“Îman” bize Allâh’ımızın en büyük lütfu, ihsânı, in’âmı ve ikrâmıdır. Bütün peygamberler insanları ve insanlığı bu nimete nâil olsunlar diye dâvet etmişlerdir. Çünkü îman, sâhip olduğumuz hayâtın tadıdır, amacıdır, dünyâ ve âhiretimizi aydınlatan ışığıdır. Hayâtımızın ölçüsüdür, güzelliğidir, temel direğidir. Kısaca hayâtımızı şekillendiren, anlamlandıran bütün güzellikler îmânımızın bize kazandırdığı değerlerdir. İşte Rabbimiz bu nimete dilediği kulların kalbini açar ve onların o nimetten kana kana içmelerini sağlar. Onların kalpleri bu nimetle genişler, huzur bulur. “Allâh’ın göğsünü İslâm'a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi îmâna kapalı kimse gibi midir? Allâh’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay hâline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.” (Zümer, 22.)
Evet îman Allâh’ın kalplere ektiği bir tohumdur. “İşte Allah onların kalplerine îmânı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir.” (Mücâdele, 22.) Bizzat Rabbimiz tarafından bu tohumun kalplere ekilmesi, bilgisayar ya da program yazılımcılarının yazması gibidir. Onu ruh ile desteklemesi de îmân’ın bize kazandırdığı Rabbânî bakış olan irfan nûrudur. Bu nur sâyesinde göz feraset, dil hikmet, beyin tefekkür, kulak hakkı dinleyip kabûl etme, ellerimiz hakkı destekleme ve ayaklar hak yolda sâbit olma özellikleriyle nurlanırlar.
Kalpteki îman tohumu kök saldıkça dalları ve meyveleri bir o kadar gürleşir. Sâdece dünyâ hayâtımızı değil âhiret hayâtımızı da kapsamaya başlar. Çünkü Rabbimiz îmânı kökü yerde sâbit, dalları yedi kat semâda olan bir ağaca benzetmektedir. “Görmedin mi Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.” (İbrâhîm, 24.) Bu ağacın meyveleri de devamlıdır. Her an meyve verir. Çünkü onda kuruma olmaz. Kökleri derinlerdedir. Gıdâsı Rabbânîdir. Unutulması söz konusu değildir. Bir an meyvesiz olması, îmân’ın süreklilik prensibine ters düşmesi demektir. Bundan dolayı Rabbimiz: “Bu ağaç Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misâller getirir.” (İbrahim, 25.) buyurmaktadır.
Kalplerimizde kök salan, dallarını ve meyvelerini Allâh’ın kudret pınarlarından sulayan bu ağaç dünyâ hayâtında kendini kulluğumuzda; Namaz, Zekât, Oruç ve Hac meyveleriyle gösterdiği gibi âhirette de cennet nimetleriyle gösterecektir. “Allah, îmân edenleri hem dünyâ hayâtında hem de âhirette sâbit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır. Ve Allah dilediğini yapar.” (İbrahim, 27.) Böylece bu kutlu ağaç hem dünyâda hem de âhirette meyve vermiş olur. Hem dünyâmızı hem âhiretimizi vahiy nûruyla aydınlatmış olur.
Rabbimiz Fetih sûresisüresinde çiftçilerin hoşuna giden ekini şöyle anlatmaktadır: “Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider.” (Fetih, 27.) Kalpteki îmân tohumu filizi yarıp çıktıktan sonra kalınlaştıkça ve kendini bir sarmaşık gibi hayâtımızın her alanında göstermeye başlayınca Rabbimiz onu bize sevdirmeye başlar. Süslü gösterir. “…. Allah, size îmânı sevdirmiş ve onu gönüllerinize güzel göstermiş” (Hucurat, 7.) ki biz onu Rabbânî kaynaklardan daha çok besleyelim. Onunla süslenen kalbimiz gibi hayâtımız da onunla süslensin. Dışarıdan bize bakanlar sâdece onu (Îman ağacını), meyvelerini (İbâdetleri), yapraklarını (Muâmelâtı) ve aradan açan tomurcuklarını (Ahlâkı) görsünler.
Îmânın yeri kalptir. Îman bir kalbe girdikten sonra o kalp îman nûruyla aydınlanmaya başlar. Bu nur kalbin tasdîkiyle başta dil olmak üzere bütün organlarda parıldar ve kendisini hissettirir. Sonra mü’minin hayat tarzına ve yaşamına sirâyet eder. İşte o andan itibâren insan hayâtında ve yaşam tarzında değişim başlar. Olaylara îman nûruyla bakar, onunla tahlil eder. İdâresinde, ticâretinde, aile hayâtında, komşuluk ilişkilerinde, işyerinde, eğitim-öğretiminde, sevgisinde-buğzunda, yemesinde-içmesinde, gezmesinde-tozmasında, sokağında, çarşısında pazarında kısaca bulunduğu her yerde bu ölçü hâkim olmaya başlar. Kökü kalpte derinleşen îman, muâmelâtımızda yaprak açmaya başlar. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sav) îmânın muâmelâta yansımasını şu hadîs-i şerifleriyle bize haber vermektedir: "Her kim Allâh’a ve âhiret gününe îmân ediyorsa komşusuna eziyet etmesin. Her kim Allâh’a ve âhiret gününe îmân ediyorsa misâfirine ikramda bulunsun. Her kim Allâh’a ve âhiret gününe îmân ediyorsa ya hayır söylesin ya da sussun" (Buhârî, Edeb,3) "Varlığım elinde olan Allâh’a yemîn olsun ki, îmân etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (gerçek mânâda) îmân etmiş olmazsınız.”(Ebu Davud, Edeb,130)
Rasûlullâh, îmânın en üstün hâlini soran Muaz b. Cebel'e "İnsanları Allah için sevip, onlara Allah için buğzettiğinde, dilini Allâh’ı zikirde kullandığında (îman en üstün hâle ulaşmış olur)." diyerek cevap vermiş, bunun üzerine Muaz, "Ey Allâh’ın Resûlü, başka hangi hallerde îman daha mûteber olur?" deyince Hz. Peygamber, "Kendin için istediğini insanlar için de istediğin, kendin için istemediğini onlar için de istemediğin zaman." (İbni Hanbel,V,248)
Rabbimizin îmânı bir ağaca benzetmesini baz alarak şu benzetmeyi yapmamız yanlış olmaz kanaatindeyim: Kökü îman, gövdesi ibâdet, dalları muâmelat olan bu îman ağacının meyveleri ise güzel ahlâktır. Gıdâsını îmandan alan ahlâk, içerideki îmânın huy hâline gelmesi, davranışlarımızda sabır, merhamet, kanaat, rızâ, tevâzu, hilm, şefkat, adâlet, îsar, dîgerkâmlık, öfkeye hâkim olma ve anlayış gibi tomurcuklarla îman ağacında kendini göstermesidir. Bundan dolayı Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: "Mü’minlerin îman bakımından en mükemmeli, ahlâk bakımından en güzel olanıdır." (Ebu Davud, Sünnet, 15)
Yine Sevgili Peygamberimiz’in (sav) îmânın ahlâktaki yansımasını anlatan birçok hadîsi şerîfi olmakla berâber birkaç tânesini örnek olarak arzedelim: "Îmânın yetmiş küsur şûbesi vardır. Bunların en üstünü 'Lâ ilâhe illallâh' (Allah'tan başka ilâh yoktur) sözüdür. En alt derecesi ise yoldaki eziyet veren şeyleri kaldırmaktır. Hayâ da îmânın bir şûbesidir." (Nesai, Îman, 16; Müslim, îmân, 58) "Siz siz olun, tevâzuu elden bırakmayın. Tevâzu kalpte başlar. Hiçbir Müslüman diğerine eziyet etmesin. Yamalı elbiseler içinde olan nice bîçâreler vardır ki, onların Allâh’ın adını vererek ettikleri duâlar hemen kabûl edilir." (Taberani, El-Mucemul Kebir,8,186)
Yine meşhur Cibrîl hadîsinde Hazreti Cebrâil’in Peygamberimize sırasıyla: Îmân, İslâm, İhsan ve Kıyâmeti sorması aslında mü’minin yaşam kodlarına işâret etmektedir. Îmandan İslâm’a, İslâm’dan İhsân’a, İhsan’dan Murâkabe bilincine geçişi işâret etmektedir. Kalpteki îmânın tohumu İslâm’la organlarda (Namaz, Zekât, Hac ve Oruç gibi) meyveleri verecek; İhsanla Îmânımız ve İslâm’ımız gereği yaptıklarımız sâdece Allâh’ın istediği şekilde yapılıp semâvâtı aşarak Arş-ı Âzamda tomurcuk açacak ve her an kıyâmete hazır olarak yaşama bilinciyle hayâtımızı kuşatacaktır.
Servet Yalçın (Mart 2016)
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak