Ara

Kendisine Vahyedilen İnsan

Kendisine Vahyedilen İnsan

Evet Peygamberimiz sallallâhü aleyhi ve sellem bizim gibi bir insandır. Yüce Yaratıcı, kendisiyle anlaşabilelim, kendisini örnek alabilelim diye O’nu, insanlar arasından seçmiştir. O bir insandır, ancak kendisine vahyedilen, konuştukları vahiy olan bir insandır. O aslâ sıradan herhangi bir insan değildir. Fetânetiyle, ismetiyle, güvenilirliğiyle, muhteşem ahlâkıyla, günahsızlığıyla O farklı bir insandır. O, fizikî ve ahlâkî güzellikleri kendinde toplamış bir şahsiyettir: De ki: «Ben de ancak sizin gibi bir insanım; ancak bana tanrınızın tek bir İlah olduğu vahyolunuyor.1 O, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy iledir.2 

Vahyin ilk yıllarında gelen bir âyette Onun muhteşem ahlâk üzere olduğu şöyle anlatılır: Şüphesiz sen büyük bir ahlâka sâhipsindir.3 Evet O, peygamber olarak görevlendirilmeden önce de güvenilirliği, dürüstlüğü, nâmuslu ve hayırsever oluşuyla muhteşem bir ahlâk üzere idi. Yardımseverdi, misâfirperverdi, mazlumların yanında yer alırdı, zulmün engellenmesi, iyiliklerin yaygınlaşması için hep seferberdi. Nice zaman kötülüklere engel olmuş, diri diri toprağa gömülmek istenen kız çocuklarını bu acı âkıbetten kurtarmıştı. İlâhî koruma onu kötülerden ve kötülüklerden ırak eylemişti. 

Peygamber olduktan sonra ahlâkı daha da güzelleşti ve ahlâkı bütünüyle Kur’ân oldu. Kur’ân’ın bütün hüküm ve hikmetleri Onda hayat buldu. Zîrâ O, ahlâkî erdemleri tamamlayıp bir ahlâk âbidesi olmak üzere gönderilmişti. Öyle de oldu, her bakımdan mükemmel bir ahlâk anıtı oldu. Tıpkı kendisini tanımladığı gibi: “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.4 Evet, O geldiğinde insanlar arasında bazı ahlâkî erdemler vardı: Misâfire ikrâm etmek, akrabâyı görüp gözetmek, mazlûma yardım etmek gibi. Ancak var olan bu erdemler eksikti, herkes tarafından her zaman her yerde uygulanmıyordu. O geldi, önce tevhîd diyerek ahlâkı tevhîd temeli üzerine oturttu. Yüce Yaratıcı'nın hakkına riâyet etmenin, O’nda sakınıp O’na karşı sorumlulukları yerine getirmenin her şeyin başı olduğunu öğretti. Sonra tüm diğer varlıkların haklarını belirtti. Bütün bu güzelliklerin herkes tarafından, her zaman ve her yerde uygulanmasının gereğini söyledi. Ahlâkın bütün şûbeleriyle bir bütün olduğunu, ancak bu şartlarda tam ve kâmil olacağını gösterdi. Ahlâkın bazı zamanlarda, bazı kişilerce, bazı yerlerde yapılan/yaşanan birkaç kalemden ibâret olmadığını açıkladı. Nitekim Aişe annemizin, "O’nun ahlâkı bütünüyle Kur’ân’dı" sözü bu gerçeği doğrulamaktadır.

Yüce Rabbimiz O’nu tüm insanlığa en güzel örnek/rol model olarak tanıtır: And olsun ki, sizin için, Allâh'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh'ı çok anan kimseler için Resûlullah en güzel örnektir.5 Âyette O’nun hangi konuda, nerede, ne zaman ve kimler için örnek olacağı belirtilmemiştir. Zîrâ O, her konuda, her yerde, her zaman ve herkes için en güzel örnek, nümûne-i imtisâldir. 

O, her şeyden önce Rabbine karşı sorumluluklarını yerine getirirken en güzel kul olarak örnektir. O’nun îman ve ibâdetiyle kulluğu muhteşemdir. O’nun için Kelime-i şehâdette O’nun kul oluşu, rasûl oluşundan önce zikredilerek tüm insanlığa örnek gösterilmiştir. Ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve rasûlüh/ben şehâdet ederim ki Muhammed Allâh’ın kulu ve Rasûlüdür sözü hem O’nun insan oluşunu, hem de kullukta insanlığa önder oluşunu bize söyler. İslâm’a giren bir kişi, Hz. Peygamber’in (sav) kul oluşunu söyleyerek, O’nu insanüstü bir varlık olarak görmediğini de itirâf etmiş olur. Ne bazı peygamberleri Allâh’ın oğlu olarak gören Yahudi ve Hristiyanlar, ne de melekleri Allâh’ın kızları bilen müşrikler gibi O’nu putlaştırmazlar. O’nu Yüce Yaratıcının kulu ve elçisi bilirler. Bu durum, O’nun bir insan olarak yaptıklarını, insan olarak bizlerin de yapabileceğinin ifâdesidir. O, bizim îman ve ibâdette örneğimizdir. Bizler de O’nun inandığı tüm her şeye O’nun gibi inanmakla mükellefiz. Şirk şâibesi olmadan, pazarlıksız, istisnâsız, kayıtsız şartsız Allâh’a ve O’nun indirdiği şeylere îmân ederiz. Rabbimizin âyetinde belirttiği gibi: Peygamber Rabbinden indirilene inandı. Mü'minler de inandılar.6

Peygamberimiz, insânî ilişkilerimizde de en güzel örnektir. Müslüman olsun olmasın akraba, komşu başta olmak üzere bütün insanlara karşı sorumluluklarımız konusunda ilk örneğimiz O’dur.

O, tüm diğer varlıklara karşı sorumluluklarımız konusunda da ilk örneğimiz ve önderimizdir. Hayvanlara, bitkilere ve hattâ eşyâya karşı yükümlülüklerimizin ne olduğunu insanlığa O öğretmiştir. Ağaçtan meyvesini indirirken onu incitmeden, ona zarar vermeden meyvesini toplamayı; hayvanlardan yararlanırken onlara eziyet etmemeyi, onları yedirip içirmeyi insanlık, ondan öğrenmiştir. Nehir/deniz kenarında abdest alırken bile isrâf etmemeyi bize öğreten O’dur. Çünkü nesli ve harsi mahvetmek, fesatçı nifak ehli kimselerin işidir. İşbaşına geçince, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeye çabalayan insanlar vardır. Allâh bozgunculuğu sevmez.7 

O’nun peygamber olarak geliş ve gönderiliş gâyesi insanlığı Allâh’tan başka şeylere tapmaktan kurtarıp onların yalnız Yüce Allâh’a yaraşır kullar olmalarını sağlamaktır. Tıpkı diğer peygamberler gibi: And olsun ki, her ümmete: «Allâh'a kulluk edin, tâğutlardan kaçının» diyen peygamber göndermişizdir.8 Gerçekten de O, bu vazîfesini hakkıyla yerine getirmek için gece gündüz durmadan koşturmuş, yapılması gereken her şeyi yapmıştır. Zîrâ O, hayâtını insanlığın kurtuluşuna adamış insanlık sevdâlısı bir peygamberdi. Nitekim O’nu bize Rabbimiz şöyle tanıtır:

And olsun ki Allah, inananlara, âyetlerini okuyan, onları arıtan, onlara kitap ve hikmeti öğreten, kendilerinden bir peygamber göndermekle ikramda bulunmuştur. Halbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta idiler.9 

And olsun ki, içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, inananlara şefkatli ve merhametli bir peygamber gelmiştir.10 

Evet O, insanların içerisinden, insanlara gelmiş bir elçidir. O’na, doğup büyüdüğü câhiliyenin kirleri aslâ bulaşmamıştır. Soyu sopu, âilesi ve çevresi bilinen bir kişiydi. Nitekim bir rivâyette âyetteki min enfüsiküm ifâdesi sizin en şereflinizden/en fazîletlinizden anlamına min enfeseküm şeklinde de okunmuştur. O, peygamber olmadan önceki kırk yıllık hayâtında insanlar tarafından temizliği ve dürüstlüğü ile parmakla gösterilen bir şahsiyetti. O’nun içerisinde yetiştiği ve yaşadığı toplumda kınanacak bir tarafı yoktu. Bir peygamberde olması gereken bütün özellik ve güzellikler O’nda mevcuttu. O ne şâirdi ne kâhindi ne sihirbazdı ne mecnundu ve ne de daha önce bir kitap okumuş yazmış bir kimse idi: Daha önce yıllarca aranızda bulundum, hiç düşünmüyor musunuz?11 Gerçekten de O, tıpkı bu âyetin geçtiği sûrenin ismi (Berae) gibi günah kirlerinden berî idi.

O, insanlığın hidâyetine düşkün olan, insanlığın derdini dert edinmiş, gece gündüz onların kurtuluşu için çırpınan bir mürşiddi. Hastasını sıkıntıdan kurtarmak isteyen otoriter bir doktor gibi, evlâdını yanlışlardan korumak isteyen bir baba gibi şefkatli ve merhametli idi. 

Mü'minlere şefkat ve merhamet kanatlarını indirmiş bir hâmî idi. Mü'minlerin bir sıkıntıya düşmesi de bir günah içerisine düşmesi de O’na ağır gelirdi. Sizin cehenneme düşmeniz O’na pek ağır gelir ve O, sizin cennete girmenize aşırı düşkündü. O sâdece mü'minlere değil, tüm âlemlere rahmet olarak gelmiş bir elçiydi. Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.12 O tüm insanlığa, hattâ ins ve cinne gelmiş evrensel bir rasûldü. Onun rahmet ve ra’fet mantosunun altında hakîkat peşinde olan inanan herkese yer vardı. Sana uyan mü'minleri kanatların altına al.13 

Yüce Allâh, kendi isimlerinden iki isim olan Rahîm ve Raûf (çok merhametli, pek şefkatli) isimlerini bu âyette yalnızca Peygamberimize hasretmiştir. O’nun şefkat ve merhameti tüm varlıklara yansımıştır. 

Bugün O’na inandıklarını söyledikleri halde O’nu tanımayan, O’nu izlemeyen, O’nu özlemeyen, O’na benzemeyen mü'minler ve tüm insanlık… O’nu doğru bir şekilde tanımaya ne kadar da muhtaç! O’nun güzelliklerini yaşamaya ve yaşatmaya ne kadar da hasret! Evet O, Nûr Dağı’nda ilk vahye muhatap olduğu gündeki gibi hâlâ kırk yaşında ve ümmetinin başındadır. İnsanlığa bıraktığı iki büyük nimet Kur’ân ve Sünnet emânetiyle insanlığı hidâyete ve kurtuluşa çağırmaya devâm ediyor. Gönül ve beyin alıcılarını O’na çevirenlere, gönül ve düşünce dünyâlarını O’nun öğretileriyle donatıp, söylem ve eylemleriyle O’nu izleyenlere ne mutlu!

Dipnotlar

1 Kehf 18/110, Fussilet 41/6.

2 Necm 53/3-4.

3 Kalem 68/4.

4 Muvatta, Husnü'l Halk 8; Müsned, II, 381.

5 Ahzâb 33/21.

6 Bakara 2/285.

7 Bakara 2/205.

8 Nahl 16/36.

9 Âlu Imrân 3/164.

10 Tevbe 9/128.

11 Yûnus 10/16.

12 Enbiyâ 21/107.

13 Şuarâ 26/215, Hıcr 15/88.

Ocak 2024, sayfa no: 13-14-15

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak