Ara

İstişâre Yönteminin İşlevsel Kılınması

İstişâre Yönteminin İşlevsel Kılınması

Sözlük anlamıyla fikir edinme, bir bilene sorma, fikir teātîsinde bulunma gibi mānâlara gelen istişâre; ıstılâh olarak iki ya da daha fazla kişinin, birey ya da toplumu ilgilendiren bir problemi tartışmak sûretiyle çözmeye çalışmalarıdır. Âyet-i kerîmedeki; “Habîbim! Allah tarafından bir rahmetle onlara yumuşak davrandın. Sert, katı kalpli olsaydın, kesinlikle çevrenden dağılıp giderlerdi. Haydi onları affet, onlar için bağışlanma dile ve işlerde onlarla istişâre et. Karar verdiğinde de Allâh’a güvenip dayan. Çünkü Allah, kendisine güvenip dayananları sever.”[1] ilâhî hitâbını şiār edinen İslâm medeniyetinde istişâre konusu büyük değer ifâde etmektedir. Bir diğer âyet-i kerîmedeki; “Onlar, Rablerinin dâvetine icâbet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında istişâre iledir. Onlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.”[2] hatırlatmaları, danışarak iş yapmayı mü’minlerin va­sıflarından biri olarak dile getirmekte, İslâm’ın istişâre konusuna ne kadar önem verdiğini göstermektedir.

Âyet-i kerîmedeki “onların işleri” ifâdesi, istişârenin belli bir zümreyi değil, toplumun tüm kesimlerini kapsadığını, sâdece belirli bir konuda değil hayâtın her alanında uygulanması tavsiye edilen bir mānevî değer olduğunu göstermektedir. 

İslâm’ın ahlâk ilkelerini en güzel şekilde hayâta yansıtan isim Peygamber Efendimiz(sav)’dir. Hz. Peygamber bir konuda görüş beyân ettiğinde Müslümanlar, farklı bir düşünceye sāhiplerse o gö­rüşün Allah’tan mı yoksa kendisinden mi olduğunu sormuşlardır. Vahiyle belirlenmemiş ve kendi karârına bırakılmış hususlarda da Peygamber Efendimiz, sürekli ashâb-ı kirâmla istişârede bulunmuştur. Ashâb-ı kirâmın çoğunluğuna āit karâra uyarak Bedir Savaşı'nda ordunun konaklama yerini değiştirmiştir. Bedir Savaşı’nda ele geçirilen esirlere nasıl muāmele edileceği husûsunda ashâb-ı kirâmla istişâre etmiş ve onlardan çıkan ortak karâra göre hareket etmiştir. Uhud savaşında şe­hirde kalıp savunma savaşı yapmayı düşündüğü halde, çoğunluğun karârına uyarak şehir dışında meydan savaşı yapılması görüşünü be­nimsemiştir.[3] Ashâbıyla yaptığı istişâre sonucu Hendek Savaşı’nda savunma hattı oluşturulmasına karar vermiştir. İstişâreye, ortak kanâate, müzâkereye ve farklı fikirlere her defasında önem veren Peygamber Efendimiz istişâre sonucu alınan kararları tâvizsiz bir şekilde uygulamıştır. Peygamber Efendimiz istişâre yaparken farklı bakış açısına, bilgiye ve uzmanlık alanına sāhip isimlerin katılımına özen göstermiştir. Onun istişâre toplantılarında katılımcılar baskı altında tutulmamış, herkes düşüncelerini dile getirme özgürlüğüne sāhip olmuştur. İstişâre meclisinde tek kişinin kendi görüşlerini dayatmasına fırsat vermemiştir. 

Müslümanlar Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra antlaşma maddelerinden duydukları memnûniyetsizliklerini izhâr etmiş, Allah Resûlü’nün “Kurbanlarınızı kesin, ihramdan çıkın, başlarınızı tıraş edin!” emrinde ağır davranmışlardı. Resûl-i Ekrem Efendimiz kızgın bir şekilde Ümmü Seleme Vâlidemizin çadırına girmişti. Ümmü Seleme Annemiz:

“- Ey Allâh’ın Resûlü, neyiniz var!” dediklerinde, Peygamber Efendimiz durumu ona şu şekilde açıklamıştır:

“- Ne kadar şaşılacak bir olay Ümmü Seleme! Ben insanlara defalarca ‘Kurbanlarınızı kesin, başlarınızı tıraş edin, ihramdan çıkın!’ diyorum. Sözümü işittikleri ve yüzüme baktıkları hâlde insanların bir tânesi bile bu hususta bana icâbet etmiyor!”

Bunun üzerine Ümmü Seleme Annemiz:

“- Ey Allâh’ın Resûlü, dediğini yapmalarını istiyorsan, sen kalk dışarı çık, onların hiçbirisiyle bir tek kelime dahî konuşmadan kurbanını kes ve berberini çağır, seni tıraş etsin! Onlar da mutlakā sana uyacaklardır.” dedi.

Pâk zevcelerinden Hz. Ümmü Seleme’nin bu tavsiyesine uyan Peygamber Efendimiz(sav) gitti ve kurbanlık devesini kesti, tıraşını oldu. Bunu gören ashâb-ı kiram da kendisine tâbi oldular ve kalkıp kurbanlarını kestiler, birbirlerini tıraş etmeye başladılar.[4]

Hz. Peygamber(sav) istişâreye çok önem verdiği için Yahudiler ve münâfık­lar, “O bir kulaktır”[5] diyerek kendisiyle alay ederlerdi. Yüce Al­lah, onların bu eleştirisine: “O, sizin için bir hayır kulağıdır. Çünkü o Allâh’a inanır, mü’minlere güvenir ve o, sizden îmân edenler için de bir rahmettir.”[6] buyurur.

Toplumsal değişim, gelişim ve kalkınma için çok önemli ve etkin bir mekanizma olarak istişârenin ortak aklı harekete geçirmesi, sağduyu esâsına dayalı olması, çoğunluğun sesi olması hedeflenmektedir. İstişâre meclisleri problemlerin yerli yerinde tesbîtine, konunun ileri düzeyde anlaşılmasına ve sorunun hızlı bir şekilde çözülmesine katkı sağlamaktadır.[7]

İşlerini aralarında istişâre eden bir topluluk, muhakkak en doğru sonuca ulaştırılır. Onlardan hiç biri kendi görüşü ile bir işe başlamaz, hattâ kendi görüşünü kusurlu görür. Sonra bir şeyi yapmaya kesin karar verince Allâh’a güvenip dayanır.

Akıldan daha iyi bir sermâye ve meşveretten daha sağlam dayanak yoktur. Zîrâ akıl, akıldan üstündür. Başarılı insan aklını yerli yerinde kullanabilen şahsiyettir. Üstün başarılar ise ancak başkalarının aklından gereğince istifâde etmek sûretiyle gerçekleşir. Bu gerçeği işâretle Peygamber Efendimiz(sav) bizlere hadîs-i şeriflerinde şu hatırlatmada bulunmaktadır: “İstihâre yapan hüsrâna uğramaz. İstişâre eden pişmân olmaz. İktisatlı olan fakîr düşmez.”[8]

İstişârede bulunmanın önemine dâir Mevlânâ şu tesbitlerini ortaya koymaktadır: “Birbirinden fikir sormak, danışmak; ayıklık, uyanıklık verir, akıllar, ak­la yardım eder. Hz. Peygamber Efendimiz; ‘Ey tedbir sāhibi kişi, bir kere de güven­diğin bir kimseye danış.’ diye buyurdu.”[9]

İstişâre etmek vâcip olmakla birlikte, o işi bilen, kendisine itimât edilen ve güvenilen bir kişi ile yapılması gerekmektedir. İhtisâsı ve o konuda tecrübesi olmayan birine görüşünü sormak, hâkimden ilaç veya hekimden hukuk dâvâsını sormaya benzer. Sorulan konu hakkında yeterli bilgisi olmayan kişinin de bilgiçlik taslayarak değerlendirmelerde bulunmaya kalkışmaması gerekir. O konuda bilgisinin olmadığını ve ehline sorulmasını söylemelidir. Böyle yapmayan kişi başkalarının güvenini kötüye kullanmış olur.[10] 

“Meşveret idrak ve akıllılık verir” diyen Mevlânâ bir başka beytinde “Eğer sırrını birine söylersen o sırra vedâ et” buyurmaktadır. Birisiyle istişârede bulunurken sırrımızı açmamız kaçınılmaz olduğuna göre, bu nasıl gerçekleşecektir? şeklindeki muhtemel bir soruya Mevlânâ şu şekilde cevap vermektedir:

“Peygamber, kapalı bir tarzda meşveret ederdi. Ashab cevap verir, düşman haberdâr olmazdı. Düşman baştan ayağı bilmesin, bir şeyi sezmesin diye reyini kapalı misâlle söylerdi. Bu misâlle murâdını anlatmış olurdu. Ağyar, suâlinden bir koku bile duymaz, hiçbir şey anlamazdı.”[11]

Mevlânâ, sır konusunda istişârenin metodunu, açıkça değil de üstü kapalı bir şekilde konuşmak şeklinde dile getirmiştir. Buna göre hedefe giden sâlikin taşıması gereken özelliklerden birisi de hedefiyle ilgili sırrında ketum olmasıdır.[12]

Fenâ fî’l-ihvân anlayışına bürünüp birlikte hareket edebilmeyi şiār edinen dervişler ortak duygu, ortak düşünce ve ortak kanâate bürünmeye çalışmışlardır. Mürîdlerin kendi başlarına buyruk hareket etmek yerine ortak akılla yaşam sürmeyi şiār edindikleri görülmektedir. Belli bir tekkenin disiplininde yetişmeye çalışan derviş öncelikli olarak rehberlerini iyi tanımak ve yol arkadaşları ile birlikte hareket etmek durumundadır. Nefislerinin hegemonyasından kurtulmaya, dergâh atmosferinin rûhuna uygun tutum ve söylemde bulunmayı başarmak durumundadırlar. Tekke disiplininde bir bilene sormak, işin uzmanına danışmak, yolun seyrini bilenlerle konuşup danışmak esastır. Dervişin şeyhiyle ya da şeyhinin uygun gördüğü halîfe, vekil ve kıdemli mürîdlerle gerek gündelik işlerini gerekse tarîkat uygulamalarını istişâre etmesi zorunluluktur. Dervişin kendine buyruk olmaktan kaçınması, kendi anlayışını dayatmaktan sakınması, ben bilirim edâsına bürünmekten uzaklaşması telkîn ve tavsiye edilmektedir. Tarîkat âdâbında dervişin bin de bilse mutlakā bir bilene danışması gerekmektedir. Tarîkat sistemi bir eğitim programıdır. Bilgili, görgülü, ârif, saygın ve mûteber bir isim olmasına rağmen mürşid-i kâmil kendini merkeze alan bir eğitim programını veya tek taraflı telkîn yöntemini değil mürîdlerinin konumlarını önceleyerek ve onları merkeze alarak terbiye usûlünü gerçekleştirir. Mürîdlerinin ne düşündüklerine, bir işin gerçekleşmesinde mürîdlerinin nasıl bir yöntem gerçekleştireceklerine özen gösterirler. Bizzat mürîdlerinin düşünce, görüş ve kanâatlerini alarak mānevî gelişime bilinçli bir şekilde katılmalarını istemektedirler.

Tekke mensupları hiyerarşik yapısı gereğince herkes kendi sorumluluk alanının hakkını vermeye çalışırdı. Şeyhin mürîdlerine verdiği zikirler, virdler ve hizbler her mürîdin durumuna göre gerçekleşmektedir. Tarîkatın ve toplumun sağlıklı yapılanmasıyla ilgili olarak şeyh mürîdlerine danışır, onların kanâatlerini alır ve sağlıklı bir karar verilmesini sağlardı. Sosyal çalışmaların planlanmasında, tekke sorumlularının belirlenmesinde, toplumsal etkinliklere katılımda, bireylerin sorunlarının çözümünde, anlaşmazlıkların giderilmesinde, gelecek planlanmasının gerçekleşmesinde tekke içi ve dışındaki kanâat erbâbının yaklaşımları alınarak yerinde tutum sergilenmesi istenirdi. Şeyh efendi açtığı tekkelere halîfelerini görevlendirdiğinde onlara, bulundukları bölgenin siyâsî, sosyal, kültürel ve yerel yetkilileriyle irtibat içerisinde, istişâreli hareketle ve bölgenin dokusuna uygun hizmet üretmelerini özellikle tembîh etmişlerdir.

[1] Âl-i İmrân 3/159

[2] Şûrâ, 42/38

[3] Demircan, 2015:48

[4] Buhārî, Şurut, 15

[5] Tevbe 9/61

[6] Tevbe 9/61

[7] Beki, 2023:31-33

[8] Heysemî, 1988:II/280

[9] Mevlânâ, Mesnevî, 1998:I/1043-1044

[10] Özköse, 2019:98

[11] Mevlânâ, Mesnevî, 1998:I/1051-1054

[12] Özköse, 2019:103

Mart 2025, sayfa no: 10-11-12-13

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak