediyor: "Namazgâhlar, parıltıları hâlâ sönmeyen yüksek bir medeniyetin zengin duyarlığı içinde, fizikle metafiziği kucaklaştıran peyzaj mimârîmizin, açık mekân kültürü ve yaşanılır çevre düzeni anlayışımızın dünümüzden günümüze yansıyan açık anıt ve kanıtlarıdır.” Evet, bundan özge yorum yok.
Kırklareli”nden hareketle başladığımız Gelibolu ziyâretimizi gün batmadan tamamlamayı planladık. Bu sebeple ziyâret yerlerinde fazla kalamıyoruz. Yemek, çay molası ve hediyelik peynir helvası alımından sonra dönüş hazırlığı başladı. Edirne'nin bir ilçesi olan Keşan’a uğrayıp Hersekzâde Ahmed Paşa Câmi-i Şerîfi'nde bir müddet soluklanmaya karar verdik. Burada bizi Samet Öztürk kardeşimiz karşıladı. Mabed, 16. yüzyılda Hersekzâde Ahmed Paşa tarafından, yöreye has taş malzemeyle inşâ ettirilmiş. Ahşaptan son cemaat yeriyle, avludaki şadırvanıyla, çevre düzenlemesiyle hoş bir manzarası, huzur saçan iklîmi var mekânın. Yakın zamanda restorasyona tâbi tutularak yeniden ibâdete açılmış.
Mora ve Teselya Fâtihi Gāzi Turhan Bey’in Kabri Başında
Yolumuza devâm ediyoruz. Geçtiğimiz yıl Uzunköprü'yü ziyâret etmiştik. İlk inşâsı 1443 yılına târihlenen ve II. Murad Han tarafından yaptırılan Muradiye Câmi-i Şerîfi ve Uzunköprü restorasyon kapsamına alınmıştı. Bu ziyâretimizde de restorasyon çalışmalarının devâm ettiğini gördük. Bu sebeple, maalesef eserleri yakından inceleme fırsatını yine bulamadık. Burada fazla beklemeden, daha önce notunu aldığımız, Uzunköprü şehir merkezine 8 kilometrelik bir mesâfede bulunan ve Kırkkavak Köyü sınırları içerisinde kalan Gāzi Turhan Bey Câmi-i Şerîfi ile Türbesi’ne geçtik. Gāzi Turhan Bey (Turahan) Mora ve Teselya Fâtihi olarak bilinir. II. Murad Han ve Fatih Sultan Mehmed Han dönemlerinde Balkanlar’da Osmanlı Devleti adına önemli fetih faaliyetlerinde bulunmuş bir uç beyidir. Aynı zamanda II. Murad'ın dâmâdı ve Fatih Sultan Mehmed'in kayınbirâderi olan Gāzi Turhan Bey’in babası da Üsküp Fâtihi Paşa Yiğit Bey'dir. Turhan Bey, Balkanlar’da çok önemli fetihlere katıldığı gibi İstanbul'un fethinde de önemli görevler üstlenmiştir. Seksenli yaşlarında iken, 1456 yılı ortalarında vefât etmiş ve burada inşâ ettirerek vakfettiği câminin yanı başına defnedilmiştir.
Evvelce câmi ile aynı alanda bir türbe, imâret, medrese, hamam ve zâviye inşâ edilerek bir külliye oluşturulduğu ancak câmi ile türbe dışındaki diğer birimlerin günümüze ulaşamadığı, 1455 târihli vakfiyesinden anlaşılmaktadır. Câmi harap vaziyette, Gāzi Turhan Bey'in mezarını barındıran türbe ise yıkık durumda iken her iki eser de Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 2008 yılında restorasyona tâbi tutulmuş. Câmi kapsamlı şekilde restore edilmiş, türbe ise târihî belge ve fotoğraflara dayanılarak yeniden inşâ edilmiş. Câmi kare planlı ve tek kubbeyle örtülüdür. Câminin kuzeybatı köşesinde tek şerefeli bir minâresi vardır. Câminin bânîsi Gāzi Turhan Bey'in defnedildiği türbe de kare planlı ve kubbeli bir yapıdır. Câmi ve türbe ana yol üzerinde olmadığı için ziyâretçisi pek azdır.
Güzellikler Meşheri Bir Çeşme
Uzunköprü'de daha önceki seferlerimizde gözden kaçırdığımız güzelliklerden birisi de Telli Çeşme’dir. Dört yüzlüdür. Uzunköprü çarşısının ortasında, kendi adı ile anılan meydandadır. Yapılış târihi kesin olarak bilinmemekle birlikte tezyînâtına bakılarak 1800'lü yıllara târihlendirilebilir. Çeşmenin suyu Sultan II. Murad Han'ın getirttiği su şebekesinden sağlanmış. 1960 yılında asıl yerinden alınıp 4-5 metre uzağa, şimdi bulunduğu yere taşınmış. Günümüzde iki musluğu olan çeşme 4 musluklu olarak tek parça som mermerden inşâ edilmiş. Ünal Kaplan çeşme ile ilgili ayrıca şu bilgileri verir: “Mermerden bir adet yalağı bulunan çeşmenin üzeri Lale Devri süslemeleri ile aynı özellikleri taşıyan kıvrık dallar, rumiler, sarkıtlı-saçaklı süsler, selvi ve artık nesli tükenmiş olan İstanbul lalesi motifleri ile süslenmiştir. Sanat târihi yönünden çok değerli bir yapıttır. Ne yazık ki 1920-1922 Yunan İşgâli sırasında bu süslemeler ile çeşmenin dört tarafında bulunan kitâbelerin üzeri kazınmıştır. Bu yüzden yapılış târihi ve kim tarafından yaptırıldığı hakkındaki bilgiler silinmiş, süslemelerin ise yalnız izleri kalmıştır.”
Meriç Yer Fıstığını Listemize Aldık
Çeşmenin bulunduğu mevkiden târihî Uzunköprü istikāmetine yürüyerek gidiyoruz. Gözümüz cadde üzerindeki bir dükkânın girişinde sergilenen yer fıstığı paketlerine takılıyor. Piyasadaki fıstıklara göre daha küçük boyutta görünüyorlardı. Satıcıya bu fıstıkların menşeini sordum. Bunlar Meriç fıstığı imiş. Meriç’in fıstığını ilk defa duydum ve tereddüt etmeden birkaç paket aldım. Hakîkaten aroması çok farklı bir fıstık çeşidi. Lezzetli bir tadı var.
Akıncı Beyi Gāzi Mahmud Bey’in Kabri İçler Acısı Vaziyette
Köprü restorasyonda bulunsa da yakınında bulunan Gāzi Mahmud Bey Çeşmesi’ne selâm vermeden buradan geçip gitmek olmazdı. Bu çeşmeye park çeşmesi de denir. Sultan II.Murad Han tarafından yaptırılmış. Vaktiyle suyu Malkoç su kaynaklarından pişmiş toprak künkler ile getirilmiş. Günümüzde şehir su şebekesine bağlı olarak suyu akmaktadır. Orijinal yeri köprünün hemen başında olan çeşme, köprü genişletilmesi çalışmaları sırasında taşları numaralandırılarak buraya taşınmış. Çeşmenin üzerinde, köprünün Sultan II. Murad Han tarafından yaptırıldığı ve 174 kemer olduğunu belirten, Arapça harflerle yazılmış bir kitâbesi bulunur. Bu çeşmenin birkaç metre ötesinde bir de kabir vardır. Bu kabir Akıncı Beyi Gāzi Mahmud Bey'e āittir. Çeşme, ismini Ergene/Uzunköprü'nün yapımına nezâret eden bu zâttan almıştır. Maalesef kabrin durumu içler acısı vaziyettedir. Kırgızlar’da iyi bir atasözü var; "Ölenler değer görmeyince diriler saygı görmez." derler! Varsa bir hükmü Edirne ve Uzunköprü’deki ilgili kurumları gereğini yapmaya dâvet ediyoruz.
Hayrabolu Tatlısı Hayrabolu'da Yenir
Kırklareli'ye dönüşümüzü Hayrabolu güzergâhından planladık ve gün batımına doğru Hayrabolu'ya vardık. Buradaki en eski târihli yapı Hisar Mahallesi’nde bulunan Paşa Câmi-i Şerîfi'dir. Kayıtlarda Çelebi Sultan Mehmed Câmii olarak da geçer. İstanbul'un fethinden önce yapılmış (1419) ilçedeki tek câmidir. Câmiyi yaptıran Çelebi Sultan Mehmed, mîmârı, Mimar Hacı İvaz Paşa'dır. Daha sonraları pek çok defa elden geçirilmiş. Ziyâretimiz sırasında da restorasyon çalışmaları devâm ediyordu. İkinci ziyâretimiz Hasan Bey Câmi-i Şerîfi'ne oldu. Kayıtlarda Ulu Câmi ve Güzelce Hasan Bey Câmii olarak da geçer. II. Beyazıd'ın dâmâdı Güzelce Hasan Bey tarafından yaptırılmış olup mahallin en büyük câmi-i şerîfidir. Bir diğer târihî câmi ise Çarşı Câmi-i Şerîfi'dir. Kayıtlarda Hasib Bey Câmii ve Kethüdazâde Çorumlu Mustafa Bey Câmii olarak da geçer. Buradan ayrılarak Sarban-i Ahmed Dergâhı’na geçiyoruz. Burada Kānûnî Sultan Süleyman Han'ın Deve Kolları Kumandanı, şâir, evliyâ Sarbân-ı Ahmed'in türbesi bulunur. Kānûnî'nin fermânıyla 1527 yılında inşâ edilmiş. Hacılar Köprüsü’ndeyiz. Atâullah Bey’in Tekirdağ yolu ve Hayrabolu deresi üzerinde yaptırdığı, altı gözden oluşan köprüdür. Burada gün batımına doğru güneşin rengini dereye yansıtmasıyla olağanüstü bir güzellik oluşur. Bu görüntünün günün başka bir saatinde oluşabileceğine ihtimâl dahi vermiyorum. Hayrabolu tatlısını severdim lâkin burada yediğimiz bambaşka bir şeydi. “Muhafaza edebilir miyiz?” endîşesiyle paket yapıp yanımıza tatlı almadık. Bunun yerine şerbetsiz hâlini aldık. Şerbetini evde biz yaptık ve aynı lezzeti tutturmayı başardık. Tavsiye edilir. Bir günde dört şehrin önemli bir bölümüne yönelik yaptığımız ziyâretler bugün için sona erdi. İstikāmet Kırklareli.
Kırklareli Namazgâh Tepesi Aslî Hüviyetine Kavuşturulmalı
Ertesi günü buz gibi sularından tatmak, kana kana içmek için Erikli köyüne doğru yola çıktık. Yayla Mahallesi'nden geçerken Sedat Alpsoy kardeşimiz bir tepeyi işâret ederek buranın da tıpkı Gelibolu Azepler Namazgâhı gibi, Edirne Hacılar Ezanı Namazgâhı gibi bir zamanlar namazgâh olduğunu söyledi. Buraya yöre halkı öteden beri “Namazgâh Tepesi” diyor. Şehre hâkim bir konumda yer alan mekânın Trakya Bölgesi'nin fethinden itibâren namazgâh alanı olarak kullanıldığı kaynaklarda yer alır. 1877 yılında kâgir minber ve mihrap eklenerek etrâfının duvarla çevrildiği rivâyet edilir. Balkan Harbi’nde harap olduğu, 1916 târihinde tekrar inşâ edildiği, Yunan işgâli sırasında tekrar harap olduğu da rivâyetler arasında. 1918 yılına āit Kırklareli ili haritasında söz konusu alan namazgâh ve mezarlık alanı olarak gösterilmiştir. İlk inşâsı Kırklareli'nin fethine târihlenen namazgâhın türlü bâdirelerden geçtikten sonra şükür ki o günlerin bir şâhidi olarak temel taşları hâlâ yerinde duruyor. Şâyet ihyâ edilmezse pek çok örneği gibi -daha çok ihtiyaç duyulan- otopark yâhut eğlence merkezi yapılacak! Meydanda oraya buraya saçılmış halde bulunan taş parçalarının vaktiyle bölgede bulunan Kızılay binâsına āit olduğu da rivâyetler arasındadır. Kanâatimizce malzeme özellikleri son dönemde inşâ edilen yapı malzemelerinin özellikleriyle pek uyumlu değil. Söz konusu binâ, namazgâh alanına daha sonraları yapılmış ve bir müddet sonra yıkılmış da olabilir. Bu ve benzer hususların ilgili kurum ve uzman personel mârifetiyle açıklığa kavuşturulması elzemdir.
Vaktiyle hacca gidenlerin ve gelenlerin, sefere çıkanların uğurlandığı, karşılandığı yegâne mekân temel izlerinden, geride kalan taşlardan ve arşiv fotoğraflarından yola çıkılarak pekala yeniden ihya edilebilir. Bunu yapabiliriz. Kırklareli Valiliği ve Belediye Başkanlığı el ele vererek Kırklareli Devlet Hastanesi'nin hemen yanı başında, şehre hakim bir noktada yer alan bu ecdat yadigârı namazgâhı ihya ederse hem dedelerimizin himmeti hem de gelecek neslin duāsı ilelebet üzerlerinde olacaktır.
İki günlük ziyâretimiz esnasında yaklaşık 700 kilometre yol kat ettik. Güzergahımızdaki ecdat yadigârı, târihî ve kültürel mirasımız elbette ki yazdıklarımızla sınırlı değil. Biz elimizle tuttuğumuz, gözümüzle gördüğümüz eserleri, mekânları dile getirmeye çalışıyoruz. Her zaman ve zeminde ifade ettiğimiz gibi ecdadımızın eserlerini keşfetmeye ömür, anlatmaya kelimeler kifâyet etmez. Hoşça bakın zâtınıza efendim. Başka bir yazıda, bambaşka iklîmlere yelken açmak dileğiyle.
Temmuz 2025, sayfa no: 60 – 65
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak