“Gerçekten Allah, eşi konusunda seninle tartışan ve Allâh’a şikâyette bulunan (kadın)ın sözünü işitti. Allah, aranızda geçen konuşmaları işitiyordu. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.” (Mücâdele, 1)
Yukarıdaki Kur’ân âyetinde bir kadının zıhar[1] konusunda çözüm bulması için Peygamber Efendimiz (sav) ile tartıştığı anlatılır. Âyet bu olay sebebiyle nâzil olur.
Âyette söz edilen kadın, Havle binti Sa’lebe’dir. Bu kadın sahabinin, şikâyeti üzerine âyet nâzil olması yüzünden, diğer sahabe arasında özel bir yeri vardır. Herkes ona izzet ve ikramda bulunur.
Rivâyete göre Ömer (ra) bir toplantıya giderken yolda yaşlı bir kadının isteği üzerine durur ve onu dinler. Yanındaki sahabi, “Ey mü’minlerin emîri! Sırf bu yaşlı kadının hatırı için Kureyş’in bunca ileri gelenlerini beklettiniz” deyince, Ömer (ra) şu sözleri söyler:
“Biliyor musun bu kadın kimdir? Bu yaşlı kadın, şikâyeti yedi semâda işitilen Havle binti Sa’lebe’dir. Allâh’a yemîn ederim ki, şâyet o beni tüm gece boyunca bekletecek olsaydı, namaz vakitleri müstesnâ, onun önünde beklerdim.”
Said Nursî, Mücâdele Sûresi’nin söz konusu âyetini 25. Söz’de şöyle açıklıyor:
“İşte Kur’ân der ki: Cenâb-ı Hak Semî-i Mutlaktır; her şeyi işitir. Hattâ, en cüz’î bir mâcerâ olan ve zevcinden (eşinden) teşekkî eden (şikâyet eden) bir zevcenin sana karşı mücâdelesini Hak ismiyle işitir. Hem rahmetin en latîf cilvesine mazhar ve şefkatin en fedâkâr bir hakîkatine māden (kaynak) olan bir kadının haklı olarak zevcinden dâvâsını ve Cenâb-ı Hakk’a şekvâsını (şikâyetini), umûr-u azîme sûretinde (çok büyük işler şeklinde), Rahîm ismiyle, ehemmiyetle işitir ve Hak ismiyle, ciddiyetle bakar.
“İşte, bu cüz’î maksadı küllîleştirmek (genelleştirmek) için, mahlûkātın en cüz’î bir hâdisesini işiten, gören, kâinâtın dâire-i imkânîsinden hâriç bir Zât, elbette her şeyi işitir, her şeyi görür bir zât olmak lâzım gelir. Ve kâinâta Rab olan, kâinat içinde mazlum, küçük mahlûkların dertlerini görmek, feryatlarını işitmek gerektir. Dertlerini görmeyen, feryatlarını işitmeyen bir Rab olamaz.”
“Çarşıdan getirilen şeyi çocuklar arasında taksim ederken kızlardan başlamalı; çünkü onlar kalben daha hassas, rûhen daha incedir” buyuran Peygamberimiz (sav)’i örnek alan sahâbenin kadınlara bakışı ve saygısı da onunki kadar derindi. Nitekim Sahâbe-i Kirâm şöyle demiştir: “Biz, Resûlullah zamanında kadınlarımıza kötü söz söylemekten ve istediğimiz muameleyi yapmaktan, hakkımızda bir vahiy iniverir endişesiyle kaçınırdık.”
Kadınların şikâyetlerinin Allah katında cevap bulup âyetle dönmesi ve böylece kadınlara eziyet edenlerin uyarılması, İslâm’ın kadına verdiği değerin en açık delillerinden biridir.
Bugün kadına yapılan eziyet ve kadının arka plana itilmesi, kimi zaman sevgiden doğan kıskançlık ya da koruma gerekçesiyle açıklansa da aslında bu, sevgi ve saygı eksikliğinden kaynaklanır. Gerçekten seven bir insan, annesinin, eşinin, kızının veya kız kardeşinin huzurunu ve rahatını sağlamaya çalışır.
Kur’ân’ın üslubu kadını savunur; Allah her durumda kadının korunması yönünde hüküm koyar. Sorumluluk çoğunlukla erkeğin üzerindedir. Ne var ki günümüz sistemleri çoğu zaman erkeği korumaya, kadını ise “koruma” adı altında baskılamaya yönelmiştir.
Kur’ân ahlâkı gerçek anlamda yaşandığında ise insanlar arasındaki ayrımlar ortadan kalkar. Kadın–erkek, zengin–yoksul, genç–yaşlı fark etmez; makam, mevki, mal veya hayat tarzı değil, insanın yaptığı iyi ve güzel işler önemlidir. Kur’ân’a göre insanı üstün kılan, Allah’a yakınlığı ve O’nun beğendiği ahlâkı yaşamasıdır; yani takvâdır.
Kur’ân kadını koruma altına alır, toplumda olması gereken saygın konumunu işaret eder. Bu, Allah’ın kadınlar üzerindeki sonsuz rahmetinin bir göstergesidir. Kadını kimse işitmese de Allah işitir; kadının hakkı Allah katında değerlidir. Nitekim o dönemde kadınların sesi kısılırken, Allah bir kadının duasını Kur’ân’a konu etmiştir.
Kadın ve erkek fiziksel olarak farklı yapılara sahiptir. Ancak kadının bedenen daha güçsüz olması, onun toplumda daha az değer görmesine asla gerekçe değildir.
Kur’ân’da Hz. Meryem için şu ifadeler yer alır: “Rabbi onu güzel bir kabul ile kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi.” (Âl-i İmrân, 37) Bu âyet, kadının adeta bir çiçek gibi korunması gerektiğine işaret eder.
Kadın, şefkat ve merhamet hazinesidir. Annelik duygusu sayesinde sevgiyi en güzel biçimde yansıtır. Üzerinde Allah’ın birçok ismi tecellî eder; en çok da Rahmân, Rahîm, Raûf ve Latîf isimleri.
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
“Kadınlar konusunda Allah’tan korkun. Çünkü sizler onları Allâh’ın emânetiyle aldınız.”
[1] Zıhar, İslâm öncesi dönemde kadına yönelik haksız uygulamalardan biriydi. “Sırt” anlamına gelen zahr kelimesinden türeyen zıhar, bir erkeğin eşine “Artık senin sırtın bana annemin sırtı gibidir” diyerek onu kendisine haram kılmasıydı. Câhiliye erkeği, eşini artık işe yaramaz gördüğü zālimce bir anlayışla, ondan kurtulmak için böyle hîleli bir yol icat etmişti. Bu sözle birlikte adam, kocalık sorumluluklarından sıyrılıyor; kadın ise başkasıyla evlenemiyordu, çünkü hâlâ o kişinin karısı sayılıyordu.
Ekim 2025, sayfa no: 10-11
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak