‘Allah, alışverişi helâl, faizi haram kıldı’1
İnsanın yaşamını devâm ettirebilmesi için yiyecek, giyecek ve barınma gibi birtakım ihtiyaçlarını karşılaması gerekir. Bu ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için belli bir maddî imkâna sâhip olması ve bu maddî imkânı elde ettiği yolların helâl kazanç yollarından olması gerekmektedir. Allah Teâlâ birçok helâl kazanç yolu kılmıştır ki onlardan bir tânesi de ticârettir. Kâr amaçlı mal mübâdelesi mesleğine ticâret; bu mesleğin mensûbuna tâcir (çoğulu tüccâr) denir.2 Yapılan ticâret İslâmî usûllere uygun olursa helâl; olmazsa haram kazanç yolu olur. Her fırsatta bizlere helâl kazancın önemini vurgulayan dînimiz ticâretin de helâl dairesinde gerçekleşebilmesi için birtakım kurallar sıralamıştır. Peygamberimizin (sav) hayâtında yer aldığı şekliyle de ticâret önemini muhafaza eden bir başlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Nübüvvetten önce Hz. Peygamber’in (sav) ticâretle meşgûl olduğu ve insanları ticârete teşvik ettiği düşünüldüğünde kazanç yolları içinde ticâretin ayrı bir yeri olduğu hakîkatini idrâk ederiz. Hz. Peygamber’in (sav) ifâdesiyle temiz ve düzgün bir ticâretin insana mânen kazandırdığı pek çok şey vardır: ‘Doğru sözlü ve güvenilir tüccar (âhirette) peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle berâberdir.’3
Dînimizde harama bulaşmadan yapılan ticâretin nâfile ibâdetten üstün olduğu kabûl edilmiş ve haramla beslenmiş bir bedenle yapılan ibâdetlerin makbûl olmayacağı ifâde edilmiştir.4 Müslüman açısından helâl kazanç, ticârette olduğu gibi bütün kazanç yollarının olmazsa olmazı konumunda olmalıdır. Kişi başkalarına muhtaç olmadan kendine uygun bir kazanç yolu belirleyip geçimini sağlamalıdır. Hz. Peygamber (sav) kişinin kendi el emeğiyle geçimini sağlamasının çok hayırlı olduğunu söylemiş ve bu konuda Hz. Dâvûd’u (as) bizlere örnek göstermiştir. "Hiçbir kimse kendi elinin emeğinden daha hayırlı bir lokma yememiştir. Allâh’ın Peygamberi olan Dâvûd (aleyhisselâm) da kendi elinin emeğini yerdi."5
Kişinin başkasına muhtaç olmadan geçinmesi konusunda bizlere önemli uyarılarda bulunan peygamberlerden birisi de Hz. Îsâ’dır (as). Anlatıldığına göre Hz. Îsâ (as) bir kişiyi görür ve ona; ‘Ne yapıyorsun?’ diye sorar. O kimse: ‘Allâh’a (cc) ibâdet ediyorum’ der. Allâh’ın elçisi; ‘Senin geçimini kim temin ediyor?’ diye bir başka soru daha sorar. O kimse; ‘Kardeşim’ cevâbını verir. Bunun üzerine Îsâ (as), ‘O halde senin kardeşin Allâh’a (cc) senden daha çok ibâdet ediyor’6 buyurur ki O’nun (as) bu cevâbı helâlinden kazanıp helâlinden yiyip yedirebilmenin önemini bizlere gösteren bir hakîkat olarak zihinlerimizi aydınlatmaktadır.
İslâm âlimleri de ticâreti insanların aslî kazanç yolları arasında saymışlardır. Örneğin İmam Maverdî (ö.450/1058) kazanç yollarının üç olduğunu söylemiş ve bunları “ziraat, ticâret ve sanat” olarak sıralamıştır. Bir diğer İslâm âlimi İmam-ı Şâfiî (ö.204/820) ise bunlar arasında ticâretin daha ön planda yer aldığını belirmiştir.7
İslâm’a Göre Meşrû Ticâretin Prensipleri
Ticâret, İslâm’ın kurallarına göre yapıldığı takdirde meşrû sıfatını kazanabilir. İslâm’ın meşrû ticâret için öngördüğü prensiplerden bâzılarını şöyle sıralayabiliriz:
1- Müşteriyi Aldatmamak
İslâm’a göre müşterinin tecrübesizliğini veya bilgisizliğini fırsat bilip kusurlu malı kusursuzmuş gibi satmak ticâret ahlakıyla bağdaşan bir şey değildir. Nitekim bir gün Peygamberimiz (sav) pazarı dolaşırken tahıl satan birisinin yanına gelmiş, elini buğday yığınına daldırmış, altının ıslak olduğunu görünce ‘Nedir bu?’ diye sormuş. Satıcı: “Yağmur yağmıştı, ondan dolayı ıslandı” diye cevap verince Resûlullâh (sav): “Niçin o ıslak tarafı halkın görebilmesi için üste getirmedin?” diye mukâbele ettikten sonra: “Bizi aldatan bizden değildir”8 ihtârında bulunmuştur. Bu açıdan bakıldığında son kullanma târihi geçmiş, bozulmuş veya müşterinin haberi olduğu takdirde kabûl etmeyeceği bir kusûru olan ürünle müşteriyi aldatan satıcıların yukarıdaki ihtârı kulaklarına küpe etmeleri gerekmektedir. İslâm’a göre ancak kusurlu malın kusurları tam bir şekilde müşteriye ifâde edilir ve müşteri de bunu bilerek kabûl edip malı satın alırsa bu alışveriş câiz olur. ‘Alıcı ve satıcı doğru söyler, her şeyi açıkça ortaya koyarlarsa alışverişleri helâl ve mübârek olur.’9
2- Alışverişte Yalan Yere Yemîn Etmemek
Müslümanın hayâtında hiçbir zaman yer almaması gereken yalan, İslâm’ın asla tasvip etmediği bir fiildir. İslâmî açıdan kişinin ticârette de yalan söylemesi ve yalan yere yemîn etmesi kabûl edilebilir birşey değildir. Büyük günahlar arasında zikredilen yalan yere yemîn, Allâh’ın (cc) Kur’ân-ı Kerîm’de açık bir ifâdeyle nehyettiği çirkinliktir. Abdullah b. Ebî Evfa (ra); birisinin çarşıda malını sattığı sırada elindeki malı satabilmek için o mala daha önce verilmemiş bir bedeli ‘daha önce şu kadar bedel verdiler’ diye yalan yere yemîn etmesi ve bir müslüman müşteriyi bu şekilde iknâ etmeye çalışması üzerine şu âyet-i kerîmenin nâzil olduğunu haber vermiştir: ‘Allâh’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur. Allah kıyâmet günü onlarla hiç konuşmayacak ve onları tezkiye etmeyecektir. Onlar için acı bir azab vardır.’10
Dünyâyı kazanabilmek adına Allah Teâlâ’nın temiz ism-i şerîfini yalan yere yeminlerde kullanmak şuurlu bir Müslümanın yapacağı bir iş değildir. Konuyla ilgili Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmaktadır: ‘Üç kişi vardır ki, kıyâmet gününde Allah onlarla konuşmayacak, onlara (rahmet nazarıyla) bakmayacak, onları tezkiye de etmeyecektir. Ve onlar için elîm bir azab vardır.’ (Râvi diyor ki; Resûlullâh (sav) bu sözü üç defa tekrarladı.) Ebû Zer (ra); ‘Adları batsın! Umduklarına ermesinler!’ ‘Kim onlar ya Resûlullâh’ diye sorunca Resûlullâh (sav): ‘Elbisesini kibirle yerlerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan yere yemîn ederek ticâret malını fâhiş bir fiyatla satmaya çalışanlardır.’11
3- Hîleli Ölçüp Tartmamak
‘Eksik ölçüp tartanların vay hâline! Onlar insanlardan alırken tam ölçerler. Kendileri başkalarına bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçer ve tartarlar. Onlar düşünmezler mi ki büyük bir günde (hesap vermek üzere) diriltilecekler! Öyle bir gün ki insanlar o günde âlemlerin Rabbinin huzûrunda divan duracaklardır.’12
Bu konuda uyarıda bulunan dikkat çekici isimlerden birisi de Hz. Şuayb’dır (as). O (as) peygamber olarak gönderildiği Medyen halkına, Allah Teâlâ’ya kulluk ile ölçüde-tartıda hîle yapmamayı ilişkilendirerek şöyle seslenmiştir: ‘Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka tanrı yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Zîrâ ben sizi hayır (ve bolluk) içerisinde görüyorum. Bununla berâber yine de sizi kuşatacak bir günün azâbından korkuyorum. Ey kavmim, ölçerken ve tartarken adâleti yerine getirin. Halkın malına densizlik etmeyin ve yeryüzünde fesatlık yaparak fenâlık etmeyin.’13
4- İhtikâr (karaborsacılık/spekülasyon) yapmamak
Bir malı ihtiyaç olduğu halde satmayıp stoklamak ve fiyatı arttıktan sonra satmaya ‘ihtikâr/vurgunculuk’ denir. Bu hareket kısa vâdede topluma zarar vermekle berâber uzun vâdede iktisâdî istikrarsızlığa yol açabilmektedir. Bu konuda Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: ‘Karaborsacı ne fenâ bir kuldur; fiyatların düştüğünü öğrenince üzülür, yükseldiğini duyunca da sevinir.’14 ‘Pahalanması için kim bir yiyecek maddesini kırk gün saklarsa o, Allah'tan (cc) yüz çevirmiştir, Allah da ondan yüz çevirmiştir.’15
5- Müşteri Kızıştırma (Neceş) Yapmamak
Çoğunlukla malın fiyat ve sürümünü arttırmaya yönelik bir hîle şeklinde ortaya çıkan neceş İslâm’a göre haksız rekâbet çeşitlerinden biridir. Şöyle ki, bir pazarlık esnasında satıcı ile anlaşmalı olan üçüncü bir kişi (veya kişiler) sanki alıcıymış gibi devreye girerek, gerçek müşterinin verdiğinden daha yüksek bir fiyat teklif etmek sûretiyle onu yanıltır. Böylece tâlip olduğu malı başkasına kaptırmak istemeyen ilk teklif sâhibi ister istemez daha yüksek meblağ ödemek zorunda kalır. Bu durum pazarlık hâlindeyken olabileceği gibi akdin kesinleşmesinden sonra da gerçekleşebilmektedir.16 Hz. Peygamber (sav) bu konuda da bizleri uyarmıştır: ‘Bir malı alıyor görünerek kıymetini (değerini) artırmayınız.’17 ‘Neceş yapmayın. Bir kimse kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlık yapmasın.’18
6- Ticâret Allâh’ı (cc) Anmaktan Alıkoymamalıdır
‘Öyle adamlar vardır ki, ne ticâret ne de alışveriş onları Allâh’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.’19
Bir müslüman ne iş yaparsa yapsın kulluk vazîfelerini asla aksatmamalıdır. Eli kârdayken gönlü Yarda/Mevlâ’da olmalıdır. Kulluk vazîfelerini aksatmasına sebep olan işlerle meşgûliyet, dünyâyı kazanmak uğruna âhireti fedâ etmek anlamına gelmektedir. İslâm nazarında bir kimsenin ticâret sebebiyle namazlarını aksatması şöyle dursun, namazı, gönlü ticâretle meşgûl bir halde edâ etmesi bile hoş birşey değildir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî (k.s), namaz kılan bir kimsenin hem bedeni hem de rûhu ile ibâdet halinde olması gerektiğini ifâde ettikten sonra, kulun diliyle “Yalnız sana ibâdet ederim” (iyyâke na‘büdü) derken eğer aklı dükkânında, ticâretinde ise Allâh’ın (cc) ona “Yalan söyledin; bütün varlığınla bana yönelmen gerekirdi” diyeceğini belirtmiştir.20 İmâm-ı Gazâlî’nin (k.s) ifâdesiyle ‘Dünyâ pazarı âhiret pazarına engel olmamalıdır.’
Netîce olarak ifâde etmemiz gerekirse ticâretin meşrû kazanç yollarından birine dönüşebilmesi, İslâm’ın prensiplerine uygun olarak yapılmasına bağlıdır. İslâm’ın prensiplerine uygun olarak yapılan ticâreti ibâdet mâhiyetinde değerlendirmemiz mümkündür. Ticâret, bir taraftan rızkın kazanılmasına vesîleyken diğer taraftan müslümanın îmânının kalitesini göstermesi açısından önem arz eden bir konudur. Çünkü ticârette ihtiyatlı davranabilmek imtihan vesîlesidir. Bunun için; ‘Mukim zamanda komşuları, seferde yol arkadaşları, çarşıda kendisiyle alışveriş yapan kimseler o kişi hakkında övgüyle bahsediyorsa onun sâlih kimse olduğuna kanaat getirebilirsiniz’ denilmiştir.21 Hz Ömer’in (ra) yanında birisi bir kimseyi methettiğinde, Hz. Ömer (ra) methedene üç şeyi sordu: ‘Hiç sen onunla komşuluk, yolculuk veya ticâret yaptın mı?’ Adam ‘Hayır’ deyince Hz. Ömer (ra) ‘Zannedersem, sen onun mescidde Kur’ân okurken başını salladığını gördün!’ dedi. Adam: ‘Evet, Yâ Ömer! Benim gördüğüm de budur’ dedi Hz. Ömer (ra): ‘O zaman övgüde bulunma! Zîrâ ihlâs, kulun boynunda değildir’ dedi.22
İşte bir müslüman, kalbinde var olan îmânın gerektirdiği istikâmeti fiillerine dökebiliyorsa kâmil mü’min olma yolunda mesâfe katediyor demektir. Dînin emir ve yasaklarıyla kendi kişisel çıkarları karşı karşıya geldiği zaman tercihini dinden yana yapabilen mü’mine ne mutlu! İbâdetlerde ‘ihlaslıyım’ görüntüsü vermek kolaydır. Önemli olan ise ticâret gibi günlük işlerimize zerre kadar haram karıştırmamak için mücâdele vermektir ki bu da ancak kâmil mü’minlerin harcıdır.
Dipnotlar:
1 Bakara 2/275.
2 Cengiz Kallek, ‘Ticâret’, İA, İstanbul 2012, c.41, s.134.
3 Tirmizi, Büyû, 4; İbn Mace, Ticârât, 1; Dârimî, Buyû, 8.
4 Bkz. Müslim, Zekât, 65; Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 3.
5 Buhari, Büyû, 15.
6 İmam Gazali, İhyau ulum’id-din, trc. Ali Arslan, Merve Yay., İstanbul Tarihsiz, c.2, s.181.
7 Kartal, M, Abidin, R.N.’dan İktÎsâdi Prensipler, Yeni Asya Yay., İstanbul 1995, s.124.
8 Müslim, İman, 164; Ebû Davud, Büyû, 50.
9 Buharî, Büyû, 19.
10 Âl-i İmran 3/77.
11 Müslim, İman, 171.
12 Mutaffifin 83/1-6.
13 Hud 11/84-85.
14 Mecmau’z-zevaid, IV/101.
15 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.2, s.33.
16 Cengiz Kallek; Devlet ve Piyasa, Bilim ve Sanat Vakfı Yay., İstanbul 1992, s.30-33, 115.
17 Buhari, Büyü, 60; Müslim, Büyü, 13.
18 Buhari, Büyü, 58, 64, 70; Müslim, Büyü, 11.
19 Nur 24/37.
20 İbnü’l-Arabî, el-Fütûhât-ı Mekkiyye, c.VI, s.292-293.
21 Gazali, İhya, c.2, s.240.
22 Gazali, İhya, c.2, s.241.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak