Ara

İslâm’ın Estetik Anlayışı ve Şehirlerimiz

İslâm’ın Estetik Anlayışı ve Şehirlerimiz

İslâm diğer dinlerin aksine hayâtın her alanını kuşatan devrimci yapısıyla öne çıkar. İslâm’ın bu dünyâya bakışı oldukça net ve yalındır. Allâh’ın bir ve tek olduğunu vurgulayan tevhîd ilkesi ile bu dünyânın geçici bir konak olduğu gerçeği İslâm düşüncesinin temelini oluşturur. Kur’ân ve Sünnet bu düşünce yapısının kaynaklarıdır. Bir Müslüman için Hz. Peygamber’in (sav) sünneti, her anlamda tākip edeceği ilâhî örnekliktir. Bu sebeple geniş bir külliyat oluşturan sünnetin hayâtın hemen her alanına dâir bakış açısı belirleyicidir. Günümüz sorunlarının büyük çoğunluğu bu külliyat çerçevesinde çözümlenebilmektedir. Geriye kalan yeni sorunlar ise yine Kur’ân, Sünnet ve mezhep imamlarının görüşleri dikkate alınarak şerîatın rûhuna en uygun yorum esas alınarak icmâ yoluyla çözümlenir. İnanç, ahlâk, amel konularında olduğu gibi gündelik yaşamın tüm yönleri aynı kaynaklar dikkate alınarak tasarlanır. İslâm’ın medeniyet tasavvuru, kültürel yapısı, estetik anlayışı bu çerçevede şekillenir. Dünyânın neresinde olursa olsun kabuk farklı olsa da öz itibâriyle aynı ilkeler gözetilir. İslâm coğrafyasının şehirleri, köyleri, sokakları, yolları, altyapısı, mīmârî yapıları, evleri, âletleri ve tüm diğer maddî unsurları tevhîd ilkesini yansıtır. Çünkü İslâm’ın estetik ve mīmârî anlayışı batı toplumlarının aksine insan merkezli değil vahiy merkezlidir. Hz. Peygamber’in (sav) ilk kez Medîne’de inşâ ettiği Mescid-i Nebî İslâm mīmârîsinin nüvesidir. Merkezinde mescidin/câminin bulunduğu ve halka halka genişleyen bu şehircilik anlayışında evlerin yapı özellikleri, mahalle çeşmeleri, sebiller, köprüler, medreseler, hanlar, çarşılar, imâretler kendine özgü yapılarıyla şekillenir. Dînî mīmârînin dışındaki yapılarda sâdelik, kullanışlılık, mahremiyet esas alınır. Câmiler ve diğer dînî yapılar ise Allâh’ın (cc) ismini yüceltmek amacıyla görkemli ve sağlam eserler olarak tasarlanır.

Müslüman Estetiği

İnsan, hayâtı önce çevresinden görmeye başlar. Sokaklar, caddeler, bahçe ve parklar, şehir veya mahalleler, vâsıtalar, ikāmet ettiğimiz evler, yaşam alanlarımız, kıyâfetler ve insandan vücûda gelen her unsur bu görüş açısının içine girer. Çevreden merkeze doğru yol alan bu sıralamada insanoğlu gördüğü herşeyi kendi estetik/güzellik çerçevesinden görür ve değerlendirir. İnsanın fıtratından gelen bir hasletidir bu. Çünkü insanı diğer varlıklardan farklı kılan şey akıl ve irâde sāhibi olmasıdır. İşte bu sebepledir ki insan ilk yaşam tecrübesinden itibâren çevresini kendince düzenler ve kendi zevkleri/estetik algılamaları vechesiyle güzelleştirmeye çalışır. Fıtrî olan bu haslet sâdece tohum olarak insana verilmiştir. Bu tohumu yeşertip meyve verir bir ağaç hâline getirmek ise eğitimle mümkündür. Eğitim derken bunu sınıflarda verilen kurumsal eğitimle sınırlı tutmamak gerekiyor. Çünkü insanın estetik anlayışı daha çok içinde bulunduğu kültür ve medeniyetin dinamikleriyle beslenir. İslâm havzasında yaşayan biz Müslüman toplumlar için belirleyici olan temel estetik kaynağı Kur’ân ve sünnettir. Her ne kadar iki yüz yıldır üzerimize bir leke gibi yapışan batılılaşma sevdâsı sebebiyle medeniyetimizin izleri silinmeye çalışılsa da toplum bir şekilde aldığı her yeniliği kendi örf ve değerlerine uyarlama yolunu tercîh etmiştir. Bu durum ister istemez bulanık bir görüntü ortaya çıkarmıştır. Kimi zaman ucûbeleşmenin sınırlarına kadar varan bu kırılmalar ister istemez estetik anlayışımızı yeni baştan kurmak gereğini sorgulamamıza vesîle olmuştur. Son yıllarda yaygınlaşan çok katlı yapılaşmalar, cadde ve sokak düzenlemeleri, AVM’ler, kıyâfet alışkanlıkları bu sorgulamaların temelinde yer almaktadır. İlk kez Fransa’da ortaya çıkan apartman kültürünün nasıl olup da ülkemizde bu denli yaygınlaştığını, bir yaşam tarzı hâline geldiğini, devlet eliyle yapılan çok katlı apartmanların medeniyetimizin yapıtaşı olan “insan”ı nasıl da ötekileştirdiğini sorgulamak da bu estetik anlayışın yeniden inşâsında bizlere yol gösterecektir.

Hayat kitabı olarak gönderilen Yüce Kur’ân, “Yaşayan Kur'ân” Hz. Muhammed (sav) ile yaşadığımız hayâtın her alanında güzel olmayı, güzel yapmayı, güzeli aramayı kısaca estetik bir hayat yaşamayı öğretir bize. “Beni Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti.” buyuran Hz. Peygamber (sav): “Allah güzeldir ve güzel olanı sever” hakīkati ile Müslüman için estetik hayat tarzının niteliklerini öğretir. Kur’ân-ı Kerîm'de inanç, ibâdet ve davranışlar bir bütünün ayrılmaz parçalarıdır. Biri, diğeri olmadan eksik kalır. İç içe olmalıdır. Güzellik anlayışımızın kaynağında “Ben gizli bir hazîne idim; görmek, görünmek ve bilinmek istedim; bunun için ālemi yarattım.” Hadîs-i Kudsî’si bulunmaktadır. Aynı şekilde Peygamberimizden (sav) bize ulaşan örnekler de bu anlayışımızı şekillendirmektedir. Şöyle ki; bir cenâzeyi defnetmek üzere kazılan mezarda bir kusur görünce Peygamberimiz (sav): “Şunu düzeltin” demişti. “Biraz sonra kapanacak” dediler, “Olsun, mü’min birşeyi yaptığında Allah, onu güzel ve düzgün yapmasını ister.” buyurdular. Bu yaklaşım biz Müslümanlara hayâtı ve çevremizde olanları hangi çerçeveden değerlendirmemiz gerektiğine dâir önemli ipuçları sunmaktadır. İslâm toplumunda medeniyetin ve estetik anlayışın gelişmesinin ana motoru hiç şüphesiz ki Kur’ân-ı Kerîm'dir. ‘İslâm Medeniyetine’ “Kur’ân Medeniyeti” de denir. Medeniyet, o toplumun bilim, sanat ve kültürüdür. Kısacası, bir yaşama biçimidir. Medeniyetler târihi incelendiğinde hemen hemen bütün medeniyetlerin öncelikle aksiyon planında ortaya çıktıkları, ardından düşünce ve estetik çerçevesinde bir dünyâ ve hayat nizâmı sundukları görülür. Bir 'hareketin' medeniyet hâlini alması, düşünce ve estetik etrâfında bir dünyâ kurmasıyla mümkündür. Ancak bu evreleri tamamlayabilmiş hareketler insanlara bir hayat nizâmı sunar ve medeniyet hâline gelirler. Bu mānâda estetik, medeniyetin kimliğine ve şahsiyetine āit yapıcı bir unsurdur. İslâm medeniyeti, târihî süreç içerisinde insanlara sunduğu hayat nizâmını estetik dünyâsıyla sağlam bir zemîne oturtmuş; inşâ ettiği dünyâda insanlar estetiği hem yaşamış hem inşâ sürecine katkıda bulunarak her devirde ayrı bir zenginlikle yer almasına vesîle olmuşlardır. Medeniyetlerin vitrini mâhiyetinde kabûl edebileceğimiz estetik, insanın gündelik hayâtından edebiyata, mīmârîye, mûsikīye değin onlarca alanı düzenleyici bir unsurdur.

Yüce kitabımız Kur'ân, insandaki îmânın kemâlinde öncelikle iç güzelliği, akabinde ise dış güzelliği ister. Namaz, oruç, hac, zekât gibi ibâdetlerde ise rızā-i ilâhî ile birlikte, gerek bireysel, gerekse toplumsal güzelliklerin ortaya konmasını emreder. Kur'ân’daki güzel davranışların ifâde şekli, baştan sona hayâtın estetik olması üzerine kurguludur: “En güzel Yaratıcı, Allâh’ın güzel isimleri, en güzel kıssa, hüsnü zan’da bulunmak, güzel sabır, güzel sözlü olmak, güzel işlerde aracı olmak, güzel borç vermek, güzel örnek, güzel rızık, güzel tebliğ, anlaşmaları güzel yazmak” bunun örneklerinden sâdece birkaçıdır. Kur'ân-ı Kerîm’de estetiğin (güzelliğin) nitelikleri: Kusursuzluk, ölçü ve âhenk, simetri ve orta yol olarak ifâde edilir. Hiç şüphesiz insan “en güzel şekilde yaratılmış” olduğundan, fıtratının gereği olarak ilişkilerinde de estetik olmalıdır. Kuyumcu vitrinine kaba saba tenekeler nasıl yakışmazsa, insana da estetik olmayan hâller yakışmaz. Dünyâda gelmiş geçmiş en estetik insan, hiç şüphesiz ki Hz.Muhammed (sav)’dir. Bugün insan ilişkilerinde; kılık kıyâfet temizliği ve uyumu, yüzüne tebessümle bakmak, anlaşılır konuşmak, argodan uzak durmak, sıcak temas gibi güven verici hâller, en güzel şekli ile Hz. Peygamber'de (sav) mevcuttur. O, bütün insanlık için estetikte de bir deniz feneridir. Bu modele yakınlık, ilişkileri güzelleştirir, uzaklık ise ilişkileri bozar.

Çevresine ve Târihine Duyarlı Nesiller

Durup düşünelim. Çevremizde gördüğümüz yapılar, şehirler ve dahi insanlar... Ne kadarı yukarıda bahsetmeye çalıştığımız Müslüman estetiğini yansıtıyor? Ecdâdımız sâdece sokakları ve evleriyle değil aynı zamanda mezarlıklarıyla, bahçeleriyle, çeşmeleriyle, insana hürmeti esas alan anlayışıyla önümüzde eşsiz bir örnek olarak durmaktadır. Komşuluk ilişkilerini ortadan kaldıran, insana saygıyı hiçe sayan bir betonlaşma tüm hızıyla şehirlerimizi târumâr ederken bunların gölgesinde kalan ecdâdın mîrâsını nereye koymalıyız? “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen bir anlayıştan “Devleti yaşat ki insan yaşasın” anlayışına evrilen bir süreçtir bahsetmeye çalıştığımız. Özellikle dînî mīmârîde Yaradanın büyüklüğüne vurgu yapan, merhameti esas alan bir medeniyetin torunlarıyız. Nice kervansaray, imârethane, şifâhane, köprü, kemer, han, medrese ve nice vakıf eseri bizlere estetiğin nerede başladığını ve nerede bittiğini gösteriyor. Konuyla ilgili olarak kendisi de bir restoratör ve ecdad āşığı olan Safiyuddin Erhan Bey’in sözlerine kulak verelim: “Târih içinde birikmiş çeşitli zengin kültürümüzün açık sergisi nice değerler, kültür ihâneti sebebiyle iyi anlaşılamadığından, yeni yapılan kabirler ve yazılı taşlarında hiçbir üslup ve şahsiyet görülmeyip, kendi dedesinin mezar taşını anlayamayan, yazısını okuyamayan yabancı nesiller ortaya çıkartılmıştır. Büyük bir hâkimiyetle süren saltanatlı devrin yaşanarak ortaya çıkmış kültürünü ve eserlerini şuurla tanıyıp sāhip çıkması gereken halkımızdaki hayat tarzı, tercîh ve tamahlarındaki değişiklik sebebiyle bozulma artmış, sonradan çıkartılıp yürürlüğe konan kānun ve yönetmelikler de koruma ve sāhiplenmeye hizmet edememiştir. Bütün bu kültür erozyonu içinde, hiss-i dîniyyesinin tatmînini câmi vs. yaptırtmakta arayan kasdî veya pek çok iyi niyetli teşebbüslerle, çok kolay göz önünde taklit dahi edebilecek aslî örnekler varken eskisi yıkılarak veya yeniden hiçbir mīmârî disiplin ve üslupla bağdaşmayan câmi olduğunu iddia ettikleri garip yapılar ortaya çıkmaktadır. Hâlbuki dînini ve usûl erkânını değiştirmeyen milletlerin, ibâdethanelerinin içerisinde hissedebilecekleri mānevî mīmârî iklimi de değiştirmelerinin hiçbir gereği olmamalıdır. İslâm âsârını tetkīk eden ecânibin, eski ile yeni arasında gördükleri bu tezat karşısında ‘devlerin ülkesinde cüceler yaşamakta’ ve kıymetli eserlerin civârında gecekondular veya onları gölgeleyen katlı betonlaşmaya ‘bu eserleri yapanlar bu binâlarda oturamazlar, oturanlar da bu eserleri anlayamazlar’ şeklinde haklı tahliller yaptıklarını işitmekteyiz. ‘Allâh’ı bilmek, kendini bilmek’ esaslı bir dîne mensup olanların daha mābedinin elle tutulur gözle görülür yerlerini idrak ve tatbikten mahrum ve alâkasız hâlde, bu ekmel dînin disiplinini ne kadar anlayıp ciddîye alabildikleri üzücü ve mahcup edici bir durum olarak ortaya çıkmaktadır.” Safiyuddin Bey’in bu haklı serzenişini ecdâdın bizlere ulaşan sesi olarak okumalıyız. Burada da bahsedildiği gibi günümüz için en azından taklitle başlayan ve zamanla kendisini yeniden inşâ eden yeni bir estetik anlayışa ihtiyâcımız var. Bu estetik anlayış bizi târihimize bağlayan, dînimizin ölçülerini dikkate alan nitelikleri barındırmalıdır. Bu sağlandığı takdirde başta mīmârî kültürümüz ve şehirlerimiz olmak üzere milletimizin vücûda getirdiği tüm kültürel unsurlar batılı tesirlerden sıyrılacak ve kendi öz benliğine kavuşacaktır.

Estetik Üzerine Kaynaklar

Türkçe’de san'at ve estetik kuramları üzerine kaleme alınan eserlerin tamâmına yakınında estetikle ilgili meseleler Antik Yunan’la başlatılıp modern Avrupa medeniyetinin inşâ ettiği estetik dünyâ ile sonlandırılır. Bu çerçevede İslâm estetiği yokmuş gibi davranılır. Estetik meseleleri irdeleyen bilimsel kitapların önemli bir kısmında, ilmî bir çalışmada İslâm estetiğiyle ilgili kaynaklar dipnotta dahi zikredilmez. Bu alanda Seyyid Hüseyin Nasr, Muhammed Kutup, Markus Hattstein, L. Massignon, Robert Hillenbrand, Frithjof Schoun, Peter Delius, Titus Burckhardt'tan yapılan çeviriler ile Remzi Oğuz Arık, Süheyl Ünver, Ekrem Ayverdi, Sezer Tansuğ, Turan Koç, İhsan Fazıloğlu, Turgut Cansever, Suut Kemal Yetkin gibi yazar ve araştırmacılar tarafından kaleme alınmış pek çok eser bulunmaktadır. Özellikle felsefe alanında telif ettiği veya tercüme yaptığı eserlerin yanı sıra İslâm estetiğiyle ilgili de ciddî çalışmalar kaleme alan veya tercüme eden Turan Koç, İSAM yayınlarınca yayımlanan İslâm Estetiği adlı çalışmasıyla İslâm estetiğini bir bütün hâlinde, anlaşılır bir üslupla ortaya koymuş, böylece başta yükseköğretimde bu alanda çekilen kaynak sıkıntısına önemli bir çözüm getirmenin yanında konuya ilgi duyan herkesin okuyup anlayabileceği ve konuyu kavrayabileceği tarzda bir esere imzā atmıştır. Yazar bu kitabının önsözünde İslâm dîninin en güzel ifâdesini 'Îman', 'İslâm' ve 'İhsan' kavramlarının ifâde ettiği mānânın terkibinde bulduğunu dile getirerek bir Müslümanın davranışının onun kimliğinin İslâm boyutunu, bu davranışı niçin yaptığı îman boyutunu, nasıl yaptığının ise ihsan boyutunu ortaya koyduğunu belirtir. Böylece özellikle ihsan boyutunun İslâm'ın özüne āit bir mesele olduğunu, estetiğin bu noktadan beslendiğini vurgular: 'Îman, ihsanla güzelleşir ve görünür hâle gelir. İhsan, îmânın ahlâkī ve estetik düzeyde bir tezāhürüdür.' diyen yazar, İslâm medeniyetinin dînin ihsan boyutunun 'çiçeklenmesiyle' meydana geldiğini ifâde eder. Ele aldığı konu bağlamında 'ihsân'ı 'güzel olanı yapmak ve yaptığını sevgi ile güzel bir şekilde yapmak' biçiminde tanımlayan Koç, dînî hakīkatlerin anlatılmasının, tebliğinin bu çerçevede değerlendirilebileceğini söyleyerek, bu konuların güzel temsille, yāni dînin ihsan boyutuyla ilgili olduğunu belirtir.

Sorgulayan Bir Nesil

Temel kaynaklara dönüş ve taklit ile başlayacak olan estetik anlayışımızdaki bu atılım, her bireyin kendisini sorguladığı; giyiminden tutun ev düzenine, davranışlarından tutun iş hayâtına kadar kendisine çekidüzen verdiği bir süreçle devâm edecektir. Ecdâdın ayrıntılarda gizli olan estetik duyarlılığını anlayabilmek için zaman ayırmalı, zamanı ağırlaştırmalı, durup düşünmeliyiz. Geleceğe mîras bırakacağımız yeni bir Müslüman estetik anlayışın tohumunu atmak neden bizlere nasîp olmasın? Bu sorumluluğu bugünden tezi yok hayâta geçirmek için kendimizden başlayarak estetik çerçevemizi bir an önce yenilemeye ihtiyâcımız var.

Nisan 2022, sayfa no: 14-15-16-17-18-19

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak