Ara

İslâm’da ve Osmanlılar’da Vakıf Anlayışı

İslâm’da ve Osmanlılar’da Vakıf Anlayışı

Dinleri, dilleri ne kadar ayrı olursa olsun, vakıf mânâsını az veya çok taşıyan müesseseler, bütün milletlerde vardır. Târih boyu, hak da olsa batıl da olsa, dinsiz millet hemen hemen yok gibi olduğundan, her milletin en azından kendisine mahsus mâbedleri bulunmuştur ve mâbedler için adına vakıf denmese de, mal tahsisleri yapılmıştır. Çinliler, Hintliler, Eski Türkler, İranlılar, Keldaniler, Mısırlılar, Romalılar ve Bizanslılar da vakfı, bugünkü anladığımız mânâda olmasa bile, bilmekteydiler. Mısırlılar’a âit bir gayrimenkul vakfını gösteren belge (4. âile devrine âit) Mısır Evkaf Bakanlığı tarafından neşredilmişir. Eski Türklerden Uygurlara âit vakfiye ise, Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde mahfuzdur.1

İslâmda vakıf anlayış ve müessese olarak “Sevdiğiniz şeylerden (Allah) için harcamadıkça aslâ iyiliğe eremezsiniz. Ne harcarsanız mutlakâ Allah onu bilir.”2âyet-i kerîmesine ve Peygamber Efendimiz’in (sav): “İnsan öldüğü zaman amel defteri kapanır. Şu üç şeyi işleyenler hâriç: Sadaka-i câriye verenler, kendisinden faydalanılacak ilim bırakanlar, ana-babasına hayır duâda bulunan sâlih evlatlar yetiştirenler.”3 hadîs-i şerîfine dayanmaktadır.

İslâm’da ilk vakfı da Hz. Ömer (ra) Peygamber Efendimiz’in izniyle yapmıştır. Ömer’e (ra) Hayber arâzisinden bir parça isâbet eder. O da: “Ey Allâh’ın Rasûlü, Hayber’den bana bir arâzi kaldı. Benim şimdiye kadar ondan daha iyi bir mal elime geçmiş değil. Bana ne yapmamı emredersin?” diye sorar. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Dilersen aslını hapsedersin, onu tasadduk edersin.”Ömer de onu tasadduk etti. Satılmaması, hîbe edilmemesi, mîras bırakılmaması şartını koştu ve gelirinin fakirlere, akrabâlara, kölelere, misâfirlere ve yolculara harcanmasını istedi. Onun mütevellîliğini üzerine alan kimsenin mâruf ölçüler içersinde yemesinde ve başkasına da yedirmesinde, kendisi ondan mal edinmemek şartı ile bir vebâl olmayacaktı.4

O zaman İslâm’a göre vakıf: “Bir mülkün aynî sâhibinin mülkü hükmünde kalmak üzere menfatinin bir cihete tasadduk edilmesidir.”5

Vakıf kurmanın başlıca sebepleri; sâdece Allâh’ın rızâsına nâil olma ve O’na yakınlaşma niyetidir. Başka bir tâbir ile dünyâda hayırla yâd edilme, âhirette Hakk Teâlâ’ya yakın olmaya nâil olmak arzusudur. Vakıfların en fazîletlisi; en devamlısı, en faydalısı ve en çok ihtiyaç duyulanıdır. Nevevî: “Vakıf İslâm Dîni’nin getirdiği özelliklerindendir.” diyor. İmam Şâfiî de demiştir ki: “Câhiliye vakıf yapmamıştır. Câhiliyenin yapmış olduğu bâzı kalıcı eserler, Allâh’a yakınlaşmak için değil, övünme amaçlıdır.” Müslümanlar yapmış oldukları bütün vakıflar ile, bu hayırlı müesseseler ile sâdece Hakk Teâlâ’nın rızâsını hedeflemiş, insanların kurtuluşuna, insanların ihtiyaçlarını azaltmaya çalışmayı kutsal bir vazîfe bilmişlerdir. Bu da mensûb oldukları kudsî dînin kendilerine vermiş olduğu ulvî bir îtikâdın netîcesidir. Yukarıda geçen Hadîs-i şeriften anlaşıldığına göre; insanlar ölünce amelleri nihâyet bulur, artık amel defteri kapanır, ancak müstesnâ olan üç şeyden kapanmazlar. Bunlar; sadaka-i câriyeden, kendisiyle faydalanılan ilimden ve ana-babasına hayırlı duâlarda bulunan sâlih evlattan ibârettir. Bunlardan birine nâil olan bir mü’minin amel defteri kapanmayacaktır. Onun defterine öldükten sonra da sevaplar kaydedilecektir. Sadaka-i câriye ise vakıf demektir ki onun menfaati yeryüzünde devâm eder gider.6

Görüldüğü gibi İslâm dîninde vakıf anlayışı yaptığımız ibâdet anlayışıdır. O da “Allah için yapma” bilincidir. Bu anlayışın dışında yapılan bütün işler âhirette fayda değil zarar getirir. Bunu bilen ecdâdımız da aynı amaçla vakıf kurmuşlardır yâni onların anlayışı İslâm’ın anlayışıdır.

Osmanlı vakıflarında gâye “kurbettir”. Yâni kulun, devamlı sadaka demek olan vakıfla hayır cihetlerine yardımda bulunarak Allâh’a (cc) yaklaşması ve O’nu râzı etmesidir. Osmanlı hukukçuları bunu yâni “kurbet”i “sevap ve ibâdet kabîlinden olan her şey” diye açıklarlar. Yapılacak vakıflar Allâh’ın kullarına bir hizmet götürmeli ve bu götürülen hizmet de hem aklın hem de dînin ölçülerine göre iyi ve faydalı bir hizmet olmalıdır… Ayrıca vakfın geliri Allâh’ın kullarının ihtiyaçlarına sarf edilmelidir; yapılacak vakıflar lükse ve süse hizmet etmemelidir. Gâyesi îtibâriyle gayr-ı meşrû olan, meselâ hırsızlara, yol kesicilere ve Allâh’ın kullarına zararı olan şeylere yapılan vakıflar, İslâm’ın ve dolayısıyla da Osmanlı’nın anladığı mânâda vakıf değildir. Ayrıca Allâh’ın kulları tâbirinin de çok şumüllü olduğunu unutmayalım. Zîrâ bu tâbir sâyesinde, Müslüman ecdâdımız vakfın hacmini genişletmiş; câmilere, hastânelere, medreselere ve yollara şuradan buradan atılan kedilere, ciğer bile vakfedilmiştir.7

Kısaca İslâm’da ve Osmanlılar’da vakıf anlayışının daha iyi anlaşılması için, ecdâdımızın kurduğu bâzı vakıfların sâdece isimlerini yazmakla iktifâ edelim.

  • Kimsesiz çocuklara, öksüzlere, yetimlere, muhtaçlara yardım vakfı,
  • Cüzzamlılara, körlere, dilsizlere yardım vakıfları, akıl hastanesi ve diğer hastane vakıfları,
  • Düşmana esir düşenlerin fidyelerinin ödenerek kurtarılması vakfı,
  • Köle ve câriyelerin âzâd edilmesi, âzâd edilenlere yardımda bulunulması vakfı,
  • Fakirlerin ve kimsesizlerin cenâzelerinin kaldırılması vakfı,
  • Hamal, kayıkçı, camcı gibi ağır ve yıpratıcı işlerde çalışan işçilere ve esnafa yaşlandıkları veya sakatlanarak çalışamayacak hâle geldikleri zaman emekli aylığına benzer bir şekilde gelir tahsis edilmesi vakfı,
  • Harp mâlüllerine ve gâzîlere yardım vakfı,
  • Borçları veya müflis duruma düşmeleri sebebiyle hapsedilenlere yardım ederek hapisten kurtarılmalarını sağlamaya dönük vakıflar.

Diğer bâzı vakıf çeşitleri de şunlardır:

  • Öksüz kızlara çeyiz verilmesi,
  • Hac yolunda parasız kalanlara yardım vakfı,
  • Ticâret ve sanatta işi bozulanlara yardımda bulunulması,
  • Tohumluk temin edemeyen fakir çiftçilere tohumluk verilmesi,
  • Harp ve kıtlık halleri için ülkenin uygun yerlerine yiyecek depo edilmesi,
  • Kırdıkları çanak, çömlek gibi şeyler yüzünden hakârete uğramamaları için köle ve câriyelerin kırdıkları bu cins eşyâların bedelinin vakıfça ödenmesi amaçlarına dönük vakıflardır.

Ayrıca mahalle ve köylerde oluşturulan, hizmet alanı sınırlı “avârız vakıfları”nın o mahalle ve köy birimi içindeki halkın sosyal güvenliklerini sağlamaya yöneldikleri ve bu yönleriyle tamâmen sınırlı bir sosyal güvenlik müessesi olarak hizmet verdikleri anlaşılmaktadır. Bu vakıfların mahalle ve köylerde hastalanan fakirlerin tedâvisi ve hastalık sebebiyle kar-u kisbden âciz kalanların âilece infak ve iâşesi ve kimsesiz çocukların bakılıp gözetilmesi ve fukarâ cenâzelerinin techiz ve tekfîni gibi hizmetleri görmekteydiler.8

Dipnotlar
1 Prof. Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ, Belgeler Gerçekleri Konuşuyor, 1/118
2 Âl-i İmrân/92
3 Müslim, 1631
4 Sahih-i Buhârî Muh.Tec.Sarih Ter, 8/221
5 Ö.N.Bilmen, Hukukı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhıyye kamusu, 4/284
6 Age, 4/301
7 Akgündüz, age, 1/101
8 Prof.Dr.Faruk BEŞER, İslâm’da Sosyal Güvenlik, 190

Aralık 2019, sayfa no: 28-29-30

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak