Ara

Kanâat Hazînesi

Kanâat Hazînesi

Kanâat; elde olana râzı olmak, azla yetinmek, ihtiyaçları asgarî ölçüde karşılayabilecek maddî imkânlarla iktifâ etmek, başkalarının elindeki şeylere göz dikmemek, fazla kazanma hırsından kurtulmak, hırs ve ihtirastan uzak durmak, gücü yettiğince çalışmak, başkalarının malına göz dikmemek demektir (Kuşeyrî, er-Risâle, 1993:395). Kanâatkâr olmak, haksız yol ve yöntemlere îtibâr etmeden kendi sâhip olduklarıyla yetinmek ve başkalarının varlıklarına göz dikmekten uzak durmaktır.

Kanâat, yokluğa ve yoksulluğa karşı dayanabilme gücüdür. Umutsuzluğa karşı koyma direncidir. Bitmek ve tükenmek bilmeyen bir hazîne ve umut kaynağıdır. Her gün için yeni bir başlangıç, azim ve çabadır. El emeği ve göz nûru ile yetinme onurudur. Başkalarına yük olma onursuzluğuna tavır almaktır. Varlığın gerçek sâhibine küskün olmamak, saygı ve hürmet beslemektir. Zorluklar olsa da kendi hâlinden memnûn olduğunu fısıldayan sessiz bir erdem çağrısıdır. Haklı kazanımlarından dolayı varlık sâhiplerine duyulan ve telkîn edilen toplumsal bir güvendir. (Akyüz, Yaşayan Kur’ân, 2006:179-181)

Kanâat, hırs ve tamahkârlığın yok olmasıyla yaşanır, bitip tükenmeyen arzuların son bulması ve dünyâ tutkusunun kalpten silinmesiyle kazanılır. Kanâat, insanoğlunun bitip tükenmez hırslarının en iyi ilâcıdır. Daha çok kazanma, ne pahasına olursa olsun daha çok maddî büyüklüğe ulaşma, gözünü madde ve para hırsl­arının bürümesi şeklindeki korkunç hastalığın yegâne çaresidir. (Demirci, İyiler ve İyilikler, 2013:342-343)

Kur’ân-ı Kerîm’in bâzı âyetlerinde, gökte ve yerde ne varsa emrine verilen insanın mala karşı aşırı sevgisi, hırs ve aç gözlülüğü eleştirilmiş, bu durumun onu bencilliğe, haksız kazanca sevk edeceği vurgulanmıştır (Âdiyât 100/8). Peygamber Efendimiz (sav) kanâatkârlığı bir iffet, tok gözlülük ve gö­nül zenginliği olarak görmüştür (Buhârî, Zekât, 120). Kalbi zengin olanın elinin de zengin olacağı vurgulanmıştır. Zîrâ kalbi yoksul olanın malca zengin olması kendine bile fayda vermez. Böylesinin amacı sâdece biriktirmek­tir, paylaşmaktan, birini mutlu etmekten hoşlanmaz. Tamahkârlık ve hırs ise acınacak bir hastalıktır. (Demirci, İyiler ve İyilikler, 2013:344-345)

Bir gün aç bir gün tok olmayı Hakk’tan dileyen Peygamber Efendimiz, varlıklı olarak refah içerisinde yaşamayı değil, kanâat rûhuna bürünmeyi tercîh ettiğini bize şu şekilde dile getirmektedir: “Rabbim bana Mekke vâdîsini altın yapmayı teklif buyurdu da ben; ‘Hayır, yâ Rabbi! Fakat ben bir gün aç, bir gün tok olayım. Aç olduğum gün sana yalvarıp duâ edeyim. Tok olduğum gün ise sana hamd ve senâda bulunayım.’ dedim.” (Tirmizî, Zühd, 35) Bu bakış açısına sâhip gönlü tok olan mü’min, olabildiğince Allah’tan başka kimseden bir şey istemez, kimseye el açmaz, onun kimsenin malında gözü olmaz. Tam hürriyet ve şeref, işte budur. Bu şeref sâyesinde insan, hem Allâh’ın hem de kulların muhabbetini kazanır. Sehl bin Sa’d’ın (ra) söylediğine göre Peygamber Efendimiz’e (sav) bir kişi geldi ve “Ey Allâh’ın Rasûlü! Bana, yaptığım zaman hem Allâh’ın hem de insanların beni seveceği bir iş söyle” dedi. Peygamber Efendimiz (sav): “Dünyâya ve dünyâlıklara rağbet etme, Allah seni sevsin; halkın elinde olana göz dikme, insanlar seni sevsin.” buyurdu. (İbn-i Mâce, Zühd 1)

Peygamber Efendimiz’in bu hatırlatmalarından hareketle kanâat sâhibi olmanın yollarını şu şekilde sıralayabiliriz: Şahsî harcamaları kısarak, zorunlu ihtiyaçları karşılamakla yetinmek; her zaman rızkının verileceğine inanarak gelecekle ilgili kaygı taşımamak; hırs ve tamahın insanı alçalttığını bilmek; zenginliğin bir şeref ölçüsü olmadığına inanmak; fazla para ve malın birtakım riskleri olacağını düşün­mek. (Demirci, İyiler ve İyilikler, 2013:346)

İmam Kuşeyrî eserinde zenginlik ve izzetin bir arkadaş bulmak arzusuyla diyar diyar dolaştıklarını, sonunda kanâate rastladıklarını ve onun yanında karar kıldıklarını söylemektedir. (Kuşeyrî, er-Risâle, 1993:395)

İnsanları, kendine ibâdet etmeleri için yaratan Allah Teâlâ, onların rızıklarını da tekeffül etmiştir. “Yeryüzündeki bütün canlıların rızkı sâdece Allâh’a âittir.” (Hûd 11/6) buyurmak sûretiyle kullarının bu konuda endîşelenmemelerini istemiştir. Ancak birçok hikmete binâen rızkı, kulları arasında farklı farklı taksîm etmiş, kimine az kimine ise çok vermiştir. İşte kanâat burada ortaya çıkmaktadır. Kendisine az verilen rızkına râzı olacak, mal çokluğuna tamah ederek haksız kazanç yollarına sapmayacaktır. Zengin de cimrilik ve açgözlülükten kaçınarak malının hakkını verecektir. Kanâati kuvvetli ve yağlı olanın yağsız çorbası bile ona hoş gelir. Allâh’a yönelen kimseye Rabbimiz rızık olarak kanâat verir. (Kuşeyrî, er-Risâle, 1993:395)

Allah Teâlâ beş gerçeği, beş şeyin içine koymuştur: İzzeti itâate, zilleti günâha, heybeti gece namazına, hikmeti boş karına, zenginliği kanâate yerleştirmiştir. Onun için izzeti itâatte, zilleti günâha düşmekte, heybeti gece namazına devamda, hikmeti açlıkta ve zenginliği kanâatte görmek gerekmektedir (Kuşeyrî, er-Risâle, 1993:395). Bu gerçeği ifâde sadedinde Ebu Hamza el-Bağdâdî (ö. 269/882) şöyle demiştir: “Bir kimseye şu üç şey nasîb olursa üç âfetten kurtulur: Kanâatkâr bir kalple birlikte sâhip olunan boş karın, her zaman var olan zühd ile birlikte yaşanan devamlı fakirlik, daimî zikirle beraber gerçekleştirilen kâmil sabır.” (Kuşeyrî, er-Risâle, 1993:395)

Allah Teâlâ: “Erkek veya kadın mü’minlerden sâlih amel işleyenleri hoş bir hayâta kavuştururuz.” (Nahl, 16/97) buyurmuştur. Birçok tefsir âlimi, bu âyette geçen “hoş hayat” tâbîri ile dünyâda kanâatkâr olmanın kastedildiği görüşündedirler. (Kuşeyrî, er-Risâle, 1993:395)

Peygamber Efendimiz kanâat duygusunun kişiyi kurtuluşa erdireceğinden şu şekilde bahsetmektedir: “Müslüman olan, kendisine yeteri kadar rızık verilen, Allâh’ın kendisine verdiği nîmete kanâat eden kimse, şüphesiz kurtuluşa ermiştir.” (Müslim, Zekât 125)

Peygamber Efendimiz, insanların kendilerine takdîr olunan konumdan hoşnut kalmaları için hayâta şu zâviyeden bakmalarını tavsiye buyurmaktadır: “Hayat şartları sizinkinden iyi olanlara değil, daha aşağı olanlara bakınız. Zîrâ Allâh’ın üzerinizdeki nîmetini görmeniz için, bu daha uygun bir davranıştır.” (Müslim, Zühd 9)

Başka bir hadîsinde Peygamber Efendimiz bizlere şu müjdeyi vermektedir: "İslâm'ın dosdoğru yoluna ulaştıran ve geçimi yeterli olup da buna kanâat eden kimse, ne kadar mutludur!" (Tirmizî, Zühd, 35)

Mutlu bir yaşam sürmenin yolunun elindeki ile iktifâ etmek olduğunu, Nasreddin Hoca bizlere çok güzel bir şekilde özetlemektedir: Nasreddin Hoca’nın karısı bir kış günü: “Efendi! Kıt kanâat geçiniyoruz. Ama fazla yorganımız bile yok. Olanı da kısacık, daracık, üstümüze çekeriz, ayaklarımız açıkta kalır, bir yanımızı örteriz, öbür yanımız açılır.” diye yakınmış. Hoca günlerdir, aylardır bu yorgan meselesini dinlermiş. Pek canı sıkılan Hoca hararı kaptığı gibi bahçeye çıkmış ve içine kar doldurmaya başlamış. Arkasından koşan karısı “Efendi! Ne yapıyorsun?” deyince Hoca: “İşte sana kudret pamuğu! İstediğin gibi yorgan yap, yatak yap.” cevâbını vermiş. Karısı, “Efendi, çılgın mısın sen! Kar, adamı ısıtır mı?” deyince Nasreddin Hoca: “Neden çılgın olayım ben? Adamı ısıtmazsa atalarımız altında mışıl mışıl uyurlar mı?” diye karşılık vermiş. (Şimşek, Nasreddin Hoca ve Tasavvuf, 2005:157)

Zamânın birinde bir kasabada yaşayan dünyâlar güzeli bir kız varmış. Bu kız öyle güzelmiş ki çok uzak şehirlerden ve ülkelerden çok zengin, çok yakışıklı, asil pek çok delikanlı onu görmeye gelirmiş. Kendisiyle evlenmek isteyen nice prensi nice şövalyeyi reddeden güzel kız kimseleri beğenmezmiş. Bu arada aynı kasabada yaşayan ve bu kıza âşık olan genç bir delikanlı da bu kızı istemiş. Ama kız onu da reddetmiş. Aradan uzun yıllar geçmiş. Bizim delikanlı kasabadan ayrılmış. Kendine başka bir hayat kurmuş ve evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış. Bir gün yolu bir zamanlar yaşadığı bu küçük kasabaya düşmüş. Orada tanıdık birine rastladığında aklına bir zamanlar orada yaşayan dünyâlar güzeli kız gelmiş ve ona ne olduğunu sormuş. Yaşlı adam önünde gül bahçesi olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş. Bizimki bir zamanlar herkesi reddetmiş olan kızın kocasını pek merâk etmiş. Bir gün gizlenip kocasını evden çıkarken görmüş. Kızın kocası şişman, kel ve çirkin mi çirkin bir adammış. Üstelik zengin bile değilmiş. Çok merâk eden adam kızın kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış. Kız kapıyı açınca kendini tanıtmış ve neden böyle bir adamla evlenmiş olduğunu sormuş. Kız da ona arkasındaki gül bahçesindeki güllerden en güzelini koparıp getirirse cevâbı vereceğini, bu arada tek şartının bahçede ilerlerken geriye dönmemesi olduğunu söylemiş. Adam da bunun üzerine yüzlerce güzel gülün olduğu bahçede ilerlemeye başlamış. Birden çok güzel sarı bir gül görmüş. Tam ona doğru eğilirken biraz ileride kocaman pembe bir gül gözüne çarpmış. Tam ona uzanırken daha ileride muhteşem güzellikte kırmızı bir gül goncası görmüş. Derken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş ve mecbûren oradaki güllerden birini koparıp kıza götürmüş. Bahçenin en güzel gülünü getirmesini beklerken kız bir de ne görsün, yaprakları solmuş cılız bir güle kavuşmuş. Bunun üzerine adama dönen kız şöyle demiş: “Bak gördün mü? Her zaman daha iyisini bulmak isterken ömür geçer ve sen en kötüsüne râzı olmak zorunda kalırsın. Bu yüzden gençlik gitmeden elindekiyle yetinebilmeyi öğrenmek gerekir.”

Ağustos 2020, sayfa no: 20-23

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak