Ara

Kandilli’den Beylerbeyi’ne

Kandilli’den Beylerbeyi’ne

İmkân buldukça, vaktim elverdiğince Üsküdar'a geçip oradan Beykoz yönüne doğru giden herhangi bir otobüse biner, sâhil boyunca gidebildiğim kadar giderim. Her seferinde yeni yeni keşifler yapar, heybeme çam sakızı çoban armağanı birşeyler atarım. İstanbul sâkinlerinin kahir ekseriyetinin Boğaz'la, denizle irtibâtı ya zayıf ya da tamâmen kopuk. Oysa Boğazın serin sularına nâzır her iki yakası nice güzellikleri sînesinde barındırır. Dünyâda denizle bu kadar içli dışlı olup da onun imkânlarından, güzelliklerinden yeterince istifâde edilemeyen/ettirilmeyen başka bir şehir, hattâ başka bir ülke var mıdır bilmiyorum. Maalesef hâl-i hazırda durumumuz böyle. Bunaltıcı sıcakların zirve yaptığı Ağustos ayının sonlarına doğru bir pazar günü fırsatını bulup yine Boğaza doğru yelken açıyoruz. Belli bir plana, programa bağlı kalmaksızın, tamâmen zuhurâta tâbi olarak gerçekleştirdiğimiz bu ziyâretlerde bakalım bu sefer nasîbimizde neler varmış, Boğaz'da bizi hangi güzellikler bekliyor. Yâ nasip!. 

Emir Sivri kardeşimle birlikte, 11:30'da Eyüp Sultan'dan Üsküdar'a hareket ediyoruz. Şehir hatlarının Haliç hattıyla, Eyüp Sultan'dan Üsküdar'a geçerken zâten Haliç ve yarı Boğaz turu yapmış oluyoruz. Ne büyük bir nîmettir. Diyebilirim ki şehir hatlarının en güzel hatlarından birisidir bu hat. Boğaz seferlerinin aksine bu hattın vapurları Haliç'in iki yakasındaki iskelelere sağlı sollu uğrayarak, bir kuğu gibi süzülerek yoluna devâm eder. 12:30'da vapurdan inip biraz nefeslenmek için Yeni Vâlide Câmi-i Şerîfi'ne gidiyoruz. Burada hem dinleneceğiz hem de câminin sâhile bakan yönünde, iskemlelere oturarak sohbet eden, çay içen insanlara eşlik edeceğiz. Öğle namazımızı Kandilli Câmi-i Şerîfi'nde kılmayı planlandığımız için çaylarımızı yudumladıktan sonra fazla vakit kaybetmeden mekândan ayrılıyoruz. Meydandaki III. Ahmed Han çeşmesine selâm vererek bir Mimar Sinan eseri olan Mihrimah Sultan Câmi-i Şerîfi önünden bizi Kandilli'ye götürecek otobüse biniyoruz. 

Güzellikler Meşheri Bir Mâbed

Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy, Kuleli ve Vaniköy'den geçerek Kandilli'ye ulaşıyoruz. Güzergâh boyunca saraylar, yalılar, konaklar, câmiler, çeşmeler film şeridi gibi gözümüzün önünden geçiyor. Bu arada dönüşümüzün önemli bir bölümü yaya olacağından notlarımızı almayı da ihmâl etmiyoruz. Kandilli'de otobüsten iner inmez yolun üst tarafında gâyet sâde tasarımlı bir çeşmeyle karşılaşıyoruz. İskele Meydanı yakınlarında yer alan bu çeşme I. Mahmud Han Çeşmesidir. Dört mısrâlık kitâbesi şöyledir: "Hazret-i Sultan Mahmud-üş şiyem âsariyle/Eyledi Kandilli Bağçe câygâhın pür-ziyâ/ Ni’meta sükkânını irvâya zîbâ tarhile/ Yapdı dil-keş çeşme icrâ eyledi âb-ı safâ" [1165/1752]

Karşıya geçtiğimizde yolun hemen altında, sâhile yakın bir konumda, Kandilli İskele Câmi-i Şerîfi, Kandilli İskelesi ve II. Mahmud Han tuğralı güzeller güzeli bir çeşme bizi selâmlar. Olağanüstü güzelliğe sâhip iskeleden Rumeli Hisarı'nı bütün heybetiyle seyredebiliyoruz. Kandilli Câmi-i Şerîfi, 1751'de I. Mahmud Han tarafından yaptırılmış. Bir yangından sonra 1931’de Vakıflar tarafından duvarları kâgir, çatısı ahşap olarak yeniden inşâ edilmiş. Dikdörtgen planlı, sâde bir yapısı vardır. 1931'den sonraki restorasyon çalışmaları hakkında bilgi edinemedik. Lâkin câmide bir terk edilmişlik havası var. Denebilir ki bu câmiye elli seneden beri ciddî bir el uzatılmamış. Başka câmilerden getirilen çinilerle bezenmiş mihrâbı, ahşap tavanı fevkalâde güzeldir. Tezyinat bakımından örneklerine Balkanlar'da rastladığımız ve güzellikler meşheri diyebileceğimiz bu hüzünlü mâbed tekrar elden geçirileceği günleri sabırsızlıkla bekliyor. 

Kıbrıslı Yalısı, İsmail Paşa Yalısı ve Abud Efendi Yalısı semtte sâhil boyunca uzanan yalılardan bazılarıdır. Boğaz'a nâzır manzarasıyla dillere destan Cemile Sultan Korusu da buradadır. Vaktiyle Sultan Abdülmecid Hân'ın kızı Cemile Sultan anısına pâdişah tarafından satın alınan mekân pek çok defa el değiştirdikten sonra geçtiğimiz yıllarda İstanbul Ticaret Odası Eğitim ve Sosyal Hizmetler Vakfı tarafından kiralanarak tekrar ağaçlandırılıp dokusunu yenilemiş ve yapıları inşâ edilerek canlandırılmıştı.

Mal Da Yalan, Mülk De Yalan

Öğle namazımızı Kandilli Câmi-i Şerîfi'nde edâ edip buradan ayrılıyoruz. İstikametimiz Vaniköy. Kandilli-Vaniköy arasında, yolun hemen üstünde bazı mezar taşları dikkatimizi çekiyor. Burası mütevâzı bir Osmanlı dönemi kabristanı. Farklı özellikleri bulunan, hanım, erkek, çocuk onlarca şâhide var burada. Resim sergisi, elişi sergisi hep bir arada. Oya oya, yazma yazma, tül tül mermerler. Milyon dolarlık yalıların, villaların arasında öksüz, yetim, sâhipsiz kalmış medeniyetimizin sessiz tanıkları! Ruhlarına birer Fâtiha, üç İhlâs-ı şerîf hediye ederek yolumuza devâm ediyoruz.

Az ötemizdeki yamaçlarda Adile Sultan Sarayı bulunur. Osmanlı hânedânı içerisinde divan sâhibi tek hanım şair olarak tanınan Adile Sultan'ın Kandilli semtinin gelişmesine, îmârına katkı sağladığı, yoksullara yardım ettiği, özellikle eğitim konularına ehemmiyet gösterdiği rivâyet edilir. Türbesi, eşi Mehmed Ali Paşa ile birlikte Eyüp Sultan, Cülûs Yolu girişindedir. Türbenin hemen karşısında Hüsrev Paşa Kütüphanesi bulunur. Kandilli-Vaniköy arasındaki tepelerde Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü bulunur. Yalılar, villalar, saraylar gözümüzün önünden film şeridi gibi geçerken şâirin: "Mal sâhibi mülk sâhibi, hani bunun ilk sâhibi? Mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan!" dizeleri de aklımızdan geçiyor. Cenâb-ı Mevlâmız ne verirse hayırlısını versin inşâallah. Âmîn.

İstanbullular İçin Âdetâ Bir Vaha

Vaniköy'deyiz. Kandilli ile Çengelköy arasında kalan semt adını vâiz ve müfessir Vani Mehmed Efendi'den alır. IV. Mehmed Han döneminin dînî ve siyâsî alanda en etkili isimleri arasında gösterilen Vani Mehmed Efendi'nin semtin îmârına büyük katkıları olmuş. Bunlardan birisi de şüphesiz 1665'te inşâ ettirdiği, halk arasında Vaniköy Câmii olarak da bilinen Vani Mehmed Efendi Câmi-i Şerîfi'dir. Bu şirin câmi iki yıl önce fecî bir şekilde yangına mâruz kalmıştı. Boğaz'ın incisi olarak da nitelendirilen ve yalı câmilerinin en güzellerinden olan mâbed yenilenerek geçtiğimiz günlerde yeniden ibâdete açıldı. Çok şükür. Giriş kapısı üzerinde, Neml Sûre-i Celîlesi 30. Âyet-i Kerîmesi'nin yazılı olduğu levhâ Hamid Aytaç imzâlıdır. “Şübhesiz ki o, Süleymân'dandır ve gerçekten o: 'Rahmân, Rahîm olan Allâh'ın ismiyle' (diye başlamakta)dır.”

Boğaz'ın iki yakasında boydan boya birer inci gibi dizilmiş câmiler ve mescidler İstanbullular için âdetâ bir vaha, sığınma, dinlenme ve nefes alma yeri. Eşinizle, çocuğunuzla geliyorsunuz. Yanınızda termosunuz, evde hazırladığınız yarım ekmek arası sandviçler, poğaçalar. Öğle yemeği hazır. Abdest alıp nerede namaz kılacağım endîşesi yok. Ortam güvenli. Yemeğinizi yiyip çayınızı içtikten sonra huzur içinde ibâdetinizi yapıyor, ruh dinginliği içinde evinizin yolunu tutuyorsunuz. Bundan âlâsı can sağlığı. Cenâb-ı Mevlâmız buraları yapan, yaşatan, sürekliliğini sağlayan herkesten ebediyen râzı olsun inşâallah. Kadınefendi Yalısı, Fazıl Bey Yalısı, Nazif Paşa Yalısı ve Mahmud Nedim Paşa Yalısı semtteki sivil mîmârî örneklerinden bâzılarıdır.

Lahanacılar Çeşmesi Burada

Vaniköy'den ayrılıp Çengelköy'e doğru hareket ediyoruz. Yolumuzun üzerinde, târihiyle, mîmârisiyle İstanbul'un sembolleri arasında yer alan Kuleli Askerî Lisesi binâsı bulunuyor. Yapı günümüzde Millî Savunma Bakanlığı hizmetindedir. Çengelköy'deyiz. Otobüsten inip çarşı merkezine doğru yürüyoruz. Polis Karakol binası önüne geldiğimizde, âşinâ olduğumuz lâkin dünya gözüyle bir türlü yakından göremediğimiz bir güzellikle karşılaşıyoruz. Bu, Çengelköy, Kavas Ahmed Ağa [Lahanacılar] Çeşmesi'dir. Kültürümüzde belki bir eşi daha bulunmayan "lahana başlıklı çeşme" üzerinde şu ifade yazılıdır: "Sâhibü'l-Hayrât Serkavas Ahmed Ağa." Tarihimizde iki ünlü spor takımından biri lahana sembolünü kullanırdı ve bunlara “Lahanacılar” denirdi. Lahanacılar Merzifonlu idi. Diğer takım ise bamya sembolünü kullanırdı. Bunlar Amasyalı idi. Lahanacılar ve Bamyacılar’ın taraftarları arasında bazı padişahlar da vardır. Topkapı Sarayı'nın Bâb-ı Hümâyun Kapısı'ndan sağa inen yol üzerinde biri bamya diğeri ise lahana motifleriyle süslü iki dikili taş göze çarpar. Bunlardan Lahana Anıtı’nı III. Selim Han 1790’da, Bamya Anıtı’nı ise II. Mahmud Han 1811’de yaptırmıştır. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasıyla, Lahanacılar ve Bamyacılar arasındaki müsâbakalar da yasaklanmıştır. Lahana ve bamya sembollerine zaman zaman mezar taşlarında da rastlıyoruz. Eyüp Sultan'da, Şaire Ayşe Hubbi Hatun Türbesi Haziresi'nde yer alan Hattat Hafize Habibe Hanım'ın lahana başlıklı şâhidesi böyle bir örnek oluşturur.

Burada târihî hüviyeti bulunmayan, lâkin mânevî kıymeti pek büyük olan bir çeşme daha var. Onu da ziyâret edip yolumuza devâm edeceğiz. Buradaki çeşme yakın zamanda inşâ edilen, tasarım ve uygulaması Mimar Serkan Akın'a âit olan Çengelköy 15 Temmuz Şehitler Çeşmesi'dir. Eser doğal mermerden, yekpâre olarak, geleneksel teknikle işlendi. Ham hâli 110 ton, bitmiş hâli 35 tondur. Şehitlerimize rahmet niyâz ederek, ruhlarına Fâtihalar, İhlâslar göndererek alandan ayrılıyoruz.

Kayıkçılıktan Sadrâzamlığa

Çeşmeden ayrılıp tekrar çarşıya dönüyoruz. Sâhil tarafında Kaptan-ı Derya Seydi Ali Paşa Sokağı üzerinde Hacı Ömer Efendi Câmi-i Şerîfi bulunur. İlk inşâ tarihi bilinmeyen mâbedin avlusundaki Şair Sâdî imzâlı kitâbeden anlaşıldığına göre mâbed 19. yüzyılın sonlarında yenilenmiş. Son olarak 2005 yılında restorasyona tâbi tutulmuş. Câmi penceresi önünde bânî Ömer Efendi'ye âit, sonradan yapıldığı anlaşılan bir de şâhide bulunur. Az ileride Hamdullah Paşa Câmi-i Şerîfi yer alır. Abdullah Paşa Câmii ve Çınarlı Câmii olarak da bilinir. Meşhur Çınaraltı’ndadır. Mâbedi 1818 yılında Kaptan-ı Derya Hamdullah Paşa yaptırmış. Hamdullah Paşa'nın hayat hikâyesi de dikkate şâyandır. Çengelköy'de, baba mesleği olan kayıkçılıkla iş hayâtına başlayan paşa, yeteneği fark edilerek bir müddet sonra saray saltanat kayığına kürekçi olarak alınmış. Saraydaki başarılı çalışmaları sâyesinde sırasıyla bostancıbaşı, silahtar ağası, imrahor, vezir ve kaptan-ı derya olmuş, sonunda da gelebileceği en yüksek makam olan sadrâzamlık koltuğuna oturmuş. Devletin bekası, sistemin sağlıklı ve âhenkli bir şekilde devâm etmesi için bu işin üstesinden gelebilecek nitelikli insanlara ihtiyaç vardır. Böyle maharetli, istikbâl vaad eden gençlerin bulunup eğitilmesi, daha donanımlı bir şekilde yetiştirilerek devlet işlerinde değerlendirilmesi, topluma kazandırılması çok önemli ve kıymetlidir. Atalarımız yetenekli insanlara hakîkaten çok değer verir, onların gelişimini sağlamak için hiçbir fedâkârlıktan kaçınmaz, her türlü imkânı da seferber ederdi. Şüphesiz bu üzerinde ciddî ciddî düşünülmesi gereken bir konu. 

Çengelköy çarşı, yeme-içme kültürü açısından gâyet zengin. Semtte son zamanlarda olağanüstü ziyâretçi yoğunluğu yaşanıyor. Etrâfımızı saran kokoreççileri fark etmemek elde değil. Gözümüzle görmesek zâten buram buram kokusunu alıyoruz. Çengelköy’ün kültürel envanteri şüphesiz bu kadarla sınırlı değil lâkin hem vaktimiz daraldı hem de yazının hacmini genişletmemek için şimdilik bu kadar mâlûmatla yetiniyor, mütevâzı bir yer bulup çorbamızı içerek yolumuza devâm ediyoruz. 

İki Namaz Arası Ömre Bedel Bir Vakit

Bugünkü son ziyâret noktamız Beylerbeyi Hamid-i Evvel Câmi-i Şerîfi oldu. Hamid-i Evvel Câmi-i Şerîfi, Beylerbeyi Câmii olarak da bilinir. Selâtin câmii özelliği vardır. Yalı câmilerinin en güzellerinden kabûl edilen mâbed, 1778 târihinde Sultan I. Abdülhamid Han tarafından annesi Râbi'â Şerm-î Sultan’ın anısına yaptırılmış. Pâdişahın Bahçekapı'da inşâ ettirdiği külliyenin doğal bir devâmı olarak görülür. Câmi ve çevresine dâir evvelce bir yazı kaleme aldığımız için burada fazla detaya girmeden -belki bir araştırmacıya faydası olur düşüncesiyle- kapı üstü ve mihrâb yazılarını zikrederek yetineceğiz. 

Câminin üç giriş kapısı bulunur. Kapı üzerlerindeki yazılar sırasıyla şöyledir: Kıble yönüne göre sağ kapı üstünde (dış) Yûsuf Sûre-i Celîlesi, 67. Âyet-i Kerîmesi'nin "vedhulû min ebvâbin muteferrika / ayrı ayrı kapılardan girin" bölümü yazılıdır. Âyet-i Kerîmenin tamâmı meâlen şöyledir: “Evlâtlarım, şehre bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi Allah'tan size gelecek bir şeyi ben önleyemem. Hüküm Allâh'ındır; ben O'na tevekkül ettim. Tevekkül edecek olanlar da yalnız O’na tevekkül etsinler.” Sağ (iç) kapı üzerinde yer alan yazı: “Öyle ise Rabbine hamd ile tesbîh et ve secde edenlerden ol!" (Hicr, 98.) Sâhil yönüne açılan (iç) kapı üstü yazısı "Onun için, nereden yola çıkarsan çık; yönünü Mescid-i Harâm'a çevir." (Bakara, 149.) Kıble yönüne göre sol (iç) kapı üstü yazısı: "Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibâdet et." (Hicr, 99.) Sol (dış) kapı üstü yazısı: "O dilediğini rahmetine eriştirir." (İnsan, 31.) Mihrap yazısı: Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde.” (Âl-i İmrân, 37.) Mihrap yazısı üstünde, iki pencere arasında, çini bir madalyon içerisinde Besmele-i Şerîf'le birlikte İhlâs Sûre-i Celîlesi, en üstte ise yine Besmele-i Şerîf yazısı vardır. 

Hamid-i Evvel Câmi-i Şerîfi avlusunda iki namaz arasında nefeslenmek, kendimizi Boğaz'ın eşsiz manzarasına bırakarak rûhumuzu dinlendirmek bir ömre bedel ve buna hepimizin ihtiyâcı var. Böyle düşünüyoruz. Bunu kendimize çok görmeyelim. İmkânları zorlayarak zaman zaman farklı iklimlere doğru yelken açalım, açmaya çalışalım inşâallah…

Ekim 2023, sayfa no: 54-55-56-57-58

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak