Ara

Kemiksiz Dost Etten Düşman: DİL

  Kemiksiz Dost Etten Düşman: DİL İdris Kocabaş[1] İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerinden birisi hiç şüphesiz ‘konuşabiliyor’ olmasıdır. İnsan konuşarak meramını/isteğini anlatır, konuşarak çevresiyle iletişime geçebilir. Konuşabilmesi için ihtiyaç duyduğu organı olan dilini ‘nasıl’ ve ‘ne şekilde kullanacağı’ ise tamamıyla kişinin kendisine bırakılmış ve konuştuğu her şeyden birey sorumlu tutulmuştur. Bu durumda kişinin dilini iyi ve güzel yerlerde kullanması lehine, kötü ve çirkin yerlerde kullanması da aleyhine olmaktadır. Bu hakîkat bir âyet-i kerîmede şöyle dile getirilmektedir: ‘O gün ki aleyhlerinde dilleri, elleri ve ayakları yaptıklarına şahitlik edecektir.’[2] Dil, Allâh’ın (cc) kullarına lütfettiği en büyük nimetlerdendir. Kendisi vücutta az bir yer kaplıyorsa da işlevi yönüyle sahibini kurtuluşa ya da felakete götürebilmektedir. Bu yönüyle dil, kimi zaman su olup yürekleri ferahlatabilmekte, kimi zaman da ateş olup gönülleri yakabilmektedir. Kişinin dilini zikirde, ilimde, iyiliği emir, kötülükten sakındırmada kullanması, nimet olarak yaratılmış olan dilini, asıl maksadı doğrultusunda kullanması anlamına gelmektedir. Bu ise kişinin diliyle yaptığı ibâdetler sınıfına girmektedir. Çünkü İslâm, müminden daima dilini kontrol altında tutmasını istemiştir. Hz. Peygamber (sav); ‘Ya hayır söyle yahut sus’[3] emirleriyle bu hassas noktaya işâret buyurmuşlardır. Bu noktada hayır konuş(turul)an dilin sahibine dostluk, şer konuş(turul)an dilin ise düşmanlık getireceği unutulmamalıdır: ‘İnsanoğlunun her sözü kendi aleyhinedir; ancak iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak yahut Al­lah Teâlâ’yı zikretmek müstesnadır.’[4] Kişinin konuştuğu şeylerin membaının/kaynağının kalp olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dilimizden dökülen sözcüklerin kalbimizin mânevî durumunu yansıttığı ise muhakkaktır. Zira Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: ‘Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi/doğru/düzgün olursa bütün vücut iyi/doğru/düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.’[5] Sûfilerin; ‘ Küpün içinde bal varsa dışına bal, sirke varsa dışına sirke sızar’ sözleri kalb ile dil arasındaki yakın ilişkiyi anlatmak için ifâde edilmiştir. Çünkü kalb vücutta komutan, dil ise bu komutanın emir ve direktiflerini yerine getiren asker mesabesindedir. Kalp küpünde ilim, irfan, ihlâs ve marifetullah balları varsa dilden hakîkat-i ilâhi sızmakta; riyâ, haset ve kibir gibi süflî duygular varsa o zaman da dilden kişiye ve topluma zarar verici sözler dışa vurmaktadır. DİLİN GÜZELLİKLERİ Kur’ân-ı Kerîm’e göre müminin dilinden ‘doğru söz’den başka bir söz çıkmamalıdır. İlahî beyâna göre, doğru/güzel sözü Allah Teâlâ sevmektedir: ‘Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.’[6]Doğru ve güzel konuşmak konusunda Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurmaktadır: ‘Şüphesiz ki söz ve davranışlardaki doğruluk, hayra ve üstün iyiliğe yöneltir; bu da insanı cennete ulaştırır. Kişi, (kendini bir kere doğruluğa verip, o yola yöneldi mi) hep doğru söyler, doğruyu araştırır ve doğru söyleye söyleye de Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir.’[7] Dilin vesile olacağı güzelliklerden bir tanesi de ‘zikir’ yani Cenâb-ı Hakk’ı anma ve hatırlamadır. Zikir, yaratana karşı yerine getirmemiz gereken önemli kulluk görevlerimizden bir tanesidir. Zikir, suyun çorak topraklara hayat verdiği (vermeye vesile olduğu) gibi kalp ve ruhumuza hayat verecek önemli amellerden bir tanesidir. Ve yine zikir Hakk’a tâbi olmada ruhumuzu diri tutacak hayat kaynağımızdır. Şu ilahî fermanlar bu hakikatleri dile getirmektedirler: ‘Ey îmân edenler! Allâh'ı çokça zikredin O'nu sabah akşam tespih edin.’[8], ‘Allâh'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.’[9], ‘Allâh’ı zikredenle zikretmeyen arasındaki fark, ölü ile diri arasındaki fark gibidir.’[10] Dilin toplumsal anlamda sağlayacağı güzelliklerden birisi de ‘insanlara iyiliği emredip, onları kötülüklerden alıkoyarak toplumsal barışa katkı sağlamaya vesile olması’dır. ‘Emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker yapmak’ toplumu ayakta tutan mânevî dinamiklerdendir. Müslüman da bu mânevî görevi üstlenmekle sorumludur: ‘İçinizden, insanları hayra çağıracak iyiliği emredip kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun...’[11], ‘Nefsim elinde olan Allâh'a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder kötülüğe engel olursunuz, ya da, Allah, yakında umumi bir bela verir. O zaman duâ edersiniz, fakat duânız kabul olmaz’[12] Başımıza gelebilecek birçok felaketten korunmanın yollarından birisi de ‘dili pasif olarak kullanmamıza’ bağlıdır. Bir başka ifâdeyle, boş sözlerden, günah konuşmalardan yüz çevirerek/susarak, karşı karşıya kalabileceğimiz tehlikeleri bertaraf etmiş ve susmayı nimete çevirmiş olabiliriz. Hz. Peygamber (sav) dilin bu özelliğine dikkat çekerek şöyle buyurmuştur: ’Susan (tehlikeden) kurtulmuştur.’[13]‘Selâmet içinde kalmak isteyen, sükûttan ayrılmasın’[14]  DİLİN GÜNAHA AÇILAN KAPILARI VE SONUÇ Dilin yukarıda zikredilen faydalarıyla birlikte, işlenmesi kolay ancak neticesi itibariyle vahim olan, dilin birçok zararlarından da bahsetmek mümkündür. Örneğin insanların dilini muhâfaza etme noktasında pek başarılı olamadıkları zararlardan birisi olan ‘gıybet’, kardeşliği, birlik ve beraberliği olumsuz etkilemesi yönüyle, bireyin helakini aşıp, toplumun helakine zemin hazırlayan bir günahtır. Üstelik gıybet, kul hakkı boyutuyla, altından kalkamayacağımız bir yükün altına girmek anlamına gelmektedir. Şu âyet-i kerîme ve hadis-i şerifler bu hakîkatleri dile getirmektedirler: ‘Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allâh'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.’[15],Resûlullah Efendimiz (sav) buyurdular ki: ‘Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?’ ‘Allah ve Resûlü daha iyi bilir!’ dediler. Bunun üzerine: ‘Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır’ açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam: ‘Ya benim söylediğim onda varsa, (Bu da mı gıybettir?)’ dedi. Efendimiz (sav): ‘Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir.’[16], ‘Miraç gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini (ve göğüslerini) tırmalıyorlardı.’ Ey Cebrail! Bunlar da kim?’ diye sordum. ‘Bunlar, insanların etlerini yiyenler (gıybet edenler) ve ırzlarını (şereflerini) payimal (ihlal eden, çiğneyen) edenlerdir.’[17] Dilin karanlığa açılan kapılarından bir tanesi de ‘yalan konuşmak’tır:‘Gerçeği sürekli ters yüz eden (yalancı), günaha düşkün olan herkesin vay haline.’[18],Yalandan sakının; çünkü o kötü ahlâk ile beraberdir ve her ikisi de ateştedir.’[19],Kişi yalan söylemeye ve yalancılıkla uğraşmaya devam ederse Allah katında yalancılardan yazılır’[20] ilahî fermanlarında dile getirildiği gibi yalan zulme, zulüm ise kişiyi cehenneme götürmektedir. Yalan sözün insanoğlunun felaketi olduğuna tarih de tanıklık etmektedir. Yalan, yuvaların yıkılmasına, karşılıklı güven duygusunun yok olmasına, kardeşliğin büyük yara almasına kadar etkisi olan bir dil afetidir. Yalan sözle yakından alakalı olan bir diğer hususta ‘yalan yere yemin etme’ konusudur. Bu büyük günahta şu âyet-i kerîmeyle yasaklanmıştır: ‘Birbirinizi aldatmak için (yalan yere) yemin etmeyin. Eğer böyle yaparsanız, ayak sağlamca yere bastıktan sonra kaymış olur. Allah yolundan saptığınız için azabı tadarsınız. Ve size büyük bir azap dokunur.’[21] Bir kimseye işlemediği bir suçu isnat etmek[22] anlamına gelen ‘iftira’ ise dilin karanlığa açılan bir diğer kapısıdır. İftira; atılana dünyada, atana (müfteriye) hem dünyada hem de ahirette acı çektiren büyük bir günahtır: ‘Kim bir hata veya bir günah işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.’[23], Bir kimse, bir müminde olmayan bir şeyi ona isnat ederse (iftira ederse), yaptığı iftiranın cezasını çekmeden Allah Teâlâ onu koyduğu Cehennem’den çıkarmaz.[24] İftira toplumu temelinden sarsan büyük felaketlerdendir. İftira fertler arasında da olsa, basın yayın yoluyla da olsa, kişisel ve toplumsal anlamda meydana getirdiği tahribattan bir şey kaybetmemektedir. Üstelik basın yayın yoluyla yapılan iftiralar, iftiranın yayıldığı oranda sorumluluk ve ceza gerektiren ve son derece tehlikeli bir hastalık olarak karşımıza çıkmaktadır. Dilin günaha açılan bir başka kapısı da ‘kötü söz söylemek’tir. Yaratılış itibariyle mükemmel ve muhterem bir varlık olan insana yakışmayan bu tür çirkin sözler rahmet ve bereketin bizlere ulaşmasını engelleyen sebepler arasında yer almaktadır. Kötü söz söylemek bir yönüyle insanın izzet ve şerefini lekelemek ve onu rencide etmek anlamlarına geldiği için asla caiz görülmemiştir. Günümüzde özellikle gençlerimizin kapıldığı bir hastalık olan küfürlü söz sataşması, neredeyse yetişkinlik alâmeti (!) olarak kabul edilmeye başlanmış, ebeveynlerin bile bu hususta gençlere örnek olabilme hassasiyetlerinin zayıflamış olması gerçekten üzüntü verici bir durumdadır. Sonuç olarak ifâde etmemiz gerekirsebir müslümanın, küfürlü konuşmak, gıybet/dedikodu, yalan, iftira gibi başına büyük felaketler açan bu afetlerden şiddetle kaçınması gerekmektedir. Mümin, kendisini Allâh’a yaklaştıracak, dilin güzel amellerinden sayılan; zikir, doğru söz, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak gibi salih amellerle dilini meşgul etmelidir. İnsanın gerçek yüzünün dilinin altında gizli olduğu, konuşmasıyla da asıl kişiliğinin ortaya çıktığı bir gerçektir. İnsan dilerse, dilini bir kılıç gibi kullanıp çevresindekilere zarar verebileceği gibi, tatlı ve güzel söz söyleyerek sadaka sevabı da kazanabilir.[25] Bu yüzden müslüman, konuşmadan önce konuşacağı şeyleri mutlaka süzgeçten geçirmelidir. Aksi halde sözün ağızdan çıkmasıyla beraber, o söze karşı sorumluluk meydana gelir. Diline hâkim olamayanın, dilinin hâkimiyeti altına gireceği unutulmamalıdır.   [1] Altınyayla İlçe Vaizi [email protected] [2] Nur 24/24. [3] Buhari, Edeb 31, 85; Müslim, İman 74; Lukata 14. [4] Tirmizi, Zühd 63. [5] Buhari, İman, 39. [6] İbrahim 14/24. [7] Buhari, Edeb 69; Müslim, Birr 103. [8] Ahzab 33/41-42. [9] Cuma 62/10. [10] Buhari, Daavât 67. [11] Âl-i İmran 3/104. [12] Tirmizi, Fiten 9. [13] Tirmizi, Kıyâme, 50. [14] Beyhakî, Şuabü’l-İmân 2/91. [15] Hucurat 49/12. [16] Müslim, Birr 70; Ebu Davud, Edeb 40; Tirmizi, Birr 23. [17] Ebu Davud, Edeb 40. [18] Câsiye 45/7. [19] Buhari, Edebü’l Müfred, 724; İbn Mace, Dua 5. [20] Buhari, Edebü’l Müfred, 386; Müslim, Birr ve’s-sıla, 105. [21] Nahl 16/94. [22] Mehmet Canbulat, ‘İftira’, Dini Kavramlar Sözlüğü, Editör: İsmail Karagöz, DİB Yay., Ankara 2005, s.298. [23] Nisa 4/112. [24] Ebu Davud, Akdiyye, 14; İbn Mace, Eşribe,4. [25] Buhari, Edeb, 34; Müslim, Zekât, 56; Ebu Davud, Edeb 160.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak