O erler ki,
O erler ki, gönül fezasındalar,
Toprakta sürünme ezasındalar.
Yıldızları tesbih tesbih çeker de.
Namazda arka saf hizasındalar.
İçine nefs sızan ibadetlerin,
Birbiri ardınca kazasındalar.
Günü her dem dolup her dem başlayan,
Ezel senedinin imzasındalar.
Bir an yabancıya kaysa gözleri,
Bir ömür gözyaşı cezasındalar.
Her rengi silici aşk ötesi renk;
O rengin kavuran beyzasındalar.
Ne cennet tasası ve ne cehennem;
Sadece Allah'ın rızasındalar.
Necip Fâzıl Kısakürek
Kâdisiye Savaşı, Hz. Ömer (ra)’ın hilâfeti zamânında 15/636 yılında, İslâm ordusu ile dönemin süper güçlerinden biri olan Sâsânî İmparatorluğu ordusu arasında cereyân eden ve Müslümanlara Kuzey Irak’ın ve İran’ın kapılarını açan bir meydan savaşıdır. Bu savaşta İslâm ordusunun komutanı Aşere-i Mübeşşere’den Sa’d b. Ebî Vakkâs, Sâsânî ordusunun komutanı da Rüstem’dir. Hz. Sa’d, bulunduğu Irak cephesinden Rüstem’in komutan yapıldığını ve onun çok sayıda askerlerle güçlendirildiğini halîfe Hz. Ömer’e bildirince, Hz. Ömer ona şöyle bir mektup yazdı:
“Onlardan sana gelecek haberler ve onların sana getirecekleri durumlar seni üzmesin. Üzülme, Allah’tan yardım dile, O’na güvenip dayan. Fars ordusunun komutanına görüş ve rey sâhibi güçlü adamlarını gönder ki onu îmâna dâvet etsinler. Çünkü Yüce Allah, bizim adamlarımızın dâvetini Farsların gevşemesine ve sizin zafer kazanmanıza vesîle kılacaktır. Her gün bana mektup yazarak durumu bildir."1
İslâm ordu komutanı Sa’d b. Ebî Vakkas, halîfenin emrine uyarak savaş başlamadan önce Sâsânî ordu komutanı Rüstem’e elçiler göndererek onu İslâm’a dâvet etti. Ondan bir netîce alamayan Sa’d, bu sefer de Sâsânî imparatoru (kisrâ) III. Yezdücerd’e bir heyet gönderdi ve onu Müslüman olmaya veya cizye vermeye dâvet etti. Çünkü onlar, Hz. Peygamber’den böyle görmüş ve böyle öğrenmişlerdi. Önce İslâm’a dâvet edecekler, muhâtapları bunu kabûl etmezse kendilerine cizye vermeleri teklîf edilecek, onu da kabûl etmezlerse kendileri ile savaşılacaktı. Hz. Ömer, komutan Sa’d’a bu mektubu yazarken elbette Hz. Peygamber’in, yukarıda geçen emrine imtisâl ediyordu.
Hz. Peygamber’in terbiyesinde yetişen ve O’ndan öğrendiklerine dayanarak kendilerini İslâm’a veya cizye ödemeye dâvet eden İslâm ordu komutanının bu nazik dâvetine hem Rüstem hem de kisrâ III. Yezdücerd, sert ve alaycı bir tavırla karşılık verdiler. Savaş başlamadan önce Sa’d ile Rüstem arasında elçiler aracılığıyla görüşmeler yapıldı. Bu görüşmeler İslâm Târihi kaynaklarında şöyle anlatılır:
“İki ordu karşı karşıya geldiği zaman Rüstem, Sa'd'a haber göndererek kendisine soracağı şeyler hakkında bilgisi olan akıllı bir adam göndermesini istedi. Sa'd da ona, Muğîre b. Şu’be'yi gönderdi. Muğîre, yanına varınca Rüstem ona şöyle dedi:
“Siz, bizim komşularımızsınız. Biz, şimdiye kadar size iyi davranıyor ve size ulaşacak eziyetleri önlüyorduk. Şimdi memleketinize dönün. Dönüp giderseniz, önceden olduğu gibi ülkemize gelerek ticâret yapmanıza engel olmayacağız.” Muğîre (ra) da ona şöyle cevap verdi:
“Biz, dünyâ peşinde değiliz. Bizim asıl istediğimiz ve amaçladığımız, âhirettir. Allah, bize bir peygamber gönderdi. Gönderdiği peygamberine şöyle dedi: "Dînime tâbi olmayan kimselere şu Müslüman cemâati musallat kılacak ve bu Müslüman cemâat vâsıtasıyla onlardan intikam alacağım. Müslümanları, hak din olan dînime bağlı oldukları sürece, gālip ve üstün kılacağım. Dînimden yüz çeviren kişi mutlakā alçalır. Dînime bağlanan kişi de mutlaka yücelir."
Rüstem ona “Sözünü ettiğin din nedir?” diye sordu. Muğîre, Rüstem’e şöyle cevap verdi: “Bu dînin -onsuz hiçbir işin yarar sağlamayacağı- yegâne prensibi; Allah'tan başka hiçbir ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in Allâh’ın Rasûlü olduğuna îmân etmek ve bir de Muhammed'in Allah katından getirdiği hükümleri tasdîk etmektir.”
Rüstem, “Bu ne güzel bir şeydir. Başka bir umdesi de var mıdır?” dedi. Muğîre, “Vardır!” dedi ve şöyle devâm etti: “Kulları, kullara kulluktan çıkarıp Allâh’a kulluk seviyesine yükseltmektir.” “Bu da güzel bir şeydir. Başka bir şey var mı?” dedi Rüstem. Muğîre, “bütün insanlar Âdem'in çocuklarıdırlar. Onlar ana baba bir kardeştirler” dedi.
Rüstem, “bu da güzel!” dedi ve şöyle devâm etti: “Söyler misin bana, eğer dîninize girersek ülkemizden çıkıp memleketinize döner misiniz?”
Muğîre (ra), “Evet, vallâhi ticâret veya herhangi bir ihtiyaç sebebi dışında ülkenize yaklaşmayız” diye cevap verdi Rüstem’e. Rüstem de, “bu da güzel!” dedi ve İslâm’a ilgi duymaya başladı.
Muğîre, yanından ayrıldıktan sonra Rüstem, kavminin reisleriyle İslâm’a girme konusunda müşâvere yaptı. Onlar, İslâm’a girmeyi reddettiler. Allah, onları rezil rüsvay etsin. Zâten öyle de yaptı.
Sonra Sa'd, Rüstem'in talebi üzerine ikinci elçi olarak Rib'î b. Âmir'i gönderdi. Rib'î, Rüstem'in makāmına girdi. Makāmını altın işlemeli halılar ve ipek minderlerle döşeyip süslemişlerdi. Kıymetli yâkût ve incileri, muazzam süsleri sergilemişlerdi. Üzerinde tâcı ve diğer kıymetli eşyaları vardı. Altından bir taht üzerine oturmuştu. Rib'î ise eski elbiseler giymiş olarak makāma girdi. Ama üzerinde kılıcı ve kalkanı vardı. Küçük bir ata binmişti. Makāma yaklaşıp atının ön ayakları halının ucuna basıncaya kadar at üzerinde durdu. Sonra indi, atını oradaki minderlerin dayalı olduğu yerlerden birine bağladı. Üzerinde zırhı, elinde mızrağı ve başında miğferi olduğu halde Rüstem'e yöneldi. Muhâfızlar ona:
“Silâhını indir!” dedilerse de o şöyle dedi: “Ben, size kendi isteğimle gelmedim. Siz beni çağırdığınız için geldim. Bu şekilde içeri girmemi kabûl ederseniz ne âlâ, yoksa geri döner giderim.”
Rüstem, adamlarına “İçeri girmesine izin verin!” dedi. Bunun üzerine o da mızrağına dayanarak Rüstem'in tahtına doğru yürüdü ve içeri girdi. Rüstem ona şöyle bir soru sordu: “Sizi buralara kadar getiren sebep nedir?” O da bu soruya şöyle cevap verdi:
“Yüce Allah bizi gönderdi ki O’nun dilediği kimseleri kullara kulluk etmekten kurtarıp Allâh’a kul yapalım, o kimseleri, dünyâ sıkıntısından kurtarıp genişliğe kavuşturalım. Dinlerin zulüm ve baskısından kurtarıp İslâm’ın adâletine kavuşturalım. Yüce Allah bizi, Kendi’sine îmâna dâvet edelim diye dîni ile yaratıklarına gönderdi. Bu dîni kabûl eden kimsenin durumunu kabûlleniriz ve kendisine dokunmadan geri döneriz. Ama bu dîni kabûl etmeyen kimselerle Yüce Allâh’ın va’dini gerçekleştirinceye kadar savaşırız.”
Bu sefer Rüstem, “Allâh’ın size va’d ettiği şey nedir?” diye sordu. Bu soruya Rib’î şöyle cevap verdi: “Cennet'tir. Îmâna gelmeyen kimselerle savaşarak ölen kimse için yāni şehîd için Cennet vardır. Hayatta kalan gâzîler için ise zafer vardır.”
Rüstem, “Sizin söylediklerinizi dinledim. Ancak düşünüp karar vermemiz için bize süre tanır mısınız?” dedi. Rib’î, “Evet tanırız, ama ne kadar süre istersiniz? Bir ya da iki gün yeter mi?” dedi.
Rüstem, “Hayır, görüş sâhibi ve kavmimizin reisi olan kimselerle yazışıp cevaplarını alıncaya kadar bize süre tanıyın” dedi. Rib’î, ona şöyle dedi: “Rasûlullah (sav), orduların karşı karşıya geldiği esnâda düşmana üç günden fazla süre tanımayı bize sünnet olarak bırakmış değildir. Şimdi sen durumuna bak, kavminin durumunu da göz önünde bulundur. Bu süre içinde üç seçenekten birini seç!”
Rüstem, karşısındaki şahsın bütün bir İslâm ordusu adına konuştuğunu gördü ve onun bu cesâreti nereden aldığını anlamak için şöyle bir soru sordu: “Sen kavminin efendisi veya lideri misin?” Rib’î, bu soruya şöyle cevap verdi: “Hayır, değilim. Ama Müslümanlar, tek vücut gibidirler. Onların en aşağı seviyede olanları dahî en üst seviyede olanları adına himâye ve emân verebilirler.”
Bu karşılıklı konuşmalardan sonra Rüstem, kavminin reisleriyle toplantı yaparak onlara şöyle dedi: “Bu adamın söylediği sözler kadar kıymetli ve tercîhe şâyan başka bir söz işittiniz veya dinlediniz mi hiç?” Rüstem’in adamları kendisine şöyle dediler: “Onun söylediği bu sözlere meyletmenden ve dînini bırakıp şu köpeğe uymandan Allâh’a sığınırız. Onun üzerindeki yırtık pırtık elbiseleri görmüyor muydun?”
Rüstem, onların bu durumuna üzülerek kendilerine şöyle dedi: “Yazıklar olsun size! Elbiselere bakmayın, görüşe, konuşmaya, davranmaya ve davranışa bakın. Çünkü Araplar, giyim kuşam ve yiyeceklere önem vermezler; asâleti korurlar. Soyu ve sopu göz önünde bulundururlar.”
Rüstem ve adamları, ikinci gün İslâm ordusu komutanı Sa'd'a haber göndererek bir başka adam göndermesi talebinde bulundular. Sa'd da onlara Huzeyfe b. Mihsan'ı gönderdi. O da Rib'î'nin konuşmasına benzer bir konuşma yaptı. Üçüncü gün Muğîre b. Şu’be, bir daha onlara gitti. O da güzel ve uzun bir konuşma yaptı. Bu konuşma esnâsında Rüstem, Muğîre'ye şöyle dedi:
“Sizin, memleketimize girişinizin misâli, bir yerde bal gören karasineğin o yere girmesine benzer. O sinek, "beni bu bala ulaştıran kimseye iki dirhem vereceğim" der. Balın yanına varınca içine düşüp boğulur. Kurtulmak ister, ama kurtuluş yolu bulamaz ve "kim beni buradan kurtarırsa ona dört dirhem vereceğim" der. Ayrıca sizin durumunuz bir bağdaki deliğe giren zayıf bir tilkiye benzer. Bağ sâhibi onu zayıf görünce acıyıp kendi hâline bırakır. Ama tilki semizleşip birçok şeyi bozduğu ve ifsâd ettiği zaman bağ sâhibi askerleriyle onun üzerine gelir, kölelerin yardımıyla onu kaçıp kurtulamadan vurup öldürür. Semizlediği için delikten çıkıp kurtulamaz ve canını verir. İşte siz de ülkemizden bu şekilde çıkacaksınız.”
Bu konuşmasından sonra Rüstem, galeyâna gelerek öfkeli bir şekilde şöyle dedi: “Güneşe yemîn ederim ki yarın sizi öldüreceğim." Muğîre de ona şu karşılığı verdi: “Sen de durumu yakın zamanda görüp anlayacaksın!” Muğîre’nin bu sözü üzerine Rüstem, biraz yumuşadı ve geri adım atarak şöyle dedi: “Size elbise verilmesini, komutanınıza da hem elbise hem binek hayvanı hem de bin dînâr verilmesini emrettim, ki ülkemizden çekip gidesiniz.”
Muğîre, bu gibi tekliflere itibâr etmediklerini Rüstem’e verdiği şu cevâbı ile bir kere daha îlân etti: “Hükümranlığınızı gevşettikten, onurunuzu zayıflattıktan sonra mı bunu bize teklif ediyorsunuz? Ülkelerinizde bir süre kalacağız. Küçülmüş olarak kendi elinizle cizyenizi bize vereceksiniz ve istemeseniz de kölemiz olacaksınız.” Muğîre'nin böyle demesi üzerine Rüstem, iyice öfkelenip galeyâna geldi ve savaş kaçınılmaz oldu.2
“Haftalar süren birbirlerini kollayıştan sonra savaş başladı ve çok şiddetli bir şekilde üç veya dört gün devâm etti. Vücûdundaki çıbanlardan dolayı rahatsız olan Sa’d, fiilen çarpışmalara katılamadı ve orduyu, kurdurduğu yüksekçe bir çardaktan yönetti. Müslümanların, ilk defa karşılaştıkları filler konusundaki tecrübesizlikleri birinci gün zor anlar yaşamalarına sebep oldu. İkinci gün toparlandılar; ancak çok şiddetli çarpışmaların cereyân ettiği üçüncü gün çok ağır kayıplar verdiler. Nihâyet savaşın sonuna doğru Suriye’den gelen altı bin kişilik yardımcı kuvvetin desteği ve bāzı komutanların zekîce manevralarıyla üstünlüğü ele geçirdiler. Komutan Rüstem’in, Hilâl b. Alkame tarafından öldürülmesinin ardından Sâsânî ordusu dağıldı ve büyük bir bozguna uğradı. Sa’d, İranlılar’ın ağır yenilgisi karşısında kazandıkları büyük zaferi, hemen her gün Medîne dışına çıkarak habercilerin getireceği müjdeyi bekleyen Hz. Ömer’e bildirdi. Her iki tarafın da mevcutlarının en az üçte birini kaybettikleri bu savaşta Müslümanlar çok miktarda ganîmet ele geçirdiler; bunların en kıymetlisi “Direfş-i kâviyânî” adındaki kutsal İran sancağıydı.
Kâdisiye Savaşı, İslâm târihinin en önemli zaferlerinden biridir. Müslümanlara büyük bir moral ve üstünlük hissi veren bu zaferle Irak’ın kapıları açılmış, İran’ın düşüşünün başlangıcı hazırlanmış, Sâsânîler’in başşehri Medâyin’in fethi sağlanmış, diğer fetihlere hız kazandırılmış ve Müslümanların ele geçirdikleri bölgelerde sosyopolitik örgütlenme teşvîk edilmiştir. Kâdisiye Savaşı’na yüz civârında Bedir Gazvesi’ne katılan sahâbî, üç yüz on küsûr Bey’atü’r-rıdvân’da hazır bulunan ve daha sonra Müslüman olan sahâbî, Mekke’nin fethine iştirâk eden üç yüz sahâbî ve yedi yüz sahâbe çocuğu katılmıştı. Savaş öncesinde iki taraf arasında yapılan görüşmelerde Müslümanların ortaya koydukları tavır ve söyledikleri sözler, İslâm fetihlerinin ve cihâdın etik temellerini açıklaması bakımından büyük önem taşımaktadır. Daha sonraki fetih hareketleri için slogan hâline getirilen “Biz, insanları kula kul olmaktan kurtarıp Allâh’a kul etmek için geldik” cümlesi, Kâdisiye’nin armağanıdır.”3
Allâh’ım! Ümmet olarak çok zor durumda kaldığımız bugün, Kâdisiye’nin kahramanları gibi kahramanlara ihtiyacımız var. Lütfeyle Allâh’ım!
Dipnotlar:
1 İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut, 1966, VII, 37.
2 İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 39-49.
3 Yücesoy, Hayrettin, “Kâdisiye Savaşı”, DİA, XXIV, 136-137.
Mayıs 2025, sayfa no: 30-31-32-33
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak