Ara

Kalbde İrfânî Bilginin Ortaya Çıkması

Kalbde İrfânî Bilginin Ortaya Çıkması

Vahyi anlamanın yolu vahyi içselleştirmek, ilâhî metne muhâtap olmak ve kalbimizi ilâhî vahye açabilmektir. Allâh'ın âyetleriyle aynîleşen, ilâhî hükümleri tüm benliğine sirâyet ettiren âriflerin Hakk’tan beslendikleri, Allah tarafından bilgilendikleri görülmektedir. Takvâ üzere yaşam sürenlere Allâh'ın bilmediklerini öğreteceği gerçeği onların ilâhî tecellîlere mazhar olduklarının işâretidir. Aklın ürünü olan bilgiler nazarî bilgilerdir. Akla ve nazara dayalı bilgiler istidlâli verilerdir. Akla dayalı bilgiler nesnel dünyânın somut verilerine dayanmaktadır. Duyuların verileri bağlamında aklın ürettiği bilgilerdir. Aklı kullanarak elde edilen bilgiler ilim düzeyinde seçkin ve saygın bilgilerdir. İlmi elde etmek vecîbedir. Müslümanın ilim öğrenmesi farzdır. İlim mü'minin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır. Beşikten mezara kadar Müslümanın ilim öğrenmesi farzdır. Akıl, Allâh'ın biz kullarına bahşettiği en güzel nimettir. Aklı kullanmak, aklın ışığından faydalanmak esastır. Nesnel dünyânın gerçeklerini öğrenmek, şehâdet âleminin inceliklerini edinmek, gündelik hayâtın sorunlarını çözmek, pozitif ilimlerin îcat ve buluşlarını gerçekleştirmek aklı kullanmanın ve akla referansın bir sonucudur. Aklın bu işlevselliğini mutlaklaştırmaya, akla yanılmazlık yetkisi vermeye, aklın ürettiği bilgiyi aşılmaz addetmeye yeltenen rasyonalistlerin aksine sûfîler aklî bilginin sınırlılığına dikkat çekmektedirler. Aklî bilginin yerindeliğini sûfîler aklın vahiyden beslenmesine bağlı görmektedirler. Aklı aydınlatacak şaşmaz ölçüler ilâhî vahiydir. Aklı ifrat ve tefritten kurtaracak, aklı putlaşmaktan uzaklaştıracak, aklın doğrularını hakīkat olarak dayatmaktan alıkoyacak gerçek, vahyin gerçekliğidir. Sûfîler vahiy ve akıl birlikteliğine ehemmiyet verirken, vahyin belirleyiciliğine dikkat çekmişlerdir. Bilgi edinme yolu olarak diğer Müslüman âlimler gibi vahiy ve aklın varlığına dikkat çeken sûfîler bunlarla birlikte üçüncü bir bilgi kaynağını gündeme getirmişlerdir. Sûfîler aklın ürettiği bilginin yanında kalbin ürettiği bilgiden bahsetmektedir. Basar gözüyle somut varlıkları gözlemleyen sûfî, basîret gözüyle madde ötesini, eşyânın künhünü ve varlığın dokusunu çözmeye çalışmaktadır. Allâh'ın kuluna bahşettiği ilâhî nur ile sûfînin görüş ufku açılır. Kulluk vazîfesini hakkıyla yerine getiren, zikrullâh ile hissiyâtını geliştiren, derin tefekkürle idrâkini artıran, Allâh'ın yeryüzündeki âyetlerini okuyarak ilâhî işâretleri gören sûfî zamanla bizzat göz kesilmeye başlar. Mānevî alıcıları açılır, iç dünyâsı gelişir, kalbin aydınlanması artar, sezgileri güçlenir, hissiyâtı yükselir ve görüş ufku gelişir. Başkalarının göremediğini görmeye, öğrendiği ilim ile amel etmeye, edindiği bilgiyi içselleştirmeye çalışır. İlim irfâna, irfan hikmete dönüşmeye başlar. Eşyânın dokusunu aşıp perde arkasını öğrenmeye, kendi gerçekliğini idrâk etmeye, kâinattaki ilâhî esrârı çözmeye, yatay bilgi birikiminden çok dikey bilgi derinliğine ermeye başlar. Çok şeyler bilmenin değil bildiklerinin hakkını vermenin sırrına ermeye başlar. İşte böylesi derinlik ve kapasite ile elde edilen keşif gücü sûfîde ma'rifet tohumlarının yeşermesini sağlar. İmâm-ı Rabbânî (ö. 1034/1624) bu irfânî bilginin şer’î hükümleri anlamaya dönük, ilâhî buyrukları idrâke yönelik, Allâh'ın âyetlerini açıklamaya özgü bilgi olduğunun altını çizmektedir. İmâm-ı Rabbânî keşfe dayalı bu irfânî bilginin istidlâlî bilgiyi keşfî ve zarûrî bilgi kıvâmına erdirdiğini, özet bilgiyi de ayrıntılı bilgiye dönüştürdüğünü söylemektedir (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, 2018:I/104).

Bilginin kaynağını vahiy, akıl ve keşf olarak belirleyen İmâm-ı Rabbânî, keşif ehli olmanın ve ilm-i ledünne ermenin yolunu şer‛î ölçülere riāyet olarak görmektedir. Keşfe erdiğini veya ilm-i ledün sāhibi olduğunu iddia edenler şer‛î ilimlerden kıl payı sapacak olursa dikkate alınmaz ve kendisine itibâr edilmez. Şer’î ölçülere zerre kadar aykırı düşen keşf anlatıları yok hükmünde kabûl edilir. Şer’î ölçüler istikāmetinde yaşamak ancak ubûdiyet makāmında gerçekleşir. İmâm-ı Rabbânî Mektûbât’ında bizlere Şâh-ı Nakşbend’e (ö. 791/1388) seyr u sülûktan maksadın ne olduğu sorulduğunda, onun: “İcmâlî bilginin tafsîlîye, istidlâlî bilginin de zorunlu keşfî bilgiye dönmesidir.” şeklinde cevap verdiğinden bahsetmektedir. İmâm-ı Rabbânî verilen bu cevapta seyr u sülûkta şer‛î bilgilerin dışında bir bilginin oluşmadığına işârette bulunmaktadır (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, 2002:I/67-68; Mektûbât-ı Rabbânî Tercümesi, 2018:I/196).

İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin (ö. 150/767); “Seni noksan sıfatlardan tenzîh ederim. Sana hakkıyla ibâdet edemedik. Fakat seni hakkıyla bildik.” tesbîtiyle kul, ibâdetin hakkını veremez. Kulun Allâh'ı hakkıyla bilebilmesi ise “O'nun benzeri hiçbir şey yoktur.” (Şûrâ, 42/11) âyetindeki mutlak hakīkattir. Kul idrak düzeyine göre Rabbini tanır. Avam ve havasın, bidâyet ehli ile nihâyet ehlinin Allâh'ı tanıması kendi durumları mesâbesindedir. İmâm-ı Rabbânî’ye göre hakīkat yolunun başında olanların bilgi düzeyi ilim mertebesindeyken, hakīkat yolunun sonunda olanların bilgi düzeyi mārifet konumundadır. Mārifete erebilmek için öncelikle sâlikin fenâ fillâh tecrübesini yaşaması gerekmektedir. Fenâ fillâh devletine erişmeyen bir kişinin mārifet hazînesini elde etmesi mümkün değildir. Zîrâ Mevlâ'sında fânî olmayan kimsenin ulvî âlemlere, kudsî değerlere ve mānevî iklime yol bulması mümkün değildir. Bu tespitlere göre mārifet ilmin ötesindedir. Mārifet ehlinin idrakleri de birbirinden farklıdır. Her bir mārifet ehlinin Rabbiyle özel bir ilişkisi vardır. Kulun rûhânî yetileriyle kurduğu bu ilişki her türlü kıyas ve keyfiyetten uzaktır. Fenâ fillâh mertebesinde ulaşılan makamlar farklı olduğundan âriflerin mārifet düzeyleri de birbirinden farklıdır. Fenâ fillâh tecrübesi mükemmel olanın mārifeti kemâle ermiş, fenâ tecrübesi eksik olanın mārifeti nâkıs olmuştur (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, 2012:I/87; Mektûbât-ı Rabbânî Tercümesi, 2018:I/229).

İmâm-ı Rabbânî’ye göre Allâh'ı bulmanın yolu onun has kullarını tanımaktan geçmektedir. Kulun Peygamber Efendimiz'le özdeşleşmesi, onu sevmesi, ona tâbi olması, sünnet-i seniyyeye sımsıkı sarılması Allah yolunda mesâfe alması demektir. Allah dostlarının meclislerine katılması, onların halleriyle hâllenmesi, onların duygularına tercümân olması, onları tākip etmesi, onların kervânına katılması aynı yolun yolcuları olmalarını sağlayacaktır. Suyun, içerisinde bulunduğu kabın rengini alması gibi kişi de berâber olduğu ortamın havasına bürünmektedir. İrfan sohbetlerinden beslenmenin, mārifet meyvelerini devşirmenin yolu irfan bahçesine varmaktan geçmektedir. Hakk Teālâ velî kullarına öyle bir haslet vermiştir ki onları tanıyan Hak Teālâ’ya ünsiyet edecek, onlardaki esmâ, sıfat, ef'âl ve zât tecellîlerini müşâhede edenler insan-ı kâmillerin Hakk’a ayna kesildiklerini anlayacaktır. İnsan-ı kâmil aynasından sâdece Allâh'ın isim ve sıfatlarının, ilâhî zât nûrunun yansıdığını anlayacaktır. Hak’tan beslenmeyen, alnında secde izleri belirmeyen, görüldüğünde Allâh'ı hatırlatmayan, yaşantısıyla Muhammedî ahlâkın umdeleri anlaşılmayan kişinin velâyet iddiası gerçek dışıdır. Üzüm üzüme baka baka kararmakta, insan da sālihler ve sādıklarla berâber oldukça iyilerden yazılmaktadır. İlim ve irfan sirâyet edicidir. İrfânî bilgi mālûmâttan ibâret değildir. İrfan emek ister, tecrübe edinmeyi gerektirir, uygulamalı bir ilimdir, kişinin Hakk’a yaraşır davranış kodlarına bürünmesini gerektirir. Zikrullâh'ın iliklerimize ve hücrelerimize kadar sirâyet etmediği ortamlarda mārifet atmosferine bürünmemiz mümkün değildir (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, 2012:I/237; Mektûbât-ı Rabbânî Tercümesi, 2018:I/520).

İmâm-ı Rabbânî mārifet arayışının ancak irfan meclislerinde bulunacağını bize Hasan-ı Basrî’nin (ö. 110/728) irfânı ile Habîb-i Acemî’nin (ö. 130/747) yakîni örneğinde sunmaktadır. Hasan-ı Basrî bir gün nehrin kıyısında durmuş, karşıya geçmek için kayık beklemektedir. Bu sırada Habîb-i Acemî gelir. Hasan-ı Basrî’ye; “Ne bekliyorsun?” diye sorar. Hasan-ı Basrî de, “kayık bekliyorum” diye cevap verir. Habîb-i Acemî, “Kayığa ne gerek var, senin yakînî inancın yok mu?” diye karşılık verir. Bunun üzerine Hasan-ı Basrî, "Senin de irfânın yok mu?" diye karşılık verir. Daha sonra Habîb, kayık olmaksızın, su üzerinde yürüyerek nehrin karşı kıyısına geçer, Hasan-ı Basrî ise kayık gelinceye kadar bekler.

Bu menkabeyi anlattıktan sonra İmâm-ı Rabbânî tercîhini Hasan-ı Basrî’den yana koyar. Hasan-ı Basrî sebepler âlemine inmiş ve sebepler aracılığı ile işini görmüştür. Habîb-i Acemî ise sebepleri bir kenara atmış ve onları bütünüyle gözünden silmiştir. Dolayısıyla o sebeplerin aracılığı olmaksızın işini görmeyi tercîh etmiştir. Hasan-ı Basrî’nin konumunu daha üstün düzeyde gören İmâm-ı Rabbânî, onun ayne’l-yakîn mertebesiyle ilme’l-yakîn mertebesini birleştirdiğinden bahseder. Hem görerek inanmanın hem de bilerek inanmanın derdine düşmüştür. Olaylara, şahıslara ve eşyâya kendi konumlarına göre yaklaşım sergilemektedir. Diğer yandan Allâh'ın kudretini ilâhî hikmetin bir yansıması olarak idrâk etmektedir. Kudret tecellîsinin ardındaki hikmet deryâsına dikkat çekmektedir. Habîb-i Acemî ise bir tür sekr hâlinde olduğundan sebepleri araya koymaksızın, sebeplerin ötesindeki gerçek fâil olan Allah Teālâ'ya kesin inanç taşımaktadır. Oysa onun böyle görmesi gerçekle bağdaşmamaktadır. Çünkü sebeplerin aracılığı gerçekte var olan bir durumdur (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, 2012:I/325; Mektûbât-ı Rabbânî Tercümesi, 2018:I/693). İmâm-ı Rabbânî hârikulâde olaylar göstererek kerâmetin zuhuru yerine olağan bir yaşam sergileyerek istikāmet çizgisinde yaşam sürmeyi tercîh etmektedir. Sebepler dünyâsında yaşayan insanın olayların sebep ve sonuç ilişkisini gözeterek sebeplerin ardındaki gücü görmesi gerekmektedir. Fenâfillâh mertebesindeki, sekr ve istiğrak hallerindeki velîlerin kerâmetleriyle gözü kamaştırmak değil bekā billah mertebesindeki, sahv ve temkin hallerindeki mürşid-i kâmillerin kararlı duruşlarını, yerleşik tabiatlarını, elde edilmiş irfanlarını örnek alarak menzil-i maksûda uyanık gitmek esastır.

 Ekim 2022, sayfa no: 10-13

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak