Ara

İyilerden Olmak Yetmez!

İyilerden Olmak Yetmez!

Kur’ân’ın hedeflediği insan tipi sâdece iyi olan ve iyiliği kendinde kalan bir insan tipi değildir. Kur’ân, iyiliği özümseyip kendi nefsinde yaşamış olan ve iyiliğini başkalarına taşıyan iyilerden olmamızı ister. Evet, îmanlı olmak, îmanla dolmak önemlidir. Ancak önemli olan yüreklere dolan îmânın coşkun bir şekilde taşıp davranışlara yansımasıdır. 

Yüreği sevgi dolu olmak yeterli değildir, asıl olan bu sevginin yüreklerden taşıp çevreye yansımasıdır. Helâlinden mal kazanmak önemlidir, ama daha önemlisi helâlinden kazanılan malların infâk edilerek zekât, sadaka, hayır, hasene, infak olarak ihtiyaç sâhiplerine saçılmasıdır. 

Yâni önemli olan îmânın, iyiliğin, sevginin, vâriyetin biriktirilip depolanması değil; bunların yerli yerince kullanılması, bunların hayâta yansıması ve gidişata yön vermesidir. Onun için Kur’ân, inandık demekle işin bitmeyeceğini ve inandık diyenlerin îmanlarında sadâkat sınavına tâbi tutulacaklarını haber verir:

Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla berâber mü'minler: «Allâh'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allâh'ın yardımı şüphesiz yakındır.1

 

Yoksa içinizden Allah cihâd edenleri ve sabredenleri belirtmeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?2

 

Allah, içinizden cihâd edenleri; Allah'tan, peygamberinden ve inananlardan başka sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan sizi kendi hâlinize bırakacak mı zannediyorsunuz? Allah işlediklerinizden haberdardır.3

 

Elif, Lâm, Mîm. And olsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, «İnandık» deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya çıkaracaktır.4

 

Evet, Kur’ân, iç dünyânın îmârına önem verir. Bu meyanda yüzlerce âyet sağlam ve doğru bir îmânın kalplerde kökleşmesini ister. Ancak Kur’ân’daki pek çok âyet de bireysel ve toplumsal hayâtın dînin ölçülerine göre dizayn edilmesini ister. Bu yüzden biz dîni yalnızca vicdanlara hapsedilmiş bir îman iddiasından yâhut bireyin kendinde kalan davranışlardan ibâret göremeyiz.

Hayır, bâzıları böyle bir din anlayışını dayatmaya çalışsa da, dîni vicdanlara yâhut bireysel hayâta hapsetmeye çalışsa da İslâm, böyle bir anlayışı tasvip etmez. Gönül dünyâsının îmârıyla işe başlayan din, sosyal hayâtın inşâ ve ihyâsıyla Ümmet bilincinin oluşmasını ister. Peygamberimiz aleyhisselâmın yirmi üç yıllık tevhîd mücâdelesine baktığımız zaman, onun önce bireyi inşâ etmekle işe başladığını, ancak bireyleri yetiştirmekle kalmayıp Medîne’de İslâm’ın sosyal ve siyâsî alandaki hâkimiyetini kurarak vazîfesini tamamladığını görürüz.

Erdemli Olmak İçin…

Burada bir fikir vermesi açısından Kur’ân’ın en kapsamlı âyetlerinden biri sayılan Birr âyetine kısaca değinmek istiyoruz. Peygamberimize sorulan iyilik nedir sorusu üzerine inen bu âyet hakkında Peygamberimiz: “Her kim bu âyet ile amel ederse, îmânını kemâle erdirmiş olur.” buyurmuştur. Âyet şöyledir:

 

Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir; lâkin iyi olan, Allâh'a, âhiret gününe, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekât veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefâ gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır.5

 

Âyet, kıblenin değişmesini dillerine dolayan Kitab Ehline cevap vererek başlamaktadır. Onlara, dînin bir tarafa yönelmekten, yalnızca şeklî bir kısım ibâdetleri yerine getirmekten ibâret olmadığını hatırlatarak başlıyor. Asıl olan güçlü bir îman ve îmânın gereği sâlih amelleri işlemektir. 

Âyete göre iyi olmak, iyiliğe ermek için önce îman gerekir, hem de bütün esaslarıyla îmân etmek. Ardından Yüce Allâh'ın sevgisiyle ve O’nun rızâsını kazanmak için ihtiyaç sâhiplerine yardım etmek, namaz ve zekât gibi ibâdetleri yerine getirmek, sözünde durmak ve barışta savaşta sabretmek gereklidir. Dikkat edilirse âyette Allâh'ın hakları ile mahlûkâtın hakları birlikte ve içiçe sayılmıştır. Kâmil mânâda îman ve namazı gereği gibi ikame etme Yüce Allâh'ın hakkıdır. Toplumun zayıf kesimi ihtiyaç sâhibi garibanlara yardım etme, zekât ve ahde vefâ ise kulların haklarındandır. Zâten din, Allâh'ın hakları ile kullarının haklarına riâyet değil midir?

Allâh'ın hakları ile kullarının haklarını da birbirinden kesin hatlarıyla ayırmak mümkün değildir. Zîrâ her şeyden önce mahlûkâtın haklarına riâyet etmeyi emreden Yüce Allah’tır. Dolayısıyla bir kul hakkını çiğneyen kimse, aynı zamanda o konudaki Yüce Allâh'ın emrine de karşı gelmiş olur. Sözgelimi zinâ ve hırsızlık kul hakkına tecâvüzdür. Ama bu cürümleri işlemek aynı zamanda zinâ ve hırsızlığı yasaklayan Yüce Yaratıcının emrini çiğnemektir. Benzer şekilde zekât vermeyi ihmâl eden bir kimse, malındaki ihtiyaç sâhiplerinin haklarını gasbetmiş olduğu gibi; Yüce Allâh'ın zekâtı verin emrine de karşı gelmiş, yâni hem kul hakkını hem de Allah hakkını çiğnemiş olur. Benzer şekilde Yüce Allâh'ın hakkı olan namazı ikame eden bir kimse, ahlâksızlık ve münkerden de kendisini koruyarak kulların haklarına da riâyet etmiş olacaktır. Çünkü gerçek namaz, sâhibini her türlü ahlâksızlık ve kötülükten koruyacaktır. Onun için din, haklara riâyet etmektir, haklar ise birbiriyle içiçedir.

Âyetteki malı sevgiyle verme ifâdesi; Allâh'ın sevgisiyle, sevdiklerinden, malı sevdiği halde, severek verme ve verdiğini sevme olarak anlaşılmıştır. Buna göre vâriyet sâhibi kimse elindeki malın kendisinde emânet olduğunu bilecek ve Allâh'ın rızâsını kazanmak için ihtiyaç sâhiplerine verecektir. Malı sevdiği halde verecek, sâhip olduklarının iyisinden verecek, vermeyi bir erdem olarak görüp sevecek ve severek verecek, nihâyet verdiği kimseleri kendisine sevap kazandıranlar olarak görüp onları sevecek, iyi ki varsınız diye onlara duâ edecektir. Yine âyette sevgiyle verme genel olarak anıldıktan sonra zekât, namazla berâber ayrıca anılmıştır. Bu da zenginin malında zekâttan başka da ihtiyaç sâhiplerinin hakkının olduğunu gösterir. Nitekim bir hadiste "Şüphesiz ki malda zekâtın dışında bir hak vardır."6buyrulmuştur.

Âyette geçen ahde vefâ ise, Yüce Allâh'a, O’nun Rasûlüne ve kullarına karşı verilen sözlerde durma olarak anlaşılmıştır. Sabredenler ifâdesi ise dînin emirlerini yerine getirme, yasaklardan kaçınma konusunda sabır ve sınav için başımıza gelebilecek hastalık, kazâ-belâ, harp-darp gibi istenmeyen şeylere katlanma anlamına gelmektedir.

İşte îmanlarında sadâkat gösterenler ve takvâya erenler bunlardır. Âyette sayılanlar gerçek mü'minliğin göstergesi ve isbâtıdır. Dünyâ ve âhirette gerçek anlamda kazanacak ve kurtuluşa erecek olanlar da bu mü'minlerden başkası değildir. Nitekim dürüstlükle ilgili bir nebevî müjde şöyledir: "Doğruluğa sımsıkı sarılınız. Çün­kü doğruluk (sıdk) birr'e (iyiliğe) götürür. Birr ise cennete götürür. Kişi, doğ­ru söylemeye devâm edip doğruyu araştırıp durursa sonunda Allah katında sıddîk diye yazılır."7

O halde iyiliklerimizi ve iyilerimizi çoğaltmalıyız. Yeryüzünde iyilik ve iyiler hâkim olsun diye koşturmalıyız. Yaptıklarımızla yetinmemeli, daha iyisini ve daha fazlasını yapmaya gayret etmeliyiz. Ufuk Peygamberinin ümmeti olarak, büyük hedeflere doğru yol almalıyız. Bunun için de büyük düşünmeli, büyük hedeflere erişmek için gece gündüz çalışmalıyız. Unutmayalım ki şu sınav dünyâsı koşturma yeridir. İstirahat ve dinlenmeye ise mezarda bol vaktimiz olacak, lüks ve konfor içerisinde bir hayat ve eğlenme için ise, nasîb olursa gireceğimiz cennet yetecektir. 

Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları açıldığında, bekçileri onlara: «Selâm size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya girin» derler. Onlar: «Bize verdiği sözde duran ve bizi bu yere vâris kılan Allâh'a hamdolsun. Cennette istediğimiz yerde oturabiliriz. Yararlı iş işleyenlerin ecri ne güzelmiş!» derler.8

 

Dipnotlar

1 Bakara 2/214.

2 Âlu İmran 2/142.

3 Tevbe 9/16.

4 Ankebût 19/3.

5 Bakara 2/177.

6 Dârakutni, II, 125.

7 Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr, 103, 104, 105; Ebû Dâvûd, Edeb 80; Tirmizî, Birr 46.

8 Zümer 39/73-74.

Aralık 2022, sayfa no: 6-7-8-9

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak