Ara

İslâmî Duruş

İslâmî Duruş
“Sadaka malı eksiltmez. Allah, affeden kulunun değerini artırır. Allah rızâsı için alçak gönüllü olanı Allah yüceltir.”1 DURUŞ! Her insanın bir duruşu vardır. Bilerek bilmeyerek, isteyerek istemeyerek ortaya koyduğu, hayâtı boyunca sergilediği bir duruş… Kişiliği karakteri, kimliği, yapısı, ırkı, kanı, âilesi, okulu, eğitimi, târihi ve coğrafyasının etkisiyle şekillenen bir kişilik duruşu vardır herkesin… İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden biri, belki de en önemlisi “duruşu”dur. İnsan, duruşuyla insandır. İfâdesi, düşüncesi, tavır ve davranışları kendisine has olan duruşunu yansıtır. İnsanın; insan, hayat, dün, bugün ve gelecek anlayışı bu duruşun bir özetidir. Ekonomide, ticârette, siyâsette, eğitimde, sağlıkta, yönetimde, sosyal ilişkilerde hep karşılıklı duruş söz konusudur. Bakışınız, tebessümünüz, seçtiğiniz kelimeleriniz, selâmınız, ikrâmınız, anlayışınız sizin sosyal duruşunuzu ortaya koyar. Kişiler gibi devletlerin de birbirlerine karşı özel duruşları vardır. Bir ülkenin dış politikası, o ülkenin diğer ülkeler arasındaki duruşunu gösterir. Bu diplomatik duruş, karşılıklı saygı ve karşılıklı çıkarlar açısından ne kadar dengeli ve istikrarlı olursa dış politika da o kadar başarılı sayılır. Yöneticilerin halka tavır ve duruşu, onların “adâletli” ya da “zâlim” diye nitelendirilmelerine sebep olur. Ticâret adamının kendine özgü ticârî duruşu, öğretim üyesinin akademik duruşu, mahkemede hâkimin hukûkî duruşu onun kimliğini ve kişiliğini ortaya koyar. Her ideal, her görüş, her düşünce ve her felsefe kendine has bir duruşu sergiler. Din de böyledir. Tek ve yegâne hak din İslâm da bizden kendisine has, kendine özel bir duruş beklemektedir. Bu duruşun adı: İslâmî duruş’tur.  İSLÂMÎ DURUŞ İslâmî duruş, Müslüman’ın inandığı gibi düşünmesi, inandığı gibi yaşaması, hayâtını îmânının istikametinde şekillendirmesidir. Müslüman’ın Kur’ânî ölçüleri, nebevî ilkeleri ve İslâmî prensipleri hayâtının her sâniyesine ilmek ilmek işlemesi, hayâtını îmanla örmesidir. Hayâtını inancından, inancını hayâtından uzak düşünemeyen îman erinin her sözü, her tavrı, hattâ susması ve tebessümü bile İslâmî bir duruştur. Mü’minin hayâtı değerlendirirken İslâmî ölçülerle değerlendirmesi, hayâta îman gözüyle bakması bu duruşun bir gereğidir. Her gün mü’min durur Allâh’ın huzuruna… Günde beş defa onun “kulluk duruşu”dur bu… Ömür boyu her gün tekrarlanır bu duruş… Kulun îmânı tâzelenir her gün… “Allâh’ın Kulu” olma şuuru Müslüman’ın günlük hayâtında ona bambaşka bir kişilik, yepyeni bir duruş kazandırır. Bu “kardeşlik duruşu”dur. Kin, intikam, kıskançlık, benlik, bencillik, gurur, egoizm gider hayâtından. Kardeş görür inananları, kardeşçe muamele eder din kardeşlerine… Bu duruşu sergileyen Müslüman affedici, hoşgörülü ve alçakgönüllü olur. Onun din kardeşine kardeşçe duruşu onu yücelten “mütevâzı duruşu”dur. “Allah affeden kulunun değerini artırır. Allah rızâsı için alçak gönüllü olanı Allah yüceltir”.2 Arefe günü Arafat’ta “vakfe”, adından da anlaşıldığı gibi apayrı bir duruştur. Allâh’ın huzurunda duâya duruş… Hayat boyu unutulmayacak mânevî bir duruş… Hacı adayı, Hz. Âdem (as)’ın yaşlı gözlerle tevbe ve niyâza duruşu gibi durur vakfeye… Gözyaşlarıyla Cenâb-ı Hakk’a “yakarış duruşu”dur Arafat duruşu… Günlük hayatta sizden beklenen bir duruş vardır. İslâm’ı bilmeniz yetmiyor. Anlamanız da yetmiyor. Hattâ şuurlu olmanız da yeterli değil… Ne yapıyorsunuz acı olaylar, yanlışlıklar ve yamukluklar karşısında? Eliniz, diliniz, gönlünüz, ne durumda? Tepkisiz, hissiz, heyecansız, duygusuz, duyarsız bir insan mısınız? Yoksa içi kaynayan, içi yanan, dertlenen, kendisinin ilâhî bir görevle, ıslah ve irşad göreviyle görevli olduğunu hisseden biri misiniz? Bizden istenen: Saf saf duruş… Gönül gönül duruş… Dik duruş, dimdik duruştur. Ele ele, gönül gönüle hedefe yürüyen insanların duruşu… Ümitsizliğe kapılmayan, yıkılmayan, aslâ yıkılmayacak olan insanların duruşu isteniyor. En son duruş “kıyâmet duruşu”dur. Bu duruş, Allâh’ın huzurunda hesap verme duruşudur. Bu duruş, hadîs-i şerifte şöyle ifâde edilmektedir: "Sizden hiçbir kimse yok ki, mahşer günü Rabbi onunla konuşacak olmasın. O gün Rabbi ile kendisi arasında hiçbir tercüman bulunmaz. Kul, sağına bakar, önceden sunduğu amelini görür. Önüne bakar. Tam gözünün önünde Cehennemi görür. Bir hurma parçası sadaka vermek ile olsun, Cehennemden sakının.”3 Âhiret günü, Müslüman’ın her an hatırındadır. Müslüman, kendi amellerini, olayları ve kişileri değerlendirirken dâimâ kıyâmette Allâh’ın huzûrundaki duruşu, sorgu gününü düşünür. Hayâtını bu duruşa göre düzenler. “Onları durdurun. Zîrâ onlar sorguya çekilecekler.”4 ilâhî hitâbında işâret edilen bu duruş, âhiret günü duruşudur. Bu duruş, bütün duruşların hesâba çekildiği son duruştur. Bir de zâlimlerin rezil, rüsvay, hor, hakir, ümitsiz ve bitkin bir duruşları var Allâh’ın huzûrunda… “Zâlimlerin Rabblerinin huzûrunda duruşunu bir görsen!”5 diyor Kur’ân-ı Mübîn… Kitâbımız, inançsızların ve zâlimlerin perişan duruşlarını anlatır bize… Bu anlamdaki âyetler genellikle “O zaman onların durdurulduklarını (onların duruşlarını) sen bir görsen!” diye başlar.6 BUGÜN İLKELİ BİR DURUŞA MUHTÂCIZ Bugün, İslâmî bir duruşa, İslâm’ca, Kur’ân’ca, “Müslüman’ca duruş”a muhtâcız. Olayları, kişileri, târihi coğrafyayı, siyâseti, ekonomiyi, bilimi, hayâtı, geçmişi ve geleceği değerlendirirken İslâmî bir duruş bekleniyor bizlerden… Duruşumuz onurlu, kararlı, istikrarlı, ilkeli, kısaca gerçek anlamıyla İslâmî bir duruş olmalı; bu duruş, tâvizsiz ve korkusuz bir duruş olmalıdır. Tavrımız, her vesîleyle gönlümüzdeki îman ve ihlâsı, sevgi ve şefkati ortaya koyduğumuz samîmî bir tavır olmalıdır. Kardeşlik duruşunu sergileyelim her fırsatta… Îman kardeşlerimizle yanyana duralım yeter. Arada sırada hattâ sâdece bayramlarda bile olsun, bir araya gelelim yeter. El sıkışıp birbirimize tebessüm edelim, yeter. Bu basit duruşumuz bile bizi bölmek, parçalamak ve yutmak isteyenlerin heveslerini kursaklarında bırakacaktır. Mekke’nin Fethi’nde kendisine zulmeden Kureyşlileri bile affeden Sevgi ve Rahmet Peygamberi’nin insanlığı sevgi, rahmet ve şefkatle kucaklayan engin hoşgörü anlayışına muhtâcız. O’nun kendisine zulmeden, işkence eden Mekkeli’leri affederken Kâbe’nin kapısı önünde ortaya koyduğu târihî “rahmet duruş”una muhtâcız bugün… Allah Rasûlü’nün güzîde talebeleri sahabe-i kirâmın her hâli “İslâmî duruş” için bize örnektir. Bizi Hz. Ömer’lerin münâfıklar ve kâfirler karşısındaki “tâvizsiz duruş”una; Bilâl’lerin, Ammarların, Yasirlerin Ebu Cehil’ler ve Ebu Leheb’ler karşısındaki “korkusuz duruşu”na muhtâcız… Bizler, Mekke müşrikleri tarafından îdam sehpası önünde asılmak üzere iken: -Senin yerine Muhammed’in îdâm edilmesini, senin de âilen içinde rahat bir şekilde bulunmanı temenni eder misin, Allah aşkına söyle? diye soran İslâm düşmanına karşı: -Allâh’a yemin olsun ki, Benim yerime Allah Rasûlü’nün darağacına asılması şöyle dursun; şu anda Medîne’de O’nun ayağına diken batmasına bile râzı olamam, diye haykıran ve ardından şehîd olan Zeyd b. Desine (ra) gibi şehidlerin, cihad meydanlarında ölümü gülerek karşılayan yiğitlerin, isimsiz kahramanların “cesur duruşu”na muhtâcız… Dayanılmaz ezâ ve cefâya rağmen hakkı savunan, hak yolda korku nedir bilmeyen ihlaslı mü’minlerin (I. Dünya Savaşı’nda Ruslar’a esir düşen Bediüzzaman Said Nursi’nin Rus çarı karşısında eğilmeyip dimdik duruşu gibi); zâlimler, tağutlar ve diktatörler karşısındaki “kahraman duruşu”na muhtâcız… Bizler, sükûtu ibret, kelâmı hikmet olan gönül adamlarının, alperenlerin, âriflerin “ hikmetli duruşu”na, maddeye önem vermeden dâvâsı için var gücüyle çalışan, isimleri târihe altın harflerle yazılan mücâhid âlimlerin, dâvet ve irşad erbâbının, Kur’ân ehlinin halka ve öğrencilere karşı sergiledikleri riyâdan ve istismardan uzak “ihlaslı duruşu”na muhtâcız… Şehid Seyyid Kutub’un; kendisinden af dilerse îdamdan kurtulacağını bildiren zâlim devlet başkanı Cemal Abdünnasır’a hitâben: “Bir Müslüman, bir münâfıktan af dilemez!” derken ortaya koyduğu “ilkeli duruş”una muhtâcız… ARKADAŞ! Yıllardır bu dâvâya hizmet ettiğini söyleyen sen! Şu anda nerede ve hangi konumdasın? Niçin dün berâber olduğun kardeşlerini suçluyorsun? Onlar pasif duruş sergiliyorsa senin duruşun çok mu aktif? Bana “Dâvâ kimsenin umurunda değil, herkes menfaat peşinde!” deme. Dâvâ dün senin umurunda değil miydi? Sen değiştin arkadaş. Hayâta karşı senin duruşun, bakışın değişti. O gerçek İslâmî duruşu kaybettin sen! Senin dâvâya bakışın neden bu kadar çabuk değişti? İslâm dâvâsına karşı o eski samîmî duruşunu neden kaybettin? Maddeye duyduğun bu aşırı sevgin sana ebedî âlemde ne kazandıracak, düşündün mü? Arkadaşım, bizden sâdece konuşan, sâdece suçlayan, sâdece eleştiren değil; icraat sergileyen, inandığını yaşayan, kendine has “îmânî duruş”unu ortaya koyan birer mü’min olmamız isteniyor. Soruyorum: Arkadaşım! Ne yaptın Allah için? Ne yapıyorsun Allah için? İslâm’a, Müslümanlara hizmet etme noktasında planın, programın ne, düşündün mü? Hangi meslekte olursan ol, dâvâna ve dînine hizmet edebilirsin. Yeter ki azimli, gayretli ve ümitli ol! Seni pasifize ve nötralize eden söz ve tavırlara aldırma! Yerli-yabancı din, îman, vatan düşmanları planlı ve programlı çalışırken senin onlardan daha düzenli, daha sistemli, daha planlı ve daha programlı çalışman gerekmez mi? İslâm dâvâsına karşı bu ilgisiz, kayıtsız ve duyarsız duruşun ne zaman sona erecek Allah aşkına? Kardeşim… Dünkü samîmî ve ihlâslı duruşunu tekrar kazanmaya çalış. Başkasından bekleme. Sen gayret et… Sen çalış… Fedâkâr ve vefâkâr ol. Sevgi ve şefkat elçisi ol. Sen hikmetle ve basîretle yürürsen mutlakâ senin arkandan gelenler olacaktır. Ayağa kalk artık ve samîmî bir gönülle kardeşlerini uyarmaya başla! Kum Fe-Enzir (Kalk ve Uyar!)7 Yrd. Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay  (Mayıs 2016)  Dipnotlar: [1] Müslim: Birr 69; bkz. Tirmizi: Birr: 82 2 Müslim: Birr 69: bkz. Tirmizi: Birr: 82 3 Buhari: Menakıb 25; Müslim: Zekât 67. 4 Saffat: 37/24. 5 Sebe’: 34/31. 6 (Ve-lev tera iz vükıfü..) bkz. En’am: 6/7/30; Sebe’: 34/31 7 Müddessir: 74/2.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak