Ara

Kalpler Ancak Vahiyle Yaşar ve Doyuma Ulaşır

Kalpler Ancak Vahiyle Yaşar ve Doyuma Ulaşır

Kur’ân’a göre îman hayat, küfür ölümdür. Yine Kur’ân’a göre mü’minler diri, kâfirler ölülerdir.

Ölü iken kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi midir? Kâfirlere de, işledikleri güzel gösterilmiştir.1

 

O müşrikler diri değil, ölüdürler. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler.2

 

Sen, ölülere şüphesiz ki işittiremezsin; dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.3

 

Dirilerle ölüler de bir değildir. Doğrusu Allah, dilediği kimseye işittirir. Sen, kabirlerde olanlara işittiremezsin.4

 

Yüce Rabbimiz, toprağı yağışsız bırakmamıştır. Onun üzerindeki ve içindeki canlılarla birlikte diri ve canlı olabilmesi için bol miktarda yağışlar lütfeylemiştir. Benzer şekilde, yeryüzünün halîfesi olarak yaratılan insanın da gönül dünyâsını diri tutmak için onu vahiysiz bırakmamıştır. Bunun içindir ki ilk insan ilk peygamber olmuş, ilk kitap da ona indirilmiştir. Ondan sonra da hep peygamberler gelmiş, kitaplar inmiştir.

Yeryüzü toprağının kimi yerleri vardır ki üzerinde suyu tutar, üzerine yağan yağışlar toprağın içine işler. Bu yerler münbit bereketli yerlerdir. Kimi yerler de vardır ki üzerinde su tutmaz yâhud sertliğinden dolayı su içine işlemez. Böyle yerler de kurak ve çorak yerlerdir.

 

İyi toprak Rabbinin izniyle bitki verir, çorak toprak kavruk bitki çıkarır. Şükredecek millet için böylece âyetleri yerli yerince açıklarız.5

 

Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kayanın durumu gibidir, üzerine bol yağmur yağdığında onu cascavlak bırakır. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah inkâr eden kimseleri doğru yola eriştirmez.6

 

Evet, kalpler de acıkır ve susar. Kalplerin açlığını ve susuzluğunu giderecek olan iksîr vahiydir. Kalpler de kurur, onları yaşartacak ve yeşertecek olan vahiydir. Kalpler de çürür ve ölür. Onları çürümekten kurtaracak ve diri tutacak olan hayat suyu vahiydir. Kalpler de kirlenir, paslanır; tıpkı demirin paslandığı gibi. Onların cilâsı tevhiddir, Lâ ilâhe illallâh sözüdür.

Onlar inanmışlar, kalpleri Allâh’ı anmakla huzûra kavuşmuştur. Dikkat edin, kalpler ancak Allâh’ı anmakla huzûra kavuşur/doyuma erer.7 Âyette geçen ve kalplerin doyuma ermesini sağlayan zikrullâh; Kur’ân, Allâh’ı hatırlamak ve O’nu anmak olarak anlaşılmıştır. Kur’ân’a göre namaz da zikirdir. Kalpler bütün bu sayılanlarla diri kalır, huzur ve doyuma ulaşır. Âyetin tefsîrinde Fahreddin Râzî şunları söyler:

Kalp, ne zaman cisimler âlemini araştırmaya ve müşâhede etmeye yönelirse, o esnâda bir daralma ve çarpıntı ile o cisimler âlemini ele geçirip, onda tasarrufta bulunma konusunda şiddetli bir temâyül meydana gelir. Ama kalp, Yüce Allâh’ın azametini araştırmaya ve müşâhedeye yöneldiği zaman ise kalpte ilâhî nurlar ve ışıklar hâsıl olur. İşte kalp o zaman sükûna erer.

 

Kalp ne zaman bir hâle vâsıl olursa, oradan, ondan daha şerefli bir diğer hâle geçmeyi arzular. Çünkü cisimler âleminde bulunan her saâdet ve mutluluğun üstünde, lezzet duyulan ve gıbta edilen bir başka mertebe vardır. Ama kalp ve akıl, mârifetullah ve ilâhî nurlar ile mutluluğu isteme noktasına ulaşınca, artık o noktada kalır ve karar bulur. Böylece de oradan başka bir yere geçmeye kendinde güç bulamaz. Çünkü saâdet bakımından, bundan mükemmel ve yüce bir derece yoktur.

 

Hayat iksîrinden bakır mâdenine bir damla düşse, o bakır altın hâline gelir ve bütün çağlar ve zamanlar boyunca, ateşten hâsıl olan erimeye dayanarak bâkî kalır. İşte bunun gibi, Allah Teâlâ'nın celâl ve azamet iksîri insanın kalbine düştüğü zaman, onu hiçbir değişme ve bozulmayı kabûl etmeyen, bâkî, saf ve nûrânî bir cevher hâline dönüştürmesi haydi haydi evlâdır. İşte bundan dolayıdır ki kalpler ancak zikrullâh ile mutmain olur buyurulmuştur.8

 

İnsan gönlü de toprak gibidir. Kimi gönüller vardır vahye açıktır, onun mesajına hazırdır. O mesajı alır, içine işler ve mesaj onun hayâtını şekillendirir, davranışlarına yansır. Bunlar mü’min gönüllerdir. Kimi gönüller de vardır ki vahye kapalıdır. Vahyi önemsemez, onun sesini duymazdan gelir, onu dinlemek ve anlamak istemez. Hattâ ona karşı çıkar, olumsuz tepki verir. Bunlar münkir-kâfir gönüllerdir.

Arapça’da çiftçiye kâfir denir. Çünkü o, tohumu toprağa eker ve üstünü toprakla örter, onun neşv ü nemâ bulmasını sağlar. Çiftçi tohumu toprakla örter, ama çimlensin yeşersin hayat bulsun diye. Çiftçinin bu örtüşünde tohumu gizlemek yâhud kaybetmek yoktur. Bunun için onun yaptığı iyi bir şeydir. İnkârcı kâfir ise hakîkati gizlemek için üstünü örter, bunun için de onun yaptığı kötüdür. Yüce Rabbin nîmetlerini görmemek, nîmetlerin sâhibini görmezden gelmek de küfrân-ı nîmet/nankörlüktür. Küfür gerçeği görmemek, küfrân ise nîmeti görmemektir. Nankörlükte küfre açılan bir kapı vardır. Bunun için insan nîmetleri fark etmeli, nîmetlerin asıl sâhibini bulmalı, O’na inanmalı ve O’na şükretmelidir ki küfrâna ve küfre düşmekten kurtulabilsin. Bu ise nîmetleri baş gözüyle görmek, sâhibini de kalp gözüyle görmektir. Mârifetullâh denilen kalp gözünün açık olması ise kalbin diri olmasıyla mümkündür. Ölünün gözü kapalıdır, ölü kalbin gözü de açık değildir.

 

Hakîkate Kapalı, Taşlaşan Katı Kalpler

Sonra kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi, hattâ daha da katı oldu. Nitekim taşlar arasında kendisinden ırmaklar fışkıran vardır; yarılıp su çıkan vardır; Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir.9

 

Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde vardır ve büyük azap onlar içindir.10

 

Rabblerinden kendilerine gelen her yeni ihtârı mutlakâ, gönülleri gaflet içinde eğlenerek dinlerler.11

 

Hayır, hayır; onların kazandıkları kalplerini paslandırıp körletmiştir.12

 

Böyleleri kalplerinde hastalık ve örtüler/ekinne,13 gaflet/ğamra olanlardır.14 Bu kalplerin yumuşaması ve hakîkate açılması mümkündür. Bunun için sâhiplerinin şartlanmışlıktan, önyargılardan kurtulmaları, hakîkat arayışı içerisinde olmaları gerekir. Câhilî karanlıklardan kurtulmaları, hakîkati dinleyip üzerinde durup düşünmeleri gerekir. Bu kalplerin vahiyle tanışmaları ve onun hayat veren iksîriyle beslenmeleri gerekir. Bu noktada öncelikle kişinin kendisine görev düşmektedir. Ancak, ma’rifetullâh bilincine sâhip mü’minlerin de ölü kalpleri diriltmek için gayret etmeleri mü’minliğin gereğidir.

 

Dipnotlar

1 En’âm, 122.

2 Nahl, 21.

3 Neml, 80; Rûm, 52.

4 Fâtır, 22.

5 A’râf, 58.

6 Bakara, 264.

7 Ra’d, 28.

8 Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, Ra’d, 28.

9 Bakara, 74.

10 2 Bakara, 7; A’râf, 100; Tevbe, 87, 93; Nahl, 108.

11 Enbiyâ, 3.

12 Mutaffifîn, 14.

13 En’âm, 25, İsrâ, 46, Kehf, 57, Fussılet, 5.

14 Mü’minûn, 63.

Şubat 2020, sayfa no: 8-11

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak