Ara

Kapıda Kul Olmak

Kapıda Kul Olmak

Şerî‘at-tarîkat yoldur varana
Hakîkat-ma‘rifet andan içerü
Yûnus Emre

Yûnus Emre, olgunlaşma hikâyesini anlattığı “Tapdug'un tapusında/Kul olduk kapusında/Yûnus miskîn çigidük/Bişdük el-hamdüli'llâh” dörtlüğünde “kapı” kelimesinden söz eder. Bu kapının nasıl bir anlam taşıdığını anlamak için bu kelimeye sözlüklerde yazan “Bir yapıda giriş çıkışı sağlamak için bir yere yerleştirilen, tahta yahut demirden iki veya tek kanatlı açılır kapanır düzen” anlamının çok ötesinde bakmamız gerekir. Tabiî “kul” kelimesine de öyle. Zîrâ özgün anlamı “Allah tarafından yaratılmış olan insan” olan kelimenin bu anlamı zamanla unutulmuş ve seküler bir muhtevâya bürünerek “Hürriyetini kaybetmiş, köle, esir” mânâsı kazanmıştır. Oysa özgün anlamıyla insana Yaratıcısı tarafından verilmiş şerefli bir addır ve Yaratıcı karşısındaki konumumuzu belirleyen bir kelimedir. Dolaysıyla hiçbir olumsuz anlam içermez. Ama önce menkîbeyi hatırlayalım.

Tapduğ’un kapısında

Yûnus Emre, bir kıtlık yılında buğday talebiyle Hacı Bektaş dergâhının kapısına gelir. Kapı sâdece bir yapıya giriş-çıkış sağlayan bir düzenek olmaktan öte içeri girildiğinde girenin Hacı Bektaş’la buluşmasını mümkün hâle getiren bir “mânâ kapısı”na bürünür ki bizi ilgilendiren tarafı da zâten budur. İşte Yûnus Emre de Hacı Bektaş’ın kapısından -mâlûm buğday-himmet meselesinde önce buğdayı tercîh ettiği için- başka bir kapıya gönderildi. Yûnus bu buyruğa uyarak başka bir kapıya, Tapduk Emre’nin dergâhının kapısına geldi. Ama bu zâhirde böyleydi. İşin aslında ise çaldığı ve içine girmek istediği kapı Tapduk Emre’nin gönül şehrinin kapısıydı. Bir binânın kapısını çalmak ve içine girmek çok zor olmazdı ama bir gönlün kapısından içeri girmek kolay değildi. Bunun için önce çağrılı olmak gerekirdi. Yûnus Hacı Bektaş emâneti olarak gönderildiği için elbette dergâh kapısından içeri kabûl edilecek, Tapduk Emre de gönül şehrine onu almak isteyecekti.

Ama bütün bunlar “Zahmet olmadan rahmet olmaz” hükmünce niyet, gayret ve samîmiyet gerektirirdi. Yûnus da kırk yıl olarak ifâde edilen çilesinin sonunda Tapduk Emre’nin gönül şehrinden içeri girmeyi başardı. Oradaki aşk ocağında yandı kavruldu. Üzerindeki bütün çiğlikleri attı ve sonunda “çiğ”, “miskin” olarak gelip “kul” olduğu bu kapıda “piştiğini” söyleyerek hikâyesini tamamlamış oldu. Böylece kapı, tasavvuf literatürünün de önemli bir kavramı hâline geldi. Meselâ Mevlevîlik’te de kapıdan geçmek, “Tasavvufî planda, murâkabe özelliğini kazanmayı” ifâde eder. Yine mürşid, mürîdi Allâh’a ulaştıran kapı durumundadır. Daha da önemlisi, dergâh aynı zamanda kapı, eşik, kapı yeri anlamlarına da gelir.

Dört Kapı ve Kırk Makam

Kapıyı bu mânâda önemli kılan husus ise olgunlaşma merhaleleri anlatılırken bu durumun yine “Kapı” kelimesiyle anlatılmış olmasıdır. Bilindiği gibi tasavvufta seyr ü sülûk aşamalarını gösteren “dört kapı” ve “kırk makam” anlayışı vardır. Bu yolda geçilmesi gereken merhalelerin de bu şekilde “kapı” kelimesiyle anlatıldığı görülür. Bu anlayış yâni dört kapı kırk makam anlayışı İslâm tasavvufunun temel bir paradigması olarak hem Ahmet Yesevî’de hem de Hacı Bektaş’ta görülür. Yûnus da bu anlayışın bir temsilcisi olarak aynı yollardan geçer. Şimdi bu kapılara biraz daha yakından bakalım.

Yûnus öncelikle bu kapıların tümünü bir arada anarak ortaya bütüncül bir anlayış koyar: “Şerî‘at-Tarîkat yoldur varana/Hakîkat-Ma‘rifet andan içerü” şeklindeki söyleyiş bu anlayışın ifâdesidir. Ardından da sırasıyla bu kapıların özelliklerinden bahseder. Bunlardan ilki şerîat kapısıdır: “Evvel kapu şerî‘at emr ü nehyi bildürür/Yuya günâhlarunı her bir Kur’ân hecesi”. Bu ilk kapı bu yolculuğun ilk durağı olarak yol kurallarını bildirmekte ve bu kurallara uyan arınma sürecine girmektedir. İkinci kapı ise Yûnus’un “İkincisi tarîkat kulluga bil baglaya/Yolı togrı varanı yarlıgaya hocası” dediği tarîkat kapısıdır. Burada ise teslîmiyet öne çıkar. Yolun doğru olanında yürüme hâlini ifâde eder. Üçüncü kapı mârifet kapısıdır. “Üçüncisi ma‘rifet cân gönül gözin açar/Bakma ‘nîsarâyına ‘Arş’a degin yücesi”. Bu kapı artık günahlardan arınıp Hakk’ı hissedip O’nun katına kanatlanma kapısıdır. Çünkü can gözü açılmış, arşa doğru bir yeni iklîmin havasına girilmiştir. Dördüncü kapı Yûnus’un “Dördüncüsi hakîkat ere eksük bakmaya/Bayram ola gündüzi Kadîr ola gicesi” şeklinde anlattığı hakîkat kapısıdır. Bu kapıda her şeye bakış açısı değişmiş, eksiklikler tamam olmuş, vahdet neşvesine girilmiş, yâr ile bayram edilmiştir.

İmtihan kapıları

Konu bu şekildedir ama işin mâhiyeti zorluklar içerir. Çünkü bunların her biri ulu birer kapıdır lâkin aynı zamanda birer imtihan kapısıdır. Yûnus, şiirlerinde bunlara da temâs eder. “Bu şerî‘at güç olur tarîkat yokuş olur/Ma‘rifet sarplık durur hakîkatdür yücesi”. Özlü bir şekilde belirtilen bu hususlar, şerîatın zorluğu, tarîkatın güçlüğü, mârifetin sarplığıdır. Çünkü bu süreçte değişim/dönüşüm gerekmektedir. Bu da kolay değildir. Fakat bu engelleri aşan maksûduna erer ve hakîkatin yüce noktasına ulaşmış olur.

Bu noktada önemli olan bir husus da şudur: Meselâ tarîkat kapısına ulaşan kişi, şerîat kapısını tamâmen terk edip unutacak mıdır? Yeni bir kapı açıldığında diğeri kapanmış mı olmaktadır? Yûnus, bugün de tasavvuf konusundaki pek çok spekülasyonu ortadan kaldıracak muazzam bir ölçü koyar bu konuda: “Dervîşün dört yanında dört ulu kapu gerek/Kancaru bakarısa gündüz ola gicesi”. Yâni bir kapı diğerini açmakta fakat açılan yeni kapı bir öncekini kapatmamaktadır. Bu yüzden meselâ bir derviş, tarîkat kapısına varsa da şer’î hususlardan kendini âzâde hissedemez. Eğer, dört yanında dört kapıyı aynı anda, şekilde var kabûl ederse gecesi gündüz, karanlığı aydınlık hâle gelir. Meselâ sırların keşfi ancak bu şekilde gerçekleşebilir: “Ana iren dervîşe iki cihân keşf olur/Anun sıfatın öger ol hocalar hocası”. Şâyet böyle davranmazsa bu defa onu bekliyen netîce hüsrandır, menzile varamamak, yolda kalmaktır. “Dört hâl içinde dervîş gerek siyâset çeke/Menzile irmez kalur yol eri yuvacası”. Kısacası bir bütünlük içindedir bu dört kapı. Konuyu daha iyi açıklama anlamında İmam Rabbânî’nin şu yorumu da burada hatırlanmalıdır: “Meselâ, yalan söylememek şerîatın emridir. Yalan konuşma işini gönülden çıkarmak tarîkat ve hakîkattır. Eğer bu çıkarma işi yoğun gayret ve zahmetle gerçekleşirse tarîkat, aksi takdirde hakîkattir. Nitekim hakîkat ve tarîkattan ibâret olan bâtın, gerçekte şerîattan ibâret olan zâhiri tamamlar ve onu mükemmel hâle getirir.”

Kapıların mânâ ve muhtevâı ise makamlarda gizlidir. Kapıların ilkeleri, ölçüleri makamların kurallarıyla belirlenmiştir. Meselâ şerîat kapısındaki îmân etmek, ilim öğrenmek, helâl kazanmak yine tarîkat kapısındaki hizmet etmek, ümitle yaşamak, aşk ve şevk hâlini yaşamak, mârifet hâlinde edep sâhibi olmak, cömertlik, sabır, hakîkat hâlinde herkesi aynı gözle görmek, güvenilir olma gibi hususların her biri birer dikey makâmı ifâde eder. Her biri bir basamaktır. Bütün bunların sonucu şu demektir: Seyr ü sülûk yolu dört kapı ve kırk makamdan geçer. Kişi her kapıda ve makamda mevcut hâlini bu yerlerin ilkelerine göre olumlu mânâda değiştirir, dönüştürür. Bu yeniden doğuştur. Bu doğuş gerçekleşmeden asla yol alınamaz.

Delilsiz varılmaz

Yûnus Emre dîvânında dört kapı kırk makam anlayışına değinen daha pek çok şiir bulunmaktadır. Bunlara bakıldığında bu konunun daha farklı yönlerine temâs edildiği görülür. Meselâ bunlardan biri de bu yolculuğun bir rehber (mürşid) nezâretinde yapılması gerektiğidir. Çünkü Yûnus’un bir şiirinde de söylediği gibi “Delilsiz varılmaz, yollar yamandır” fakat bu delîlin de iyi ve doğru seçilmesi gerekir. Zîrâ yolun harâmîleri de her zaman var olacak, doğru yolda yürüteyim derken sapkın bir yola götürecektir. Yûnus, bu tehlikeye karşı ilk kapı olan şerîat kapısına dikkat çeker. Delîlin şerîata bağlılığını esas şart olarak görür. Son kapı olan hakîkati bir deryâ, şerîatı da bu deryâda yüzen/giden bir gemi olarak niteler: “Şer’ile hakîkatün vasfını eydem sana/Şerî’at bir gemidür hakîkat deryâsıdur”. Şâyet gemide problem varsa bu deryâda yol almak olası değildir.

Yine bu yolda giderken bu yolculuk bahsine yabancı olanlar yâhud ilk kapıdan ötekine geçemeyenler daha ileri geçenleri anlamakta zorluk çekeceklerdir. Bu durumda da önde olan anlaşılmayacak yâhud yanlış anlaşılacak hattâ söz ve fiillerinden dolayı büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalacaktır. Aslında bu da bu yoldaki imtihânın bir parçasıdır. Hedefe varmak için bu imtihanlardan da yüz akıyla geçmek gerekir. Meselâ kınayanın kınamasına aldırmamak bu meselede önemli bir dervişlik tavrıdır. Yûnus da kendi hikâyesinde karşılaştığı bu durumlardan söz eder. Nitekim bugün bile kimi şiirlerinin şerîata aykırılığı söyleminde yola düşemeyenlerin yâhud yola ilerleyemeyenlerin haksız eleştirileri, ithamları söz konusu olmaktadır.

Aslında dört kapı kırk makam anlayışı tasavvuf konusunu doğru anlamada çok önemli bir imkândır. Karşımıza çıkan zorluk ise bu anlayışa sâhip mutasavvıfların eserlerini bir bütünlük içinde okumamaktır. Yanlış anlama/yorumlama daha çok bu tavırdan kaynaklanmaktadır. Meselâ bu yola düşenin tarîkat yâhud mârifet makâmında söylediği bir söz o makâmın anlam dünyası içinde yorumlanmalı iken böyle yapılmamakta, bağlamından koparılarak şahsî yorumlara konu edilmektedir.

Diğer yandan, tasavvufun dili sembolik bir dildir. Bu dili çözmek en azından edebiyat bilgisi gerektirir. Hattâ bu da yetmez bu dilin kavramlarına sûfîlerin yüklediği anlamlardan da haberdâr olunması gerekir. Meseleye böyle bakanlara aslında yolda olanlar da yardımcı olurlar, kapılarını açıp onların da bu mânâyı görmelerine imkân hazırlarlar. Onun “Turmış ma‘rifet söyler erene Yûnus Emrem/Yol eriyle yoldadur yolsuza yoldaş degül.” ifâdesi sözün sözü bilene, anlayana söylenmesi gerektiğini ortaya koyar. Tasavvuftaki klasik istiare ile söyleyecek olursak cevizin aslını anlamak için içini görmek, deniz hakkında sahih bilgi için içine girmek gerekir.

Hakîkatün Ma’nîsin

Hakîkatün ma'nîsin şerh ile bilmediler
Erenler bu dirligi riyâ dirilmediler

Hakîkat bir denizdür şerî'atdur gemisi
Çoklar gemiden çıkup denize talmadılar

Bular geldi tapuya şerî‘at tutdı turur
İçerü girübeni ne varın bilmediler

Şerî'at oglanları bahis da'vî kılurlar
Hakîkat erenleri da'vîye kalmadılar

Dört kitâbı şerh iden ‘âsîdür hakîkatde
Zîrâ tefsîr okuyup ma'nîsin bilmediler

Yûnus adun sâdıkdur bu yola geldünise
Adın degşürmeyenler bu yola gelmediler
Yûnus Emre

Ekim 2019, sayfa no: 24-25-26-27

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak