Ara

İzzetli ve Devletli Olmak İçin!

İzzetli ve Devletli Olmak İçin!

Hayat dîni İslâm’ı bir bütün olarak yaşamanın kazanımı hem dünyevîdir, hem de uhrevîdir. İslâm, kendisini doğru tanıyan ve hakkıyla yaşayanların dünyâlarını cennete çevirir, onları dünyâda azîz eder. Bazılarının sandığı gibi biz, Müslümanlığımızın semeresini yalnızca âhirette devşirmeyeceğiz. Bu din hem dünyâ hem âhiret dînidir. Bu yüzden biz, Peygamberimiz’in (sav) de çokça okuduğu bir Kur’ân duâsında, Ey Rabbimiz, bize dünyâda iyilik güzellikler ver, âhirette de iyilik güzellikler ver ve bizi cehennem azâbından koru diye duâ ederiz. Nitekim Saadet Çağı ve Râşid Halîfeler devri başta olmak üzere, târihte asırlar boyu bu ümmet izzet ve devlet içerisinde yaşamıştır. Bu ümmetin günümüzdeki gibi zorluk, sıkıntı ve zillet içerisinde yaşadığı günler, izzetli günlerinden daha azdır. İslâm, elbette âhiretimizin de cennet olmasını sağlayacaktır. Dünyânın cennet olması, onun ille de lüks ve konforlu bir hayat olması değildir. Öncelikle huzur, doyum ve izzet içerisinde bir hayat olmasıdır. 

Hayat rehberimiz Kur’ân, dünyâda izzet içerisinde yaşamanın yollarını gösteren âyetlerle doludur. Onlardan ikisinde şöyle buyrulur:

Ey inananlar! Allah'tan, sakınılması gerektiği gibi sakının, sizler ancak müslüman olarak can verin. Toptan Allâh'ın ipine sarılın, ayrılmayın.1

Allâh'a ve peygamberine itaat edin; çekişmeyin, yoksa korkar başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin, doğrusu Allah sabredenlerle berâberdir.2

Âyetler Ümmet olmanın târifini veriyor. İzzetli olmanın yollarını gösteriyor: Hayat Düstûrumuz Kur’ân’a sımsıkı sarılmak, Allah ve Rasûlüne itaat etmek. Kur’ân’a sımsıkı sarılmak Allah ve Rasûlü’ne itaat etmek demektir. Bu olmazsa ayrılık gayrılık, ardından zillet gelir. Zîrâ Müslümanlar olarak bizi birarada tutacak olan çimento, inancımızdır. Allah inancı, Peygamber inancı, aynı Kitâba inanmak, aynı Kıbleye dönmek bizim azamî müştereklerimizdir.  

Bir anlaşmazlık olduğunda taraflar, gelin asgarî müştereklerde buluşalım derler. Onlar asgarî müştereklerde biraraya gelirken bizim azamî müştereklerimize rağmen ayrılık içerisinde olmamız yakışır mı? Bizi birarada tutacak olan o kadar çok azamî müştereğimiz var ki!

Medîne’nin son dönemlerinde inen âyetlerde Yüce Rabbimiz mü’minleri şöyle uyarır:

Eğer mü’minlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz; eğer biri diğeri üzerine saldırırsa saldıranlarla Allâh'ın buyruğuna dönmelerine kadar savaşınız; eğer dönerlerse aralarını adâletle bulunuz, âdil davranınız, şüphesiz Allah âdil davrananları sever. Şüphesiz mü’minler birbiri ile kardeştirler; öyle ise dargın olan kardeşlerinizin arasını düzeltin; Allah'tan sakının ki size acısın.3

Kur’ân âyetleri boşluğa inmemiştir. İnen her âyetin İslâm toplumunda bir karşılığı vardır. Ya sorulan bir soru üzerine yahut da yaşanan bir sorun üzerine inmiştir âyetler. Kimi âyetler de toplumda var olan bir yanlışa son vermek, bir eksiği tamamlamak için gelmiştir. Her âyetin somut bir iniş sebebi olmasa bile, her âyetin bir nüzûl ortamı vardır. Yukarıya aldığımız bu âyetlerde iki Müslüman grubun savaşından bahsedilmektedir. Hâlbuki Peygamberimiz hayatta iken Müslümanlar arasında herhangi bir savaş olmamıştır.  

Âyetler, Medine’de Evs ve Hazrec’e mensup iki küçük grubun sokak kavgası üzerine inmiştir. Birbiriyle çekişen bu iki grup ellerindeki değnekler ve ayaklarından çıkardıkları nalinlerle birbirlerine saldırmışlardı. Hepsi o kadar. Sonuçta ne ölen olmuş, ne de ağır yaralı! Bu âyetlerle onlar uyarılmış, çok daha önemlisi de Müslümanların birbirleriyle tutuştukları sokak kavgası Yüce Allah katında savaş olarak görülmüş ve onlar sert bir şekilde uyarılmışlardır. 

Bir başka rivâyette âyetler, ensar'dan iki kişi hakkında inmiş­tir. Bu iki kişi arasında bir haktan dolayı ihtilâf çıkmıştı. Hak sâhibi olduğunu iddia eden adam diğerine “Bunu senden söke söke alacağım!” derken; di­ğeri ona : “Peygamber'e (sav) gidelim de aramızda O hükmetsin” diyordu. Bu teklif hasım tarafından kabûl edilmeyince yumruk, tokat birbirle­rine girdiler. İlgili âyetler bu olay üzerine indi. 

Âyetin mesajı son derece açık ve nettir: Müslümanlar, sizin sokak kavganız Allah katında savaş gibidir! 

Ne var ki ümmet, bu gerçeği Peygamberimiz’in (sav) vefâtından kısa bir zaman sonra unutmuş ve birbirleriyle savaşa tutuşmuştur. Târih boyunca Müslümanların en uzun süren savaşları, en fazla can ve mal kayıpları, kendi aralarında meydana gelen kardeş kavgalarında olmuştur. Bugün de öyle değil midir: Hz. Ömer devrinde, dünyânın iki süper gücü İran ve Bizans egemenliğine son veren Müslümanlar, kendi aralarında yaptıkları savaşlar sebebiyle izzet ve devletlerini kaybetmişlerdir. Moğol istilâsının İslâm Coğrafyasını kasıp kavurması, Müslümanların kardeş kavgası ile güç ve kuvvetlerini kaybetmeleri sonucu olmamış mıdır? Endülüs’ün düşmesi, kardeş kavgaları sonucu zayıflayan devletin yıkılması ile olmamış mıdır? Selçukluların târihe karışması iç karışıklıklardan kaynaklanmamış mıdır? Osmanlı’nın Hasta Adam olarak yatağa düşmesi ve çok geçmeden yıkılmasının temel sebebi, ırkçılık duygularıyla körüklenen Balkanlar’daki kardeş kavgaları, Arap-Acem kavgaları değil midir?

Şimdi Rabbimizin uyarısını bir kez daha okuyalım:

Allâh'a ve peygamberine itaat edin; çekişmeyin, yoksa korkar başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider.

Dipnotlar

1 Âl-i İmran, 102-103.

2 Enfâl, 46.

3 Hucurat, 9-10.

 

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak