Geçtiğimiz günlerde İstanbul Fatih’teki surlarda yaşanan vahşet herkesi derinden etkilemiş ve toplumda endîşeye neden olmuştu. Peki saldırganlığın ve şiddetin bu kadar artmasının sebebi ne? Toplum olarak bunu nasıl önleyebiliriz ya da çevremizde ‘tehlike’ arz eden bireyleri nasıl fark edip topluma kazandırabiliriz? Yeni sayımızda Üsküdar Üniversitesi kurucu rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan ile suça ve şiddete sürüklenen gençliği konuştuk.
Röportaj: Sümeyye Palta
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bireyin suça yatkınlığının ‘güvenli olmayan ortam’da başladığını ifâde etti. Bunun en büyük sebeplerinden biri olarak da çözülmüş âile bağlarını gösterdi. Geçmişte, atalarımızın bu konuya nasıl bir çözüm bulduğuna değinen Prof. Dr. Tarhan, toplum tarafından kaybedilmiş gençlerin İsrail krizinden daha tehlikeli olduğunu söyledi. Yeni eğitim modelinin umut va’dettiğini söyleyen psikiyatrist bir an önce harekete geçilmesi için yetkililere çağrıda bulundu.
EVDE RUH DURUMUNU YANSITAN İPUÇLARI OLABİLİR
Bir kişinin suça yatkın olup olmadığını nasıl anlayabiliriz?
Kriminal davranışı olan kişilerin tavırlarında öncüller vardır. Bunu birinci derece yakınları fark edebilir. Meselâ daha önce psikiyatriste başvurmuş mu? Hastaneye yatışı var mı yok mu? İlaç kullanıyor mu? Onun dışında bu kişiler, ölüm konusundan çok bahseder. Evinde, odasında bununla ilgili bilgiler veya ipuçları vardır. Bütün bunlara baktığımız zaman bir insanın suça becerikli veya yatkın olup olmadığıyla ilgili fikir edinebiliriz. Tabii bunu ancak sağlıklı âileler fark edebilir.
Âile bağları kişinin ruh hâlini etkiler mi?
Eğer âile bağları zayıfsa, arkadaş ilişkileri sağlıklı değilse bireydeki sorunlu durumu fark etmek pek mümkün olmayabilir. Âile içerisinde çocuğuyla konuşabilen kişiler yanlış bir davranış gördüğü zaman onun analizini yapar, gerekçelerini araştırır ve onun kafasındaki hayâlle gerçeği karıştırmasını önleyebilir.
Sur katliâmında vahşetin nedeni hastalık mıydı yoksa kötülük mü?
Şimdi on dokuz yaşında bir genç söz konusu ve insan düşünmeden edemiyor. Acaba hasta mı? Bir psikiyatrik ilaç kullanmış ama hastaneye yatışı yok. Şizofreni olduğuyla ilgili de bir ön bilgi yok. Böyle durumlarda bir hastalıktan çok suça yatkınlığın araştırılması önemli.
MADDE BAĞIMLILIĞI SUÇU MÂSUMLAŞTIRIR MI?
Kişinin madde bağımlısı olması aslında onu mâsumlaştırmıyor değil mi?
Suça meyilli olmak farklı bir konu. Üç şeye bakıyoruz böyle durumlarda. Antisosyal, psikopat mı? Madde kullanıyor mu ya da akıl hastası mı? Genellikle maddeyle suça beceriklilik ve antisosyallik birleştiği zaman birey kötülük makinesi hâline geliyor. Toplumda suç işleyenler bunlar. Madde varsa, ki zâten madde muhakemeyi bozuyor. Bu durum suç cezâ sorumluluğunu kaldırmıyor, kişi yine suçlu oluyor. Türk Ceza Kanunu'na göre, birey özgür irâdesiyle bu karârı aldığı için cezâdan muaf olamıyor.
Madde kullanmak şu anda bütün dünyâda olduğu gibi Türkiye'de de çok ciddî bir şiddet sebebi. Suçu arttıran, trafik kazalarını arttıran, cinâyetleri arttıran en büyük neden bu. Cezaevlerindeki mahkumların yüzde 60-70’i maalesef bağımlı hastalar. Türkiye'de 800 bin denetimli serbestlik dosyası var. Bakın, bunlar bir şekilde savcılığa intikal etmiş, kontrol altına alınmış kişiler. Şu anda bunlar ortada dolaşıyor. Bu kişiler denetlenemiyor.
HER ŞEYDEN ÖNCE ‘İYİ İNSAN’ OLMAYI ÖĞRETMEK GEREKİYOR
Bu noktada bağımlılık politikalarında bir güncelleme olması gerektiğini düşünüyor musunuz?
Bu konunun Türkiye'de masaya yatırılması gerekiyor. Meselâ, gençlik politikalarını sâdece spora indirgemişiz. Halbuki evet, spor kötü alışkanlıktan koruyor ama bizim öncelikle onlara iyi insan olmayı öğretmemiz gerekiyor.
YENİ EĞİTİM MODELİ UMUT VA’DEDİYOR
Eğitim sistemine zâten bunlar dâhil değil mi? Okulda ‘iyi bir insan olma’ üzerine eğitimler verilmiyor mu?
Anadolu İrfânı’nı öğretmemiz gerekiyor, evrensel değerleri öğretmemiz gerekiyor. Benim torunum 9. sınıfa gidiyor. Maarif modelin derslerini alıyorlar. Baktım, bu model bilgi yükleyen bir modelden çıkmış. Artık düşündüren bir sistemimiz var.
Eğer ölçme ve değerlendirme sağlıklı yapılırsa bu sistem gençlere orta vâdede ya da uzun vâdede çok şey kazandıracaktır. Geç kalınmıştı ama yapılmaya başlandı. Bu olay bize gösteriyor ki şu anda gençliğimizin krizi İsrail krizinden daha önemli. Âilede, evde huzur olmadıktan sonra televizyonlarda İsrail’i konuşmanın da mânâsı kalmıyor. Siyâsî olarak bize faydası olmayacak konularla zihnimizi ve enerjimizi harcamamız tamâmen kayıp oluyor.
SUÇA MEYİLLİLİKTEKİ ANA ETKEN: YALNIZLIK
Şiddet ve bağımlılığa götüren süreç boşluk hissi ve yalnızlık mıdır hocam?
Bağımlı hastalarda bizim en çok gördüğümüz; kişi yalnız kaldığı zaman maddeyi arıyor. Hattâ fareler üzerine bir deney yapılmış. Fareleri kokain bağımlısı yapmışlar. Fare, kokain pedalına basa basa kokain içiyor. O derece haz alıyor. Daha sonra o fareyi kendi sosyal ortamına alıyorlar. Kokain pedalı da orada durmaya devâm ediyor. Sosyal ortama karışınca kokain içmekten vazgeçiyor. Yavrularıyla, diğer çevresiyle uğraşırken kokaine ihtiyaç hissetmiyor. Yâni insan beynindeki haz-ödül sistemi yalnızlıkla birlikte boşlukta hissettiriyor. Anlamsız hisseden birey stres azaltma tekniği olarak maddeye yöneliyor.
Gençler, kendini değersiz ve mutsuz hissediyorlar, depresyona giriyorlar. Yaşamak için bir neden bulamayınca hoşuna giden her şeyi yapacağını düşünüyor. Ya da “Yaşamam için bir neden yok” diyor ve intihar ediyor. Böylece içindeki kötücül davranışları tatmîn ettiğini sanıyor.
Keyfî olarak başkasını ya da kendini öldürmek gibi bir davranış yoktur. Bir tek insan’da var bu durum. Çocuk da toplumun ürünüdür, devletin ürünüdür. Onun için bu çocuğu suçlamak, âileyi suçlamak yerine muhakkak ‘biz ne yaptık da böyle oldu’ diye sorulması lâzım.
ERGENLİK DÖNEMİNDEKİ ARKADAŞLIKLAR ÇOK ÖNEMLİ
Peki bu his en çok ne zaman oluşuyor?
Ergenlik dönemi çeteleşme dönemidir. Onlar için anne-babadan, âileden çok artık arkadaş önemlidir. Eğer iyi arkadaşlar bulurlarsa iyi yönde geliştirirler kendilerini. Kötü arkadaş bulurlarsa kötü yönde geliştirirler. Onun için gençlik ile ilgili sosyal dâhil olma projeleri yapılması, her mahallede bunların olması lâzım.
Bütün dünyâ yalnızlığı gidermek için pozitif psikoloji yöntemini uyguluyor. Pozitif psikolojide bağımlılık şöyle kötüdür, böyle kötüdür demek yerine o kişinin yaşam kalitesini nasıl arttırırız, mutlu olması için ne yapabiliriz’le ilgilenilir. Üniversitedeki, lisedeki öğrencileri sosyalleştirecek sağlıklı projelere ihtiyaç var.
ŞEFKATLE, SEVGİYLE YAKLAŞIN, DIŞLAMAYIN!
Bireylerin yaşadığı boşluk duygusunu toplum olarak nasıl doldurabiliriz?
Karar vericiler, yöneticileri örnek alan bir toplumuz. Gençler bu konuda kendilerine önem verildiğini hissederse, kendilerine yatırım yapıldığını düşünürse yavaş yavaş boşluktan kurtulurlar. Bir yere âit hissetseler, bir çevreleri olsa, birileri onlara sâhip çıksa, şefkatle yaklaşılsa o çocuk hatâlarını sorgulayabilecek bir ortam görebilir. Bu sebeple biz hepimiz mesulüz. Toplum olarak mesulüz bu konuda. Artık iğneyi kendimize batıralım.
MAHALLE KÜLTÜRÜ BU TARZ OLAYLARIN ÖNÜNE GEÇİYORDU
Geçmişte boşluk ve yalnızlık hissine daha az mı rastlanıyordu?
Daha önce mahalle kültürü ve komşuluk, arkadaşlık ilişkileri bunu gideriyordu. İyi arkadaş, amca, hala, abi, teyze… Birinden biri çocuğu olumlu yönlendiriyordu. Aslında birinci problem de âile bağlarının zayıflaması. Gelişmiş ülkeler, sosyal hizmet kurumlarını harekete geçiriyor ve gençlerle ilgili sosyal projeler yapılıyor. Emîn olun, bu projeler spor projesinden daha önemli.
Depresyon sürecindeki bir kişinin zâten enerjisinin yetmediğiyle ilgili şikâyetler duyuyoruz. Yâni şunu şuradan şuraya koymak istemiyor o genç. Ona şefkat ve sevgi lâzım, onlara değer vermek lâzım. Sağlıklı bir genci spora yöneltebilirsiniz fakat bunalımda olan, gelecek kaygısı taşıyan, karamsarlık içindeki birini spora yönlendiremezsiniz.
DERTLİLER DERGÂHA GİDER, MORAL BULURDU
Biraz daha geçmişe gidelim… Toplumda bu tarz olaylarla karşılaşmamak için ne yapılırdı?
Atalarımız döneminde her mahallede bir dergâh varmış. Dertli insanlar oraya gidermiş ve onlara moral verilir, destek olunurmuş.
Günümüze bunu nasıl entegre edebiliriz?
Aile Sağlık Merkezlerinde, psikolog ve sosyal danışmanın olmaması büyük bir eksiklik. Devlet bu konuyu desteklerse olaylar biraz daha minimize edilir. Ancak dediğim gibi en önemlisi bu noktaya gelmemek.
Ayrıca İngiltere'nin şöyle bir yöntemi var: Birisi intihar ederse o bölgedeki psikiyatristte kaydı olup olmadığına bakılıyor. Ardından bu psikiyatristin görevini tam anlamıyla yerine getirip getirmediği inceleniyor. Eğer işini tam yapmadıysa o psikiyatriste hesap soruluyor.
TOPLUMU KAPİTALİZM YIKSA DA ÂİLE AYAKTA TUTMAYA DEVÂM EDER
Çevremizde sağlıklı olmayan bireylerden kendimizi nasıl koruyabiliriz? Ya da nereye başvurmamız gerekiyor?
Tekrâr ediyorum: Âileyi güçlendirmek lâzım. Yâni ev güvenli bir alansa, sıcak bir ortamsa çocuk böyle bir şeye yönelmez zâten. Anne-babalar evde çocuklara konferans vermesinler, vaaz vermesinler, onları dinlesinler. Biz monolog yapıyoruz, oysa diyaloğa ihtiyaç var. Dinlesin, derdini anlatsın ki çâresi varsa çâresine bakılır, yoksa da araştırılır, birlikte çözüm aranır. Çocuğun âidiyet duygusu iyiyse böyle yollara başvurmaz.
Modernizm ve kapitalizm bizi çok olumsuz etkiledi. Avrupa kapitalist sistemi daha sosyalize etti ama Amerika edemedi. Onun için orada da bu şiddet olayları çok fazla. Dünyânın en büyük adâlet sarayını yapıyorsun ama toplumda adâlet sağlayamıyorsun. Bu övünülecek bir şey değil maalesef. Muhakkak öz eleştiri yapmamız lâzım bu konuda. Bütün bunları yapamadık ve sağlıksız bir birey ortaya çıktıysa da psikoloğa götürüp tedâvi etmemiz gerekiyor. Devletin sağlık politikaları var. Ülkemizde herkesin başvurabileceği, ilaç kullanabileceği sağlık sistemi var. Hattâ bizde antidepresan kullanımı ABD'den sonra ikinci sırada. Devlet desteğinin de büyük rolü var bu oranda.
Kasım 2024, sayfa no: 22-23-24-25
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak