Muhtelif yazılarda Kur’ân-ı Azîmü’ş-şan’ın “helal ve tayyib” talebinden söz etmiştik. Aslında günümüz insanının arayıp da bir türlü adlandıramadığı, iyi ve güzel olan şey tam da budur. Bugün helal, organik, doğal, natürel gibi kelimelerle ifade edilen şey bu talebi karşılar mı? Yani bu isimlerle pazarlanan yiyecek, içecek ve ev eşyaları bizim “işte aradığımız bu” diyebileceğimiz şeyler mi?
Öncelikle belirtmek gerekir ki, günümüz Türkçesi içi boşaltılmış bir lisan. Dinî metinleri izahta kullanılan kelimeler dahi, yaramıza merhem olmaktan ziyade derdimizi büyütüyor. ‘Hadise’ demek yerine ‘olay’ denilip geçiliyor. “Allah muhafaza etti” yerine, “şans eseri”, izzet, şeref, haysiyet gibi kelimelerin hepsine birden de ‘kibir’ manasındaki ‘onur’ kelimesi tercih ediliyor. Kısacası öylesine bir anlam daralması yaşıyoruz ki, bu nedenle dini metinler bile özensizlik yüzünden lime lime dökülüyor. Bu yozlaşmadan gündelik hayatımız gibi yiyip içmeye dair meselelerimiz de nasipleniyor.
Öncelikle belirtelim ki, ‘organik ve natürel’ kelimeleri batı lisanlarından devşirme. ‘Doğal,’ ‘tabii’ kelimesi Arapça kökenli diye, yerine uydurulmuş köksüz bir söz. ‘Helal’ kelimesi ise artık gelişi güzel kullanılan, satıcının insafına terk edilmiş... ‘Helal sertifikalı’ ürünlere gelince, bunların da organik gibi endüstrinin aklama oyunu olduğunu daha önce kaydetmiştik. Herkes kendine göre bir kural ihdas ediyor. Neredeyse aklamadıkları endüstriyel ürün kalmadı. Bu yüzden tehlikeli bir durumla karşı karşıyayız.
Ama bu işin bir çözümü olmalı. Endişeniz olmasın, çaresiz değiliz. Meseleyi karmaşıklaştıran 5 neden var. İlki, artan helal ürün talebini ranta çevirmeye çalışan, ‘büyüyen helâl pazarından daha fazla pay alma’ düşüncesiyle hareket eden ilkesiz ve samimiyetsiz üretici kitlesi. İkincisi, helal sertifika sektöründen para kazanmaya çalışanlar. Üçüncüsü, bu meseleyi sadece hayvanî gıdalara indirgeyen, onda da sıkışınca her konuya cevaz üretenler. Dördüncüsü, devlet kurumlarının ciddiyetsizliği. Belki en önemlisi olan beşincisi ise, tarafların çoğunluğunun İslam’ın emir ve nehiyleri konusundaki vurdumduymazlığı, çarşı-pazarda İslam’ın değil, Yahudi zihniyetinin hâkim olması ve ticaretin İslam’ın temel ilkelerinden çok ama çok uzak bir şekilde yapılması. Yani tüm dünyada çarşı-pazara, hicret zamanı Medine’sindeki Yahudilere ait ‘Nebit çarşısı’ gibi iblisî bir sistemin hükümranlığı!
Ama biz Müslümanız ve bu meseleyi doğru anlamak, çözüm üretmek zorundayız. Hiçbir şartta kayıtsız kalamayız. Açlık tehlikesiyle karşı karşıya değiliz. Aksine sadece sefahat içinde yüzen arsız sultanların saraylarında görülen bolluktan bir farkımız da yok. Üstelik nimetlerin çeşidi eski zamanlara nispetle daha fazla ve kolay erişilebilir durumda.
Lakin eski çağlara oranla gıdalarımız ifsad edilmiş, çoğu kez de necis hale getirilmiştir. Necislik, İslâm’ın kesin olarak yasak ettiği, haram kıldığı bir durum. İslâm, helal ve tayyib olanına izin veriyor. Helal belli. Peki, “tayyib” olma ne demek?
Tayyib: Yaradılış biçimi bozulmamış, ıslah yalanıyla ifsada maruz kalmamış, istifade eden canlıya zarar vermeyen, tabii olan, besin değeri yok edilmemiş, zararlı bir hale dönüştürülmemiş, necis olmayan demektir.
Şunu rahatlıkla söylemek mümkün: Bir şeyin helal olabilmesi için öncelikle tayyib olması gerekir. Zaten tayyib, helal demek denilemez. Öyle olsaydı, Kur’an-ı Kerim gıda konusunda 21 kez sadece tayyib, 5 kez de “helal ve tayyib” şeklinde bir talepte bulunmazdı.
Bu durumda bir gıdanın tayyib olabilmesi için -bizce- 5 temel şart gerekir.
- Tohumun, hayvanların fıtratlarına ıslah yalanı ile müdahale edilmemiş olmalı. Yani hibrit ve GDO olmamalı.
- Hangi maksatla olursa olsun, toprağa, insana ve diğer canlılara zarar veren tarım zehirleri verilmemiş olmalı. Ayrıca ürün içinde ağır metal ve diğer toksik kimyasallar olmamalı.
- Çeşitli bahanelerle endüstriyel işlemlere maruz kalmamalı. Mesela bizim evde yoğurt ve ayran yapmamız endüstriyel bir işlem değil. Ancak günümüzde ayran yapmak endüstriyel bir işlemdir.
- Mahiyeti bilinmeyen, zararsızlığı kesin olarak ispatlanmamış, biri ispat edilse dahi birden fazlası bir araya geldiğinde nasıl bir etki yaptığı bilinmeyen katkı maddeleri eklenmemiş olmalı.
- Ambalajında fitalat, BPA ve diğer kimyasalları içeren zararlı maddeler olmamalıdır. Mesela tenekelerin içi fitalatla kaplıdır. Plastik ambalajlar ya fitalat ya da BPA içerirler. Bu iki maddenin, kısırlık ve kanser yaptığı yüzde yüz kesindir. Alüminyum folyolar zehirlenme ve böbrek yetmezliğine yol açarlar. Ambalaj kâğıtları da zararlı kimyasallar içerir. Oysa yenilenebilir ormanlardan elde edilip, yüzde 100 tabiî selülozdan üretilmiş ve içeriğinde kimyasal boya, ağır metal, atık madde ve gıdanın vasfını bozabilecek unsurlar taşımayan PEFC standartlarındaki ambalajlar, tabii ve sıhhidir. Dolayısıyla ambalaj da tabii olmak zorundadır. İnsanı kısır ve kanser eden bir ambalaja konulmuş bir gıda diğer şartları taşısa dahi insan bu ürüne nasıl helal sertifikası verebilir? Bu ürüne nasıl olurda organik denilebilir?
Böyle bir ürün bulmak kolay mı? Elbette değil. İkinci soru şu: Cennet kolay mı? “Benim için kolay” diyen varsa, -muhakkak vardır- onlara sözümüz yok. Onlar dilediklerini yiyip içebilirler. Ama Allâh’ın (cc) emirlerine saygılı olanlar bu hususta namaza, oruca, hacca verdikleri ehemmiyet kadar ve hatta daha fazlasını vermek zorundalar.
Çözüm bizim elimizde. Biz neyi alırsak, onu satarlar. Biz almaksak ve isteklerimizi sıralarsak, satıcı onu bulup getirmek zorunda! Biz değişmeden insanlar da, ürünler de değişmeyecek. Sıhhat durduk yere bozulmadığı gibi, durduk yere de düzelmez. İlk ilkemiz Allâh’ın (cc) talebi, ikincisi ise bizim gayretimiz. Biz bir adım atınca, Allah dağları, insanları, devletleri emrimize verir. Siz hiç yiyip içmesine riayet etmeden kemal sıfatlara erişmiş bir derviş, arif bir zat duydunuz mu?
Konuyu, kışın mutlaka yiyip içmemiz gereken, bal, pekmez, tahin türü gıdalardan örneklerle tamamlayalım. Tahin yerli susamdan, odun ateşinde kavrulup, taş değirmende çekilmişse, -hele ki kışın- pekmezle karıp mutlaka yemeliyiz. Bunun âlâsı ‘Bozkır Tahini’dir!
Tahinin ilacı pekmezdir. Zirai zehirler verilmeden geleneksel yetiştirilen üzümlerden geleneksel yöntemlerle, pekmez toprağı eklenip, odun ateşinde kaynatılarak yapılmışsa, bunu yiyenin doktora ve ilaca ihtiyacı olmaz.
Bala gelince... Bal da günümüzün hilekâr insanının şerrine maruz kalmış gıdalardan biri. Bal, kara kovanda üretilmiş olmalı. Yani suni petek içermemeli. Balın peteğinin tümü arı tarafından üretilmiş olmalı. Arıya ilaç, şeker ve arı yemi denilen zararlı kimyasallar yedirilmemiş olmalı. Buna biraz polen, biraz arı sütü, biraz da propolis eklediğimizde, biiznillah şifaya erişiriz.
Zor soru şu: Bu gıdaları nereden buluruz? Hz. Muhammed’in (sav) ümmeti olsak da, O (sav)’in kurduğu Medine Pazarı’nın bir benzeri artık olmadığına göre, hepimize araştırmak düşüyor. Ama size bir kısa yol tarif edeyim. Geleneksel.com.tr’yi ziyaret edin...
Kemal Özer (Ocak 2017)
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak