Ara

Kādirîliğin Pîr-i Sânîsi Eşrefoğlu Rûmî

Kādirîliğin Pîr-i Sânîsi Eşrefoğlu Rûmî

“Eşrefzâde Hazretleri, yetmiş bin mürîde mâlik bir pîşvâ-yı āşıkāndır”

Evliyâ Çelebi 

Yûnus Emre’nin “Çıkdım erik dalına anda yedim üzümü” şeklinde başlayan ünlü şathiyesinin son beytinde “Yûnus bir söz söylemiş/Hiçbir söze benzemez” şeklinde bir söyleyiş yer alır. Bu daha çok o şiirin mānâ dünyâsıyla ilgilidir elbette. Bu yüzdendir ki hemen ardından “Münâfıklar elinden örttü mānâ yüzünü” diyerek sözlerinin bu kesimce anlaşılmayacağını söyler. Ama bu durumu dil, söyleyiş bakımından da düşünmek gerekir. Buna göre şu söylenmelidir: Yûnus Emre, kendi döneminde işte bu hiçbir söze benzemez şiirleriyle çok özgün bir şiir yapısı kurmuş, kendisinden sonra ise onu bu anlamda pîr, öncü kabûl ederek onun yolunda/tarzında şiirler söyleyen isimler yetişmiştir. İşte bu sahadaki şiirlerinin özelliği ve tesiri bakımından söyleyecek olursak Eşrefoğlu Rûmî’yi kendi döneminde Anadolu’nun ikinci Yûnus’u olarak görürüz.

Eşrefoğlu ve Yûnus Emre

Bu iki ismi müştereklikleri olan isimler hâline getiren şey, yaşadıkları hikâyenin de müştereklikler taşımasıdır. Bu hikâyenin en belirgin tarafı ise bir tasavvufî eğitimden geçmeden gönül diliyle şiir söyleyebilecek bir şâir olunamayacağıdır. Yāni onlarda şiir, başlı başına bir gāye değil öncelikle aldıkları eğitim sürecindeki gönül hallerine tercümân olan sözlerdir. Ardından ise toplumu mānevî mānâda eğitme vâsıtasıdır. İşte tasavvuf şâirlerini müşterek iklimde buluşturan meselenin bu yönüdür.

Yûnus Emre ile Eşrefoğlu ise bu müşterek iklîmin kendi dönemlerdeki en önemli isimleridir. Tabiî tesirleri o dönemle de kalmamış ve bütün zamanlara yayılmıştır. Sayıca aynı olmasa da Anadolu sahasında Yûnus Emre ilâhilerinden sonra şiirleri en çok bestelenen isimlerin başında Eşrefoğlu’nun geldiği görülür. O, bu anlamda Tekke şiirimizin Yûnus Emre’den sonraki en zirve şâirlerinden birisi olmuştur. Beslendikleri ana kaynak tasavvuf olduğu için her iki şâirimizde dil, söyleyiş, tema, konu müşterek özelikler taşır.

Bu anlamda Eşrefoğlu’na baktığımızda şunu görmekteyiz: Hemen bütün araştırmacılar, onu Yûnus Emre’nin tesirinde bir isim olarak görürler. O da şiirde pîri kabûl ettiği Yûnus Emre gibi hem hece hem de aruz vezniyle şiirler söylemiştir. Fakat bu durumu bir taklit olarak değil müşterek duyuş ve deyişin sonucu olarak anlamak gerekir. Yine her iki ismin de şiirleri hem lirik hem didaktik özellikler taşır. Lirizmi mānevî eğitim süreçlerindeki hallerinin ifâdesi olarak didaktizmi ise irşad görevlerinin bir gereği olarak kullandıkları görülür. Yine ikisinin de Türkçe hassâsiyeti ile ve halk dil ve kültürü içinde şiir söylediklerini biliyoruz. Yine ikisinde de en başat tema aşktır. Yûnus Emre “Ben yürürüm yane yane aşk boyadı beni kana/Ne ākilem ne dîvâne gel gör beni aşk n'eyledi” sözleriyle aşk duygusunun en zirve hâlini beyâna çalışırken Eşerefoğlu da tıpkı onun gibi “Cihânı hiçe satmakdur adı aşk/Döküp varlığı gitmekdür adı aşk/Elinde sükkeri ayruga sunup/Aguyı kendü yutmakdur adı aşk” diyerek çok üst seviyede aşkı dillendirir. Lirizm her iki ismi aşk temalı söyleyişlerde nasıl birleştirirse didaktik tutumlarında da benzer bir durum söz konusudur. Zîrâ ikisi de mürşiddir. Biri Risâlet’ün Nushiyye’de ne demişse diğeri “Müzekkin-Nüfus”ta aynı şeyleri söyler. Zîrâ ikisi de birer mutasavvıf şâir olarak gönlü īmârın derdindedirler.

Eşrefoğlu’ya Yakından Bakmak

Şimdi Eşrefoğlu Rûmî hazrete biraz daha yakından bakalım. Mısır’dan Anadolu’ya göç etmiş bir aileye mensuptur. Asıl adı Abdullah olmasına rağmen babasının adı Ahmed Eşref olduğu için Eşrefzâde olarak da bilinir. Yine İznik’te yaşadığı için Abdullah İznikî ve o dönem Anadolusu Diyâr-ı Rum olarak anıldığı için Abdullâh-ı Rûmî de denilmektedir. Muhtemelen 1377’de İznik’te doğan Eşrefoğlu 1469-70’de yine bu şehirde sırlanmıştır.

Yûnus Emre’nin vefâtından yaklaşık 55-60 yıl sonra dünyâya gelen Eşrefoğlu için Yûnus Emre ile olan müşterekliklerine geçmeden önce hayâtının diğer safhalarına kısaca bakalım. Hazret’in eğitim hayâtı İznik’te başlar. Ardından Bursa’ya gider ve Çelebi Mehmet Medresesi’nde ders görür ve aldığı eğitimle devrinin önemli ilim insanlarından birisi olur. Onun hayâtının sonraki sürecini ise “Menâkıb-ı Eşrefzâde” adlı eserden öğreniyoruz. Buna göre Eşrefoğlu’nu bugün bildiğimiz mānâda bir ārif ve şâir yapan hâdise bir rüyâ sonucunda gerçekleşir. Gördüğü bir rüya üzerine medreseden ayrılarak Abdal Mehmed adlı bir cezbeli şahsın da yönlendirmesiyle onu Bursa’nın mānevî kutbu Emir Sultan’ın yanında görürüz. Ne var ki mānevî nasîbin kime kimden geleceği bilinemez. Adı üzerinde nasiptir çünkü. Bundan olmalı ki Emir Sultan, onu artık yaşlandığını söyleyerek Hacı Bayram Velî’ye gönderir. Onun bundan sonraki hayâtı Ankara’da geçer. Burada mānevî eğitimini tamamlar. On-on iki yıl kadar süren bu eğitimin ardından dergâha imam olur. Çok geçmeden mürşidinin kızı Hayrünnisâ hanımla evlenir. Bu sürecin ardından ise aldığı icâzetle şeyhinin hâlifesi ve aynı zamanda dâmâdı olarak İznik’e döner.

Onun hayâtında bir de Suriye safhası vardır. Buranın Hama kasabasına gelip şiirlerinde “Cemâlin seyr idüp ismin andugum/Bize himmet eyle şeyh Abdü’l-kādir” şeklinde adını andığı Abdülkādir-i Geylânî’nin beşinci göbekten torunu Şeyh Hüseyin el-Hamevî’nin yanında çile çıkarır ve ardından Kādirî hilâfetnâmesi alarak İznik’e geri döner. Eşrefoğlu, kısa bir inzivâ döneminden sonra dergâhını kurarak irşâda başlar. Kādirîler arasında Abdülkādir-i Geylânî’den sonra tarîkatın ikinci pîri olarak kabûl edilir. İrşad faaliyetleri geniş bir etki alanına sāhip olur. Vefâtından sonra yerine damadı Abdürrahim Tirsî geçer.

 

Eserleri

Eşrefoğlu, eser veren sūfîlerdendir. O da Yûnus Emre gibi bir Dîvân’a sāhiptir. Pek çok lirik şiir bu eserinde yer alır. Yûnus Emre’nin nasıl didaktik anlamda “Risâlet’ün-Nushiyye”si varsa onun da “Müzekkin Nüfus” adlı geniş halk eğitiminde çok tesirli olan bir eseri vardır. “Mesnevî”, “Mevlid” gibi eserler Anadolu halkı için ne anlama geliyorsa, bu kitap da öyle görülmüş ve asırlarca elden düşürülmeyen bir eser olmuştur. Yûnus Emre, bir tasavvuf ehlidir ama ne bir tarîkatın tam mānâsıyla mensûbu olmuş ne de bir tarîkat kurmuştur. Eşrefoğlu ise adıyla anılan bir tarîkatın mürşidi olarak bu yolun erkânını “Tarîkatnâme” adlı eserinde anlatmıştır. Bāzı kaynaklar bu eserin dışında “Delâilü’n-nübüvve”, “Fütüvvetnâme”, “İbretnâme”, “Ma‘zeretnâme” (Hediyyetü’l-fukarâ), “Elestnâme”, “Nasîhatnâme”, “Hayretnâme”, “Münâcâtnâme”, “Esrârü’t-tālibîn” gibi risâlelerinin de olduğunu söylemektedirler.

Bu yazıda bu iki büyük ismi mâdem ki birlikte ele aldık, son değerlendirmeler olarak şunları söyleyelim: Yûnus’un şiir geleneğinin dönemindeki en önemli temsilcisi/tākipçisi Eşrefoğlu olmuştur. Dolayısıyla onu Yûnus Emre’nin kendinden sonraki sūfî dostlarından/çevresinden biri olarak görmekteyiz. Bu yüzden şunu rahatlıkla söyleyelim. Şâyet Yûnus Emre’yi anlamak istiyorsak tākipçilerini ve onlardan biri olan Eşrefoğlu’nu okumak/bilmek gerekir. Bu aynı zamanda Eşrefoğlu okurken onda da Yûnus şiirinin tadını edâsını, mānâsını bulabileceğiz anlamına gelmektedir. Meselâ, Yûnus Emre’nin “Aşkın aldı benden beni/Bana seni gerek seni” şeklinde başlayan şiiriyle Eşrefoğlu’nun “Aşk beni yağma kılupdur sen beni sorma bana/Ben beni bilimezem ne haber verem sana” söyleyişi aynı ruh ikliminin sözleridir. Yine Yûnus Emre’nin “Hak bir gönül verdi bana/Ha demeden hayrân olur/Bir dem gelir şâdân olur/ Bir dem gelir giryân olur”beytiyle başlayan şiiri Eşrefoğlu’nda aynı hâlin tercümânı olarak şöyle bir karşılık bulur: “Gah çıkaram bu göklere/ Dönerem çarh ile bile/ Gah ayıla bedr oluram/ Gah günile tolunuram” (…) “Gah arşdan öte uçaram/Nice bin yerden geçerem/Gah yer yüzine inerem/Mahfilleri ṭolanuram”

Bütün bunlar tabiîdir. Bütün mutasavvıf şâirler, şiire böyle bir misyon yükleyerek onu Hakk ilhâmı ile söylenmiş sözler olarak gönülleri aydınlatma, zihinleri saflaştırma vesîlesi kılmışlardır. Sözü bu mānâda iyileştirici güç olarak her çağda söyleyen biri/birileri mutlakā çıkmış, bu kişi, Yûnus’tan sonra kimi zaman Eşrefoğlu kimi zaman Niyazî Mısrî yâhut Sun’ullah Gaybî olmuştur.

Kaynakça

Mustafa Güneş: İznikli Eşrefoğlu Rûmî'nin Hayâtı,Eserleri ve Divanı, İstanbul 2006

Eşrefoğlu Rûmî: Müzekkin’-Nüfus, Haz. Abdullah Uçman, İstanbul 2021

Yûnus Emre Divanı: Haz. Faruk Kadri Timurtaş, İstanbul 1975

Necla Pekolcay/Abdullah Uçman: Eşrefoğlu maddesi, DİA, İstanbul 1995

Mayıs 2022, sayfa no: 42-43-44-45

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak