Ara

Kanâatsizlik; Doyumsuzluk, Kazanma ve Tüketme Çılgınlığıdır

Kanâatsizlik; Doyumsuzluk, Kazanma ve Tüketme Çılgınlığıdır

İnsanı sorumluluk sâhibi yaratıklardan farklı kılan en büyük özellik onun kendisinde zıt kutupları barındırıyor olmasıdır. Fücur-takvâ, ümit-korku, cömertlik-cimrilik, hırs-kanâat gibi. İnsan nefsi bu zıtlıkların bileşkesidir dersek abartmış olmayız. İnsanın kemâle ermesi de bu zıt yönlerden iyi olanın kötü olana gâlip gelmesiyle mümkündür. Hattâ iyi olanın gâlip gelmesi yetmez, kötü ahlâk üzerinde hâkimiyet kurması da gerekir. İnsanın içindeki mücâdele bu zıtlıkların çarpışmasıdır. Ve insanın görevi bu zıtlığın kötü olan tarafını iyiye çevirmektir. Bu nefsin insan üzerindeki haklarındandır.

İnsan nefsinin en önemli ve en tehlikeli özelliği doyumsuz olmasıdır. Bütün dünyâyı ona verseniz ikinci bir dünyâyı ister. Onu da verseniz uzayı ister. Aslâ yeter demez. Nefiste bulunan bu özelliğe Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle işâret etmektedir: “İnsanoğlunun bir vâdi altını olsa onun iki vâdi olmasını ister. Onun ağzını ancak bir avuç toprak doldurur. Allah tövbe edenin tövbesini kabûl eder.” (Müsned, V, 117; Müslim, “Zekât”, 116, 119)

Sevgili Peygamberimiz’in bu hadîsi günümüzde bütün çıplaklığıyla tezâhür etmektedir. Doyumsuzluk, tamah ve hırs bütün insanlığı kuşatmış durumdadır. İnsan daha lüks yaşamak için kazandıkça kazanma hırsı artan, hırsları arttıkça helâl-haram demeden önüne geleni devşiren, azmanlaşan bir canavara dönüşmüş durumdadır. Bu canavar kazandıklarına doymadığı gibi harcamaya ve tüketmeye de doymamaktadır. Tüketim çılgınlığı içinde yuvarlanıp durmaktadır. ‘Artık kazandıklarım ve tükettiklerim bana yeter’ diyecek insanlar da vardır. Bunlar da kanâat sâhibi kimselerdir.

Kanâat; “Kişinin azla yetinip elindekine râzı olması, kendisinin ve sorumluluğu altında bulunanların ihtiyaçlarını asgarî ölçüde karşılayabileceği maddî imkânlarla iktifâ edip başkalarının elindeki şeylere göz dikmemesi, aşırı kazanma hırsından kurtulması” demektir.(DİA) Bu da ancak nefisteki hırs, tamah, hazza düşkünlük ve çok yaşama arzusunu yenmekle mümkündür.

Eğer bir insan kanâat sâhibi değilse, nefsini bu ahlâkî erdemle bezememişse bütün dünyâ onun olsa da açtır. Fakirdir. Doyumsuzdur. Bundan dolayı Sevgili Peygamberimiz asıl zenginliğin dünyâ malına sâhip olmak olmayıp gönül tokluğu olduğunu haber vermiştir: “Asıl zenginlik mal çokluğu değil gönül zenginliğidir.” (Buhârî, “Riḳāḳ”, 15; Müslim, “Zekât”, 120)

Kur’ân-ı Kerîm’de kanâat kelimesi geçmemekle berâber şu âyet-i kerîme’de kanâat konusuna işâret edildiğini müfessirler söylemişlerdir. “Erkek veya kadın, mü’min olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfâtlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (Nahl 16/97) Bu âyette geçen “hayâten tayyibeten” (güzel ve hoş bir hayat)tan” kastın kanâat edilen bir hayat olduğunu anlamışlardır.

Gerçekten de kanâat edilen, eldeki ile yetinilen hayâtın güzel bir hayat olduğunu görüyoruz. Zîrâ kanâatsizliğin hâkim olduğu bir hayat doyumsuzluğun girdaplarıyla doludur. Ve şu anda insanlık doyumsuzluk girdâbında boğulmaktadır. Bu girdap ve savrulma hayâtımızı hoş ve güzel olmaktan çıkarıp çılgın bir hayâta döndürmekte ve bizi nefsimizin hazlarının bağımlısı, kölesi hâline getirmektedir.

Bu konuyu biraz daha somutlaştırarak günlük hayatımızda kanâatin nasıl yok olduğunu ve nasıl bir doyumsuzluk içinde olduğumuzu örneklendirelim.

Başını sokacak bir evinin olmasını ister herkes. Bu tabiîdir ve asıl ihtiyaçtır. Fakat Allah bize bir ev nasip ederse buna kanâat etmeyip daha geniş, daha lüks bir evde oturmak için Allâh’ın yasakladığı fâize bulaşarak böyle bir ev edindiysek bu konuda bu girdâba kapıldık demektir.

‘Allâh’ım! Bana ayaklarımı yerden kesecek bir araba ver’ diye yalvaran bir kişi bu arabayı aldıktan sonra bununla kanâat etmeyip bir üst modelini almak için harama bulaşıyorsa ve bu harama bulaşmaya da kendince gerekçe (fetvâ) buluyorsa bu kişi de nefsinin doyumsuzluk virüsünü kapmış demektir.

Nefsindeki tabiî olan şehevî arzusunu meşrû yollarla, nikâhla tatmine kanâat etmeyip gayri meşrû yollara sapanlar ve cinselliğin her türlü sapkınlığını savunanlar ve bu konuda adını anmaya hayâ edeceğimiz homoseksüellik, eşcinsellik, LGBT vs. yollara başvuranlar, şehevî doyumsuzluk illetinin sarhoşu olmuşlardır.

Velhâsıl giydiğimiz elbiseden, kullandığımız mobilyalardan elimizdeki cep telefonlarına, giydiğimiz ayakkabıya varıncaya kadar çok ciddî bir tüketim çılgınlığı ve kanâatsızlık yaşıyoruz. Az ya da çok buna bulaşmayanımız yoktur. Bu hastalık birey, toplum, dernek, devlet, ticâret vs. bütün alanlarda kanser gibi bütün insanlığı sarmış durumdadır. Dünyânın batısındaki bir ülke elindekilerle yetinmeyip dünyânın doğusundaki başka bir devletin hakkını zulümle gasp edip almaktaysa bu da bir ulusun kanâatsizliğe bulaşmış şeklini bize anlatmaktadır. Bunun en güzel örneği Amerika Birleşik Devletleridir. Kanâatsizlik konusunda canavarlaşmış belli âileler, şirketler, şahıslar, birçok örnekler sayılabilir.

Durum böyle olunca yâni kanâat hayattan çekilince hayat “hoşluk” ve “güzellik”ler içinden sıyrılıp, bizler birçok nâhoşluğa, hastalığa, çılgınlığa, ahlâksızlığa, erdemsizliğe duçar oluyoruz.

Netîce olarak, insan nefsindeki doyumsuzluğun freni kanâattir. Kanâat ise: Elindekiyle yetinmeyi bilmektir. Dünyâ konusunda kendinden aşağıdakilere bakıp hâline şükretmektir. Başkalarının hayâtına özenmemektir. Ayağını yorganına göre uzatmaktır. Asıl zenginliğin göz ve gönül tokluğu olduğunu anlamaktır. Mutluluğun kanâatte, mutsuzluğun da doyumsuzlukta olduğunu görmektir. İnsanın, Allah tarafından kendisine takdîr edilen rızkını yiyip bitirmeden ölmeyeceğine, hiçbir kimsenin bir başkasının rızkını yiyemeyeceğine îmân etmektir. Sâdece yediklerimiz, giydiklerimiz ve tükettiklerimiz bizimdir, geriye kalan varlığımız ise mîrasçılarındır. Bu peygamberî uyarıyı unutmamalıdır.

Kanâat erdemine sâhip olmayanlar en büyük hazînelerini kaybetmişler demektir. Bu durum insanı, dünyevîleşme hastalığına, israf ve tüketim çılgınlığına, sınır tanımamazlığa ve doyumsuzluğa götürür. İnsanlık târihi haddini aşanların helâk olduklarının örnekleriyle doludur. Lût kavmi, Semûd kavmi, Âd kavmi bunun en güzel örneklerindendir.

 

Ağustos 2020, sayfa no: 27-28-29

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak