O, bir veli idi. "Haberiniz olsun ki, Allah'ın velileri için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar iman edip, takvaya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da, ahrette de onlar için müjdeler var. Allah'ın kelimelerinde de asla bir değişme söz konusu değildir. İşte bu, en büyük saadetin ta kendisidir." (Yunus, 62-64) Veli, iman ve takvasıyla Hak Teala'ya dost olan kimsedir. Taklidi imandan, görgü ve taklide dayanan imandan, kendi varlığını ve çevresindeki eşyayı İlahi isimlerin tecellisi olarak görerek, tahkiki imana erer. Her mahluk bir tefekkür hazinesi, her nimet bir şükür davetçisidir onun için. Tahkiki iman, tefekkürün mükemmelliğine, imanın hazzına eriştirir. Takva da amelin kuvvetine, mükemmelliğine kavuşturur. Takva, yapılan taatlerin Cenâb-ı Hakk'ı görürcesine, ihsan ölçüsü içerisinde yerine getirilmesidir. Veliyi bütün bu hususlarda takva sahibi olarak nitelendiririz. Üstazımızın, komşusu ile evinin bacasından çıkan yemeğin kokusunu helalleşmesi, hacdan dönen bir kimsenin hediye ettiği bidonu, defalarca helalleşmesi, mirasta, kendisine düşen payı kardeşine vermesi, ikram olarak kendisini taşıyan vasıtalara, tutulan otel ve çadır masraflarını ödemesi gibi. Daha neler neler... Veli, "Onlar, aralarında bir akrabalık ve alıp verecekleri bir mal olmadığı halde, birbirlerini Allah için seven kimselerdir. Allah'a yemin olsun ki, onların yüzleri nurdur. Ve insanlar korkup hüzünlendikleri zaman, onlar korkup hüzünlenmezler." buyurur Efendimiz (sav). Kendisini taşıyan jipin şoförü, frene basacağı yerde gaza basar. Jip kapılarının önündeki havuza düşer. Muayene için gelen doktor, halinde bir değişiklik olmadığını görünce:"Hiç üzülmediniz mi hocam?" der. O da:"Biz Allah'tan gelene razıyız." buyurur. Kalb uzmanını, teslimiyet ve rıza haliyle ibadete yönlendirmesi, bir çoklarının, halinden ders alarak istikamet bulmaları, onun teslimiyet, sabır ve rıza halindendir. Peygamberimiz (sav):"Onlar öyle insanlardır ki, onları görenler Allah'ı hatırlarlar." Onlarda görülen, ilahi korku alametlerinden dolayı:"Secde izinden nişanları yüzlerindedir." buyurur Rabbimiz Fetih Suresi 29. âyet-i celile'sinde. Onların Hakk Teâlâ'yı hatırlatmaları ahireti düşündürmeye yöneliktir. Ebu Bekr el-Esamm (ks):"Allah'ın velileri, Allah'ın akli delil ile kendilerini hidayete erdirmeyi deruhte ettiği, kendilerinin de Allah'a kulluğu ve onun yoluna davet etme işini deruhte ettikleri kişilerdir." buyurur. Üstazımızı görüp günlerce gözyaşı döken kimseler vardı. Müftü ve vaizlerin kursunda bir vaiz şunu anlattı bize:"Ben pek ağlamayan bir kimse idim. Konya'ya Hacı Hasan Efendi geldi dediler. Ben de gittim. Aynen vaiz kürsüsünde okuduğum ayet ve hadisleri naklediyordu. Fakat ne oldu bana bilmem, bir hafta gözyaşımı tutamadım." demişti. "Allah Teala'ya tazim, mahlukata şefkattir" gerçeğine riayetle, Allah Teala'nın kullarına çok şefkatli idi Üstazımız. Kendinizi bu kadar yormayın diyenlere, '"Biiznillahi Teala, isyandan kurtarmaya vesile olduğum bir kişi, bana dünya ve mafihadan hayırlıdır." buyururlardı. Niğde'de vaaz ettikleri dönemde çocuktum daha. "Kürsüde arkasına otur, heyecanla seslerini yükselttiğinde koluna değ de, terlere batıp hasta olmasın" derlerdi bize. Ne zaman elimi dokunsam, şiddetle reddederdi. Doktorlar, on beş dakikadan fazla görüşmesin dedikleri halde, bir buçuk saat görüşür, yatağa hasta düşer, doktor çağrılırdı. O, mukarreb, Mevlâ'ya yakın bir kuldu. Veli O'na yakın olan kimse demektir. Allah'a mekan ve cihet yönünden yakın olmak muhaldir. O'na yaklaşmak, insanın kalbi, Allah Teala'yı bilmenin nuruna gark olmasıdır. Veliler, bakışlarında Allah'ın kudretinin delillerini görürler. Dinlediklerinde Allah'ın ayetlerini dinler, konuştuklarında Allah'ı vasfeder, üzüldüklerinde Allah'a kulluk ve yoluna hizmet için hareket ederler. Bu tarzda, Allah'a yaklaşmış olurlar. Kelam alimleri: "Allah'ın dostu, kesin delillere dayalı dosdoğru bir inanç sahibi, salih amellerini şeriata muvafık olarak yapan kimsedir." İşte velinin gerçek kimliği budur. "Şer'i esasa uymayanlar gözüme çirkin görünür" buyururlardı. Ev hayatında, ticaret ve insanlar arasındaki münasebetinde yanlış muamelede bulunanları ikaz etmekten hiçbir zaman geri kalmazlardı. Dedem Şeyh Mustafa Hulusi (ks)'nin huzurunda şiddetle ağlayan birinden nefret duyar. Sonra öğrenilir ki, o kimse Şer'i edeplere riayetsiz bir kimsedir. "Gerçekten, 'Rabbimiz Allah'tır' deyip de, sonra dosdoğru olanlar (yok mu), işte onların üzerlerine, 'Korkmayın, tasalanmayın, vaad olunduğunuz cennetle sevinin' diye melekler inecektir.' Biz, dünya hayatında da, ahiret hayatında da sizin dostlarınınız. Af ve merhameti çok olan, Gafur ve Rahim'den bir lütuf ve ikram olmak üzere burada canlarınız neyi arzu ediyorsa sizindir, burada ne isterseniz sizindir." (Fussilet, 30-32) Kemâl ehliydi O. Muhyiddin-i Arabi (KS.):"Velinin alameti kemalattır." buyurur. Başka alameti yok mu, diyenlere ise, "Kemalatını gizlemektir." der. Kemalat; İlim ve ahlakta güzelliktir. Kemalat; Nefsani, Bedeni, Harici kemalattır. Bunların en üstünü, nefsin mertebelerini geçip kulun Allah'tan, Allah'ın da kulundan razı olmasıdır. Ölürken, kabirde ve diriliş esnasında, korkunç ve dehşetli hallerden dolayı korku duymayacakları, kalpleri emin ve gönüllerinin huzurlu olacağına işarettir korkmamaları ve üzülmemeleri. Melekler onlara dosttur. İlham vermek, mükaşefe ve makamlar vasıtasıyla melekler onlara dost olmuştur. Şeytanlar da vesveseler vermek, kötü düşünceleri hayal ettirmek suretiyle batıllara dosttur. Her anı Hakk Teala'ya kullukla geçerdi O'nun. "Rahman'ın has kulları ki onlar, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler. Kendilerine beyinsizler laf attığı zaman, 'Selametle!' derler. Onlar ki, geceleri Rableri için secde ederek ve kıyamda durarak geçirirler." (Furkan, 63-64) Cenâb-ı Hakk'ın bu kulları Furkan Suresi'nin son ayetlerinde dokuz güzel vasıfla tavsif edilir: Tevazu, Cahilleri muhatap almamaları, Geceyi ibadetle ihya, Cehenneme girmekten korkmaları, Harcamada itidal, ölçü, Katl, zina gibi günahları işlemezler, Batıl şeylerle ilgilenmezler, Ayetlere karşı saygı duyarlar, Salih eş ve evlat isterler. Yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürümeleri, onların gündüzleyin olan hareketlerini haber verir. Peygamberimiz (sav):éMü'minler vakurdurlar, şefkatlidirler, yumuşacıktırlar." buyurmuşlardır. Şımararak, gururla ayaklarını yere vurmazlar. Kibirlenerek yürümezler. Kendisine söz atanlara 'Selam' derler, biz sizin gibi cahillik yapmayız derler. Maksatları selamet ve sükûneti temin etmektir. Kimseye eziyet etmezler. Sıkıntılara katlanırlar. Bahçesinin suyuna mani olan kimsenin uygunsuz davranışlarına karşılık, "Amca bu su ile abdest al, guslet" der. Vaaz-u nasihatlerinde:"Bu sözlerle bizi hedef aldınız", diye bağırıp çağıranlara, "Caminin temelinden alemine kadar şahit tutarım ki, ben bu sözü Hak için söyledim." der. Geceyi ihya etmek en büyük gayeleri idi. Cuma geceleri hemen hemen uyumazlardı. Efendimiz (sav):"Her Nebinin bir şehveti (arzusu) vardır. Benim şehvetim (arzum) de gece namaz kılmaktır."' Bir gün yattığım odanın kapısına kadar geldiler. "Geceleri kimler gelip kimler gidiyor, biliyor musunuz?" buyurdular. "Misafirlerim geliyor, geceleri" diye bazen halvet, yalnız kalırlardı. Çocukluk yaşından beri gözünden İlahi haşyetle yaş akan Üstazımız:"Kalbim katılaştı, gözüm yaş akıtmaz oldu" diye gece kalkar iki rek'at namaz kılar, Fatiha'dan sonra Bakara Suresi'nin 74. âyetini zamm-ı sure olarak koşardı. "Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı; artık onlar taş gibi veya daha katıdırlar. Halbuki taşlardan öylesi vardır ki, onlardan nehirler fışkırır; onlardan öylesi vardır ki, yarılır da ondan su çıkar. Hem onlardan öylesi vardır ki, Allah korkusundan düşüp yuvarlanır! Allah, yapmakta olduklarınızdan gafil değildir." (Bakara, 74) Şelalenin karşısında durur, 'Taşın gözyaşları akıyor, ama benimki akmıyor" diye hüzünlenir. Marmaris'te bir dağın altından çıkan çorak suyu görünce:"Dağ gözünün yaşını akıtıyor da, benim gözüm yaş akıtmıyor" dedikleri hiç hatırımızdan çıkmaz. "Onlar, yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümitle Rablerine dua ederler. Kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden de hayra harcarlar. Artık onlar için, yapmakta olduklarına bir mükafat olarak, gözlerin aydın olacağı nimetlerden, neler gizlemiş olduğunu kimse bilmez." (Secde, 16-17) "İman edip de güzel güzel amellerde bulunanlara gelince: Hiç şüphe yok ki, bunlar da yaratılanların en hayırlısıdır..." (Beyyine, 7) Peygamberimiz (sav):"Meleklerin, Allah katında edindikleri mertebeye hayret edersiniz değil mi? Canım, elinde olan Allah'a yemin ederim ki, mü'min bir kulun makamı, kıyamet gününde, Allah katında, ondan daha büyüktür... İsterseniz, Cenab-ı Hakk'ın "İman edip de güzel güzel amellerde bulunanlara gelince: Hiç şüphe yok ki, bunlar da yaratılanların en hayırlısıdır' âyetine bakın" buyururlar. Bazı kimseler, beşerin melekten üstün olduğu konusunda bu âyeti delil gösterirler, bu hadis-i şerifi okurlar. "Onların Rableri nezdindeki mükafatı, altından ırmaklar akan, Adn cennetleridir. (Hepsi de), içinde ebedi, daimi kalıcılardır. Allah Teâlâ bunlardan razı olmuştur. Bunlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu (saadet), Rabbinden korkanlara mahsustur." (Beyyine, 8) İnsan beden ve ruhtan hasıl olur. Bedenin cenneti, Kur'ân'da beyan buyrulan cennettir. Ruhun cenneti ise Allah Teâlâ'nın rızasıdır. Buna cennetül mearif de derler. İlme ve ilim ehline saygılıydı Üstazımız. Cenab-ı Hak, ilim lütfetmediğine velayetin sırrını da vermez. Üstazımız, devrinin müderrislerinden yıllarca talim görmüştür. Elli yıl mihrapta imam, minberde hatip, kürsüde vaiz, bulunduğu her mekânda tebliğ ve davetle meşgul olmuştur. İmam-ı Malik (ra), "Kim, ilimsiz tasavvufa dalarsa zındıklığa, kim de tasavvufi edebe riayet etmeden ilme dalarsa, fasıklık illetine düşer."' buyurur. Tasavvuf, bedeni hastalıkların tedavisi için, nasıl gayret gösteriliyorsa, kalbi hastalıkların da tedavisi için çaba göstermektir. Bu yolun esası Kitap ve sünnetle tespit edilmiştir. Cibril hadisinde Efendimiz (sav), dinin esasını üç şekilde haber verir. İslam, İman ve ihsan. İslam zahiren, iman batınen, ihsan, zahir ve batının, beden ve kalble yapılan taatin hakikatine ermektir. "İhsan, Allah Teala'yı görürcesine ibadet etmektir. Sen O'nu göremezsen dahi, O'nun seni gördüğünü bilerek ibadette bulunmaktır." buyurur Nebiyy-i Ekrem (sav) Efendimiz. Tasavvuf, Kitap ve sünnete sarılmak, Peygamberimizi (sav) önder ve rehber edinmek, İlahi sevgiyle dolmak, Kur'ân'ın ruhundan gıdalanmak, Muhammedi ahlak ile ahlaklanmak, marifette ilerlemek, vasıl-ı ilallah, Hak Teala'ya ulaşmaktır. Sufi, hiçbir zaman fukahanın görüşüne muhalif düşemez. Zerre kadar muhalefet, doğu batı arası kadar uzaklaşmaktır sufiyyenin yolundan. Tasavvufa aid metodun birinci kaidesi şeriattir. Eğitiminin ana metodu, amelin ahsen, evla, etemm, en güzel olanını yapmaktır. Müttaki bir hayat yaşamaktır. Ebu Nasr Serrac (ra), "Elde asa, sırtta aba, omuzda heybe, elde teşbih, kapı kapı dilenmek değildir tasavvuf. Ahkam-/ Kur'ân'iyye ile amel, sufiyyeye imtisal, Ashab-ı Kiram'ın ve tabiin-i izamın ahlakıyla ahlaklanmaktır." der. Saâdat-ı Kiram'ın yolu, söz, fiil ve niyette sünnet-i seniyyeye ittiba, bidatlerden uzaklaşmaktır vesselam. Cenâb-ı Hak şefaatlerine mazhar kılsın. (Amin)
Alemdar-Ali Ramazan Dinç Efendi (ks)
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak