Ara

İslâm’ı Anlama Noktasında Akla Modern Dayatma Modelleri ve İslâmî Açıdan Bir Bakış / Habip Öztürk

İslâm’ı Anlama Noktasında  Akla Modern Dayatma Modelleri ve İslâmî Açıdan Bir Bakış / Habip Öztürk

Allah Teâlâ, insanoğlunu yeryüzüne halifesi olarak göndermiş,1 ona sayısız nimetler ve geniş bir hareket alanı tanımıştır. Akıl ise Allâh’ın (cc) insana bahşettiği nimetlerin en önemlilerinden birisidir. İnsan, aklı sayesinde diğer mahlûkattan ayrılır ve teklife muhatap olur. Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde aklı kullanmanın önemine işâret edilmiş, cezâya veya azâba uğramış olanların bu duruma akıllarını kullanmamalarından dolayı düştükleri vurgulanmıştır: Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık.’2Kur’ân-ı Kerîm, yeryüzünde Allâh’ın (cc) varlığının birçok delili olduğunu açıklarken, bunları idrak edip ibret alabilmenin aklı kullanmaktan geçtiğini gözler önüne sermiştir: Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize O verdi. Bütün yıldızlar da O’nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.’3 Rabbimiz bu ve benzeri birçok ayette düşünen/tefekkür eden, aklını kullanan kimseler/topluluklar için varlık delillerini açıkladığını bildirmiştir.4 Kur’ân, bizlerden her konuda düşünmemizi istemektedir. ‘Akletmez misiniz?’, ‘Düşünmez misiniz?’, ‘Anlayasınız diye, akıllarını kullanmazlar’ gibi ifadeler Kur’ân’da zikredilmiş, yaratılışımızın gâyesini, Allâh’ın nimetlerini, tabiat olaylarını, geçmiş milletlerin kıssalarını, ataların/büyüklerin yanlış uygulamalarını düşünüp, hayatı ona göre şekillendirmenin gerektiği ifade edilmiştir: İşte bu Kur’ân, kendisiyle uyarılsınlar, Allâh’ın ancak tek bir ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir bildiridir.’5

Kur’ân’ın bizden istediği ‘anlaşılma ve onu akletme’ hâdisesi tekdüze/tek yönlü olarak anlaşılmamalıdır. Kur’ân’ı kendisinden öğrendiğimiz Hz. Peygamber’i (sav), O’nun yetiştirdiği sahabe-i kiramı ve günümüze kadar gelen İslâmî birikimi/kültürü göz ardı ederek yalın akılla veya başka kültür ve birikimlerden transfer edilen aklî anlayışların etkisinde kalarak Kur’ân’ı anlamaya çalışmak en basit tarifiyle yanlış yöntem ve usullerle Kur’ân’ı anlamaya çalışmak demektir. Hâlbuki mü’min, Kur’ân-akıl ilişkisinde aklı Kur’ân’ın emrine veren bir tavır sergilemelidir. Çünkü Kur’ân, bir yandan akletmeye vurgu yaparken diğer yandan da îmân ve ilgili meselelerde kalbin işlevine göndermelerde bulunmuştur. Birçok ayette düşünme eyleminin kalple ilişkilendirilmesi iman ve aşamalarının temelde aklın değil kalbin işlevi olduğunu bizlere göstermektedir. Ayrıca Kur’ân’ı aklın emrine vermek Kur’ân’ın derunî/içsel manalarını daha yolun başında devre dışı bırakmak anlamına gelmektedir. Hâlbuki Kur’ân, zahirî mânâlarının yanı sıra gönülleri fetheden ve insanları kendisine hayran bırakan derunî anlamları/mânâları ile de mucize bir kitaptır. Günümüz insanının özellikle Batı’dan transfer edilen düşünce sistemleriyle Kur’ân’a bakmaya çalışması kısır bir döngünün içerisinde kendisini bulmasına zemin hazırlamaktadır. Kur’ân’a iman edip onun hükümlerince yaşayan bir aklın onu anlaması/kavraması ne derece doğru ise, Kur’ân’a muhalif olup getirdikleriyle amel etmeyen, buna rağmen sahip olduğu aklın Kur’ân’ı en iyi şekilde anlayabileceğini savunan bir sistemin argümanlarıyla Kur’ân’a bakmak o derece yanlıştır. İslâm’a göre düşünme mekanizmasının akıldan ibaret olduğunu kabul etmek eksik/yanlış bir anlayıştır. Kur’ân, aklın düşünmedeki etkin rolüne vurgu yaparken bununla birlikte esas işlevin kalp tarafından yerine getirildiğini ifade etmektedir. Bir başka ifadeyle İslâm’a göre düşünmenin/tefekkürün ana merkezi kalptir. Bu yönüyle kalbi devre dışı bırakan aklı önceleyen ve sırf akılla idrake ulaşmayı hedefleyen yöntemler/sistemler İslâm açısından eksik ve kusurlu görülmüştür: ‘(Seni yalanlayanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.’6

VAHYE MUHALİF AKILLA İSLÂM’A BAKIŞIN ÇARPIKLIĞI

İslâm’ı anlama ve yaşamanın rehberliğini yapan akla İslâmî bakışın dışında birçok yöntem ve düşünce sistemiyle yaklaşmak mümkündür. Kur’ân’a ve Sünnet’e uymayan aklî bakış açılarının başında ‘sekülerizm’in tesirinde kalarak hareket etme metodu gelmektedir. On altıncı yüzyıldan sonra batı medeniyeti, meydana gelen yenilik ve değişimlerle, sanayi atılımları ve endüstriyel gelişimlerle farklı bir hayat anlayışını ve insan tipini ortaya çıkaracak yeni bir sürece girmiştir. Bunun neticesi olarak dinin toplum hayatından çıkarılıp birey düzeyinde yaşanmasını sağlamak ve dinin yerine salt aklı koymak gibi fikirler ortaya çıkmıştır. Bu fikirlerin başında da sekülerizm düşüncesi gelmektedir. Genel anlamda sekülerizm, ilahî temeldeki her şeye meydan okuyup insanı merkeze alan, aklı mutlaklaştıran ve aşkını reddeden modern zamanlara ait düşünceler bütünü7 olarak tanımlanabilir. Hristiyanlıktan kültürümüze girmiş olan bu düşünce akımı, İslâmî perspektiften bakılacak olursa ilahî emirleri/buyrukları ve İslâmî külliyatı bir kenara bırakıp yavaş yavaş dünyevileşmeyi ifade etmektedir. Dünyevî işlerde rahat davranmak ve ilahî otoritenin emir ve takdirlerini yok saymak suretiyle modern zamana göre bir akıl anlayışı getiren sekülerizm düşüncesiyle İslâm’ı ve Kur’ân’ı anlamak mümkün değildir.

Sekülerizm ile birlikte İslâm dünyasını etkisi altın alan başka bir akım da ‘pozitivizm’ düşüncesidir. Fransız devriminden sonra ortaya çıkan bu akım, her şeyin bilimsel bilgiye ve pozitif gerçeklere dayandığını vurgulayan, dinî ve metafizik düşünceleri tamamen saf dışı bırakan bir anlayıştır. Artık çağın, bilim ve akıl çağı olduğunu, mevcut dinlerin insanlığı gerçek medeniyet seviyesine çıkarmak için yetersiz olduğunu savunan bu düşünce sistemi, özellikle tanzimat sonrasında İslâmî düşünceye ve Osmanlı dünyasına etki etmeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak Kur’ân ayetleri bilimle tefsir edilmeye çalışılmıştır.8 Esasen İslâm bilime karşı değildir; Kur’ân’ın birçok ayetinde ilim, öğrenme, akletme ve düşünme gibi kavramların önemi vurgulanmıştır. Pozitivist bir bakış açısıyla Allâh’ın (c.c) ayetlerine dolayısıyla İslâm’a, sadece bilimsel gözlem ve deneyler ışığında bakmak, pozitif bilgiye dayanmayan hususlarını/metafizik ilkelerini yok sayarak anlamaya çalışmak İslâm’ın ve Kur’ân’ın ruhuna uymayacak bir davranışı temsil etmektedir. İnsan aklının kavrayamayacağı/ aciz kaldığı durumları bilimle açıklamak aklın ve bilimin de kabul edeceği üzere mümkün değildir. Örneğin ‘İsra ve Miraç’ hadisesini sadece akılla anlayabilmek mümkün değildir. Bu hadisenin Mekke-Kudüs ve Kudüs-Sema arasında cereyan eden hadiseleri itibariyle sadece akılla idrak edilmesi mümkün değildir. Her şeyden önce iletişimin/ulaşımın hayli zaman aldığı bir dönemde çok kısa bir süre içerisinde bu yolculuğun gerçekleştirilmesi, sonrasında mahiyetini akılla izah etmenin muhal olduğu fizik ötesi gelişmelerin/işleyişin bu yolculukta yer alması ve yolculuk neticesinde aklın müdahil olamayacağı bir surette elde edilen vahyin insanlara duyurulması gibi hususlar bu hadisenin deneyci bir bakışla anlaşılmasını imkânsız kılmaktadır. İslâm’a göre İsra ve Miraç hadisesi aklın gücünün yettiği noktaya kadar akılla, onun ötesinde kalple idrak edilmesi gereken bir süreci ifade etmektedir. Bir başka ifadeyle bu hadise bilimsel gözlemin unsuru olan aklın değil imanî sürecin baş aktörü olan kalbin bir meselesidir.9 Örnekte görüldüğü gibi İslâm’a bu açıdan bakmak İslâm’ın ruhunu yansıtmayacağı gibi batının İslâm’ı tekdüze/sıradan ve tahrip olmuş diğer dinlerle/anlayışlarla denk gösterme gayretine zemin hazırlamaktadır. Terazisi Kur’ân ve Sünnet olmayan diğer anlayışlarda olduğu gibi pozitivizmin de İslâm’ı anlama noktasında ölçü kabul edilmesi mümkün görünmemektedir.

Komünist’ ve ‘Kapitalist’ yönetimlerin meşruiyet kaynağı olan ‘Materyalizm’ iseher şeyin merkezine maddeyi koyan ve Müslüman düşünürleri bir şekilde etkileyen diğer bir menfî yaklaşımdır. Var olan her şeyin maddeden ibaret olduğunu, maddeden bağımsız fizik ötesi bir alanın (metafizik) bulunmadığını, bilinç, duygu, düşünce gibi unsurların maddeden kaynaklandığını, olup biten her şeyin sadece maddî sebeplerle açıklanabileceğini, sonuç olarak tabiatüstü bir gücün mevcut olmadığını ileri süren, özünde tanrıtanımaz (ateist, mülhid) doktrinler bütünü10olarak tanımlanan materyalizmin izleri günümüzde halen görülmektedir. Âlemi sadece beş duyu organlarıyla müşahede etmeye ve anlamaya çalışan bu akımın müntesipleri, metafizik âlemi inkâr ederek hayatın sadece maddeden ibaret olduğunu söylemekle nefislerine ve şeytana uymaktan kaynaklanan bir dalalete/sapkınlığa düşmüşlerdir. Günümüzde materyalist düşüncenin zuhur ettiği çevrelerde bile bu düşüncenin yanlışlığına dair algılar oluşmuş ve insanlar kalplerindeki inanma ihtiyacını farklı inanış biçimlerinde aramaya başlamışlardır. İslâm’ın penceresinden baktığımızda ise hayatı sadece görünen dünyadan ibaret sanmak/saymak, insanın çok büyük bir yanılgı içerisine düşmesine sebep olmaktadır. İslâm, ahiretten ve maneviyattan soyutlanmış bir yaşamı asla tasvip etmemektedir. Böyle bir anlayışla dinîn kaynaklarına yaklaşmak ve Allâh’ın (c.c) emirlerini-yasaklarını anlamaya çalışmak doğru bir yaklaşım olarak görünmemektedir.

İslâm düşüncesini etkileyen ve İslâm’ı ehemmiyetsiz hale getirmeye çalışan bir başka anlayış da ‘Modernizm’dir. Modernizm, İslâm’ın çağın ihtiyaçlarına cevap veremediğini, günümüzde uygulanabilir yeni bir ahlâk ve din anlayışına geçilmesinin isabetli olacağını, İslâm’ın ve Sünnet’in vaz ettiği hükümlerin yerine günümüz insanının çağa hitap eden farklı bir İslâm ve Sünnet tasavvuru oluşturabileceğini savunan, adeta İslâmî geleneğe savaş açmış bir anlayıştır. Batıda yaşanan değişim ve dönüşümlerle İslâm geleneğine sızan bu akımla İslâm karşıtları, dinin yeniden yorumlanması gerektiği hususunu kültürümüze yavaş yavaş empoze etmişler ve Hz. Peygamber’den (sav) günümüze kadar herhangi bir bozulmaya maruz kalmadan gelen İslâmî geleneği bozma girişiminde bulunmuşlardır. Fakat bilinmelidir ki İslâm’a göre bütün bu olumsuz yaklaşımlar hüsrana uğrayacak, din kurumu (İslâmiyet) kıyamete dek Allâh’ın (c.c) ilâhî korumasıyla muhafaza edilecektir.11

Netice itibariyle ifade etmemiz gerekirse İslâm, evrensel bir din olmasının yanında getirdiği ahlâk ilkeleri ve koyduğu hükümlerle kıyamete kadar varlığını sürdürecek, ayetlerinde değişme ve bozulma ol(a)mayacak bir dindir. Onu anlamaya çalışırken vahyi ve sünneti, sınırları belli olan aklımızın emrine vermek yerine, aklı vahyin ve sünnetin emrine vermek daha isabetli olacaktır. Aklımızın idrak edemediği hususlarda kalbin kılavuzluğuna başvurmanın ve böyle bir hususta Allâh’ın (cc) muradını gözetmenin İslâmî bir duruş/inanış/işleyiş için temel bir unsur olduğu hakikatini hiçbir zaman göz ardı etmemeliyiz. Bedir Savaşı örneğinde olduğu gibi sayıca ve teçhizat bakımından karşısındaki ordudan kat kat üstün olan bir ordunun büyük bir yenilgi almasının nedenini sadece madde/akıl perspektifinden bakarak izah etmek mümkün değildir. Bu ve bunun gibi birçok meselede/hususta doğru netice elde edebilmek için akıl ile çözüm yolu aramaktan ziyade kalp ile iman etmek İslâmî bir tavır olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradan hareketle diyebiliriz ki İslâm’a göre insanlığı doğruya ve varmak istenilen Cennet’e götürecek olan sistem, seküler, pozitivist, materyalist ve modern aklı temsil eden düşünce sistemleri değil, bizzat Allâh’ın (cc) istediği Kur’ânî bir aklın kılavuzluğunda şekillendirilen düşünce sistemidir.

Dipnotlar:

[1] Bakara 2/30.

2 Mülk 67/10.

3 Nahl 16/12.

4 ‘Ey îmân edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.’ Âl-i İmran 3/118. Ayrıca bkz., Bakara 2/242, 269, Âl-i İmran 3/190, Ankebut 29/35.

5 İbrahim, 14/92. Hz. Peygamber (sav) de bir hadis-i şeriflerinde ‘Kişiyi ayakta tutan akıldır. Aklı olmayanın dini yoktur’ (Deylemi, 3/217; no:4629) buyurarak aklın dini sorumluluk için bir ön şart olduğuna işaret etmiştir.

6 Hac 22/46. Ayrıca bkz. Araf 7/179.

7 Ramazan Altıntaş, ‘Teolojik Sekülerleşmenin Neden Olduğu İnanç ve Davranış Problemleri’, CÜİFD, c: VI, Sayı: I, s.56-83.

8 Mehmet Bayraktar, ‘Aydınlanmanın ve Pozitivizmin İslâm’a Bakışımıza Etkisi’, Diyanet Dergi, (Mart 2009), s.23-24.

9 Bu konu hakkında kaleme alınan ‘İsra ve Miraç Gerçeği’ adlı kitap (İsrafil Balcı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2012) Kur’ân, Sünnet ve diğer İslâmî yöntemlerden ziyade önceden belirlenmiş bir hedefe ulaşmak için dizayn edilmiş bir çalışma izlenimi vermektedir. Büyük ölçüde kalbin konusu olması gereken hadise aklın konusu haline getirilmeye çalışılmış ve bu nedenle de birçok tutarsız ve İslâm’ın ruhuna uymayan tespitlere çalışmada yer verilmiştir.

10 Geniş bilgi için bkz., Aydın Topaloğlu, ‘Materyalizm’, DİA, İstanbul 2003, c. XXVIII, s.137-140.

11 Hicr 15/9

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak