Bu Garîb-nâme anın geldi dile
Kim bu dil ehli dahı ma‘nî bile
Bu toprakları mayalayan kurucu metinlerden biri de Âşık Paşa’nın telif ettiği Garîb-nâme’dir. Âşık Paşa (1272-1332), Garîb-nâme’yi:
“Yidi yüz otuz yılında hicretün
Sözi irdi hatmine bu fikretün”
beytinden anlaşıldığı gibi hicrî 730 (1329-30) yılında yazmıştır. Bu târihlerde Osmanlı Beyliği, Moğol istilâsının ve iç isyanların talan ettiği Selçuklu medeniyetinin külleri üzerinde yeniden hayat bulma, Anadolu’daki Türk birliğini tesis etme ve yeni fetihlerle devletin nüfûzunu daha ileri noktalara taşıma çabası içerisindeydi. Bu itibarla “yeniden hayat bulma” çabası, bir yandan “gazâ” fikriyle siyâsî ve askerî alanda ülke sınırlarını genişletmeye mâtuf, öte yandan da tevârüsen intikāl eden dil, din ve alfabe birliği üzerinde kültürel ve ilmî alanda cereyân etmiştir. Bursa fethedilmiş, beylik “devlet”e tebdîl etmiştir. Fazla değil, eserin yazılışından bir sene sonra İznik fethedilecek ve yakın bir zamanda Rumeli’ye akınlar başlayacaktır. Garîb-nâme, tam da bu “tâş u toprak arasında” kuruluş ve var oluş sürecinde toplumsal zihniyeti inşâ eden bir metin olarak kültür ve düşünce hayâtımıza damgasını vurmuştur.
Garîb-nâme döneminde yazılmış diğer eserler gibi tercüme değil, telif ve tamâmen özgün bir eserdir. Bu yönüyle Anadolu’da telif edilmiş ilk büyük eser olarak kaynaklarda yerini almıştır. Dolayısıyla o bir “kurucu metin” olarak değerlendirilebilir. Peki, bu kurucu metnin şâiri Âşık Paşa kimdir? Âşık Paşa hakkında hem kendi eserlerinden hem de oğlu Elvan Çelebi’nin kaleme aldığı Menâkıbü’l-Kudsiyye fî Menâsıbi’l-Ünsiyye’den hareketle önemli bilgilere sâhibiz. Māmâfîh târihe önemli etkileri olmuş bir âileye mensup olması da onun bilinen ve tanınan bir şahsiyet olmasına vesîle olmuştur. Buna göre o, hicrî 670’te (1272) Kırşehir’de dünyâya gelmiştir. Asıl adı Ali, mahlası Âşık Paşa’dır. Dedesi Ebü’l-Bekâ Şeyh Baba İlyas b. Ali, bir muhâcirdir; Anadolu’ya Horasan’dan gelmiş, Amasya’ya yerleşmiş bir sûfî şahsiyettir. Baba İlyâs-ı Horasânî’nin Ebü’l-Vefâ Hârizmî’nin tarîkatına bağlı bir Vefâî mürşidi olduğu ve tâkipçilerine Babaî denildiği de kaynaklarda zikredilmektedir. Baba İlyas, Halîfesi Baba İshak’la berâber, Selçuklu’ya başkaldırmıştır. Târihe Babâîler İsyânı yâhut Baba Resul İsyânı olarak geçen bu isyan, Anadolu’da dînî-tasavvufî kaynaklı ilk isyandır.
Elvan Çelebi’nin Menâkıb’ına göre Selçuklu’nun şiddetli taarruzuyla bastırılan isyan sonrası, Baba İlyas yakalanıp Amasya Kalesi’ne kapatılmıştır. Zindanda bulunduğu kırkıncı gün hücresinin duvarı yarılarak boz atı gelmiş ve Baba İlyas’ı alarak kaybolmuştur. Başka kaynaklarda ise isyan sırasında veya savaş alanında öldüğü yâhut îdâm edildiği şeklinde bāzı rivâyetler yer almaktadır. Kezâ âilenin diğer üyelerinin de isyan bahanesiyle öldürüldüğü, ancak o vakit kundakta bir bebek olan Âşık Paşa’nın babası Muhlis Paşa’nın bu fâciadan kurtarıldığı zikredilmektedir. Muhlis Paşa, yedi yaşında Mısır’a götürülmüş, orada eğitimini aldıktan sonra tekrar Anadolu’ya dönmüştür. Anadolu’ya dönünce hapsedilen Muhlis Paşa’nın 1273 yılına kadar olan hayâtı karanlıktır. Bu târihte Konya’yı ele geçirmiş fakat altı aylık bir hükümranlıktan sonra hâkimiyeti Karamanoğulları’na devretmiştir.
Köklü ve etkili bir âileden gelen Âşık Paşa, eserlerini tetkîk ettiğimizde çok iyi eğitim almış bir âlim ve mütefekkir olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim onun Garîb-nâme’den başka, Fakr-nâme, Vasf-ı Hâl, Kimyâ Risâlesi, Risâle fî Beyâni’s-Semâ ve Hikâye isimli eserleri bulunmaktadır. Pîr-i Türkistan Ahmet Yesevî’nin izinde giderek yazdığı Fakr-nâme, 161 beyitten oluşan küçük bir mesnevîdir. Bu mesnevîde şâir, tasavvufî bir kavram olan fakrın Hz. Peygamber’in(sav) temel sıfatlarından biri olduğuna işâret etmektedir. Tahkiye üslûbu ile yazılan eserde rengârenk bir kuş olarak tasvîr edilen fakr, sonunda Hz. Peygamber’i seçerek O’nda karar kılmıştır. Bu düşüncesini, Garîb-nâme’de de çeşitli vesîlelerle dile getirmektedir.
Âşık Paşa’nın derin tesirler bırakan eseri Garîb-nâme, dînî-tasavvufî konularda halkı eğitmek maksadıyla didaktik bir üslupla ve Türkçe kaleme alınmıştır. Eser, bāzı kaynaklarda Dîvân-ı Âşık, Dîvân-ı Âşık Paşa, Maārif-nâme ve Genc-nâme gibi adlarla anılsa da şâiri onu Garîb-nâme olarak isimlendirmiştir. Nitekim bir yerde şöyle der:
Bu Garîb-nâme anın geldi dile
Kim bu dil ehli dahı ma‘nî bile
Gönül ehline hakîkate ilişkin “ma’nâ”yı bildirmek murâdıyla yazılan eser, 10.613 beyitten oluşmaktadır. Eser, on bölüm üzerine kurulmuştur. Her bir bölümde hikmetlere dikkat çekerek nasîhat etmiştir. Bu büyük hacimli eserin, baş kısmında her bölüm iki beyitle tanıtılmakta, daha sonra da tevhîd, münâcât ve na’tlar gelmektedir. Na’tlar, Peygamber’in övgüsü, dört halîfenin methi, ashâb-ı kirâma ilişkin şiirlerden oluşmaktadır. Bu bölüm başta olmak üzere, eserin diğer bölümlerine yansıyan telmih, iktibas, irsâl-i mesel ve teşbîh gibi sanatlarla iç içe zikredilen hususlar göz önüne alındığında, şâirin en önemli ilham kaynağının Hz. Peygamber(sav) olduğu görülmektedir. Dünyâ bir gurbet diyârıdır ve bu diyarda bir “garip” olan insanın yegâne kılavuzu Hz. Peygamber’dir. Onun rehberliğiyle insan, gurbette hayâtını anlamlı bir şekilde yaşayacaktır. Bir bütün olarak eserin ana fikri budur. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in rehberliğinde varlık, ahlâk ve bilgi tasavvurlarına nasıl sâhip olmamız gerektiği fikrini işler. Nitekim Hz. Peygamber’in varlığı rahmet, bilgisi nihâyetsiz ve birebir hakîkat ve ahlâkı da güzel bir örnektir. Yeri geldikçe de bu varlığın mâhiyetini idrâk eden, getirdiği bilgiye şeksiz şüphesiz inanarak teslîm olan ve öngörülen ahlâkî erdemleri bihakkın yaşamaya gayret eden âilesi (ehl-i beyt) ve arkadaşları (ashâb-ı kirâm) hakkında da bilgi verir.
Garîb-nâme, esas itibârıyla tasavvufî nitelikte, Allâh’a ulaşma yollarının anlatıldığı bir eserdir. Mesnevî’nin en kayda değer özelliği hiç kuşkusuz Türk dilinin horlandığı bir dönemde bu dille yazılması ve bunun da özellikle vurgulanmasıdır.
Türk diline kimsene bakmaz-ıdı
Türklere hergiz göñül akmaz-ıdı
Türk dahı bilmez-idi ol dilleri
İnce yolı ol ulu menzilleri
Bu Garîb-nâme anın geldi dile
Kim bu dil ehli dahı ma‘nî bile
Türk dilinde ya‘ni ma‘nî bulalar
Türk ü Tâcik cümle yoldaş olalar
beyitleri dönem gerçeğinin açık ifâdesidir. Onun bu yaklaşımı Pîr-i Türkistan’ın Türkçe hikmet söylemesine dâir dile getirdiği gerekçelere çok yakındır. Zaman zaman bir âyet-i celîle yâhut hadîs-i şerîf zikreden şâir, böylece fikrini temellendirmeye çalışır. Dil bahsinde de İbrâhîm Sûresi’nden 4 âyeti, “Vemâ erselnâ min-resûlin illâ bi-lisâni kavmihi” şeklinde lafzî iktibas yaparak eseri Türkçe yazmasının gerekçelerini îzâh eder. Bahse konu iktibasta, “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.” buyurulmaktadır. Âyet-i celîlenin tamâmında ise mānâ şu şekildedir: “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara (Allâh’ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O, mutlak güç sâhibidir, hüküm ve hikmet sâhibidir.” Şâirin buradan çıkarımı ise şöyledir:
Yol içinde birbirini yirmeye
Dile bakup ma‘niyi hor görmeye
Tâ ki mahrûm kalmaya Türkler dakı
Türk dilinde añlayalar ol hak’ı
Gerçi göñüldür iren ol menzile
Ol göñülde eglenen gelmez dile
Kamusıyla dil dahı hem işdedür
İremezse eydür işdür işde dür
Hâliyâ dogru haber eydür bu dil
Gerçi kim irmez aña bu kāl-u-kîl
Kamu dilde ma‘ni vardur bilene
Cümle yolda hak bulındı bulana
Her nefesden yol açukdur Tañrı’ya
Kim añabildiyse anı bî-riyâ
Kamu dilde var-durur ma‘nî sözi
Görene gizlü degül ma‘nî yüzi
Ma‘ni ehli ma‘ninüñ kadrin bilür
Kanda kim bulsa aña ragbet kılur
Çok ‘acâyib çok garâyib nesneler
Söylenür dilde neler vardur neler
Her dilde “ma’nâ” yāni hakîkati dile getirecek bir öz vardır. Herkes kendi dilinde bu ma’nânın peşine düşerse, onu daha iyi anlayacaktır. Nitekim Türkler ma’nâdan mahrum kalmasınlar diye ben eserimi Türkçe yazdım demektedir. Bu yaklaşım, yukarıda da işâret ettiğimiz gibi “Âyet hadîs ma’nasın Türkçe bilmek evlâdır” diyen Ahmed Yesevî’de de vardır. Māmâfîh Türkistan’dan gelen hikmet arkından yararlandığı ve Yûnus Emre’nin açtığı yolda yürüdüğü açıkça görülen Âşık Paşa’nın, Türkçe’nin Anadolu’da temekkün etmesinde önemli bir katkıya sâhip olduğu âşikârdır. Bir mesnevî şâiri olarak Âşık Paşa’nın etkilendiği kişilerin başında kuşkusuz Mevlânâ gelmektedir. Öyle ki Garîb-nâme, Fuat Köprülü gibi târihçiler tarafından, Mevlânâ’nın eserine telmihle “Türkçe Mesnevî” olarak gösterilmektedir. Bu nisbet, tutarlı bir yaklaşımı ifâde eder. Nitekim Mesnevî-i Ma’nevî ile Garîb-nâme mukāyese edildiğinde muhtevâ benzerliği dikkat çeker. Her iki eserde de temel mesele insanın kemâl yolcuğudur. Bunun için aşılması gereken mânialar (mücâhede), çıkılacak yol (seyr u sülûk) ve erişilmesi gereken mertebeler (nefis mertebeleri) vardır.
Âşık Paşa, özellikle Garîb-nâme’siyle edebiyatımıza pek çok şâire hattâ edebî türe örneklik etmiştir. Süleymân Çelebi meşhûr Mevlid’inde onu örnek almış, hattâ birçok beyti Garîb-nâme’den aynen aktarmıştır. Garîb-nâme’nin neşrini hazırlayan Kemal Yavuz, Âşık Paşa’nın eserinde anlattığı kıssaları dikkate alarak onu, edebiyatımızda ilk Leylâ ve Mecnûn, ilk Yûsuf u Züleyhâ yazarı, mevlid ve mirâciye türlerinin de ilk uygulayıcısı olarak tanıtmıştır. Kezâ onun Sinân Paşa’dan başlayarak Yazıcıoğlu Mehmed, Kaygusuz Abdâl, Eşrefoğlu Rûmî, Bâkî ve Şeyh Gâlib’e uzanan geniş bir yelpâzede “dili kullanıştan düşünce şekillerine kadar” etkilediğini söylemiş, hatta Nâbî ve onun okuluna mensup şâirlerin hikemî tarzlarında da Paşa’nın rolü olduğunu iddia etmiştir.
Âşık Paşa’nın okuyucusuna yaptığı bir tavsiyesiyle yazıya noktayı koyalım. Şöyle diyor:
İy ‘akıl dir ögüñi kendüzüñe
Kim görine gizlü hâller gözüñe
Kullaruñ istedügin virür Çalap
İrgürür her kim neye kılsa taleb
Tâlib olgıl kendü hâlüñ bilmeğe
Kâni‘ olma gün günin eksilmege
Ey akıllı kişi! Aklını başına topla da gizli haller gözüne görünsün. Allah kullarına dilediklerini verir; kim neyi isterse ona kavuşturur. Sen kendi hâlini bilmeyi iste; günlerin eksilmesi ve ömrün tükenmesiyle yetinme, dâimâ ilerle.
Şubat 2025, sayfa no: 32-33-34-35
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak