Ara

İslâm’da Kabir ve Türbe Ziyâreti

İslâm’da Kabir ve Türbe Ziyâreti

İslâm’ın en temel konusu hiç şüphesiz tevhiddir. Tevhid ise; Allâh’ı (cc) zâtında ve sıfatlarında ‘bir’ bilmek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Allâh’a (cc) gösterilmesi gereken saygıyı, sevgiyi başka hiçbir mahlûkâta göstermemektir. Allâh’ı (cc) ulûhiyyet ve rubûbiyyet açısından eşsiz bilmek ve bunun gereklerini yerine getirmek İslâm’ın en hassas davrandığı konudur. Hâl böyle olunca tevhîde ters düşebilecek ya da tevhîdî çizgiden uzaklaştıracak her ne varsa İslâm onun karşısında durmuştur. İşte bu bağlamda bakıldığı zaman öteden beri kabir ve türbe ziyâretleri her fırsatta gündeme getirilmiş, kimileri bu ziyâretleri tevhîde ters kabûl etmiş kimisi ise bâzı esaslara uyulduğu takdirde günah olmaktan ziyâde sevap olduğunu ileri sürmüştür. Esâsen kabir/türbe ziyâretlerinin kişiye dînî açıdan bir sakınca oluşturup oluşturmaması tamâmen bilinçle alâkalı olan bir mevzûdur. Kişi bu ziyâretlerin bilincinde olur, tevhid esaslarını göz önünde bulundurursa ziyâretten fayda sağlaması mümkün olabilir.1 Bilinçsiz hareket edip tevhîdî çizgiden uzaklaşırsa işte o zaman zararla karşı karşıya kalması kaçınılmaz bir durum hâline gelebilir. 

Ülkemizde kabir denildiği zaman herhangi bir kimsenin gömüldüğü yer anlaşılır. Tanınmış insanların, pâdişahların, velîlerin, şehitlerin defnedildiği âbide görünüşlü mezarlar kümbet, türbe, yatır gibi adlarla anılmaktadır. Mezar ise “ziyâret edilen yer” mânâsına gelmektedir. Yaratılmışların en şereflisi olan insan, yaşamı boyunca nasıl değerliyse vefât ettikten sonra da -temelde insan olması hasebiyle- değerlidir. Özellikle Allâh’a (cc) îmân etmiş, müslüman olma şerefine ermiş kişinin vefâtı da en az hayâtı kadar önemlidir. Bu açıdan vefât eden bir mü’mini usûlüne uygun olarak yıkamak, kefenlemek ve kabre koymak dînî bir vazîfedir. Bir başka vazîfe ise; mü’min kardeşini ölümünden sonra terk etmemek, kabrini ziyâret etmek, ziyâretini İslâm âdâbına göre gerçekleştirmek, kabre ibret nazarlarıyla bakmak ve her dâim kabre hazırlık içerisinde olmaktır. 

İslâm’ın İlk Dönemlerinde Kabir Ziyâreti Neden Yasaktı?

Peygamberimiz (sav) İslâm’ı yeni tebliğ ettiği dönemlerde kabir ziyâretlerini yasaklamıştır. İslâmiyet’ten önce Arap yarımadasında putlara tapılıp, kabirlere secde ediliyordu. Yahudi ve Hristiyanlar da aziz olarak kabûl ettikleri bâzı kimselerin kabirlerini ibâdet yeri hâline getirmişlerdi. Allâh’ı (cc) bir bilmek ve yalnız O’na ibâdet etmekten ibâret olan İslâm dînini yeni kabûl etmiş olan insanlar; İslâmiyet’ten önceki bu alışkanlıklarını İslâm’a da aktarabilirler ve böylece tevhid inancını bozabilirler endişesiyle Peygamberimiz (sav) ilk zamanlarda kabirleri ziyâret etmeyi yasaklamıştır. Müslüman olanlar İslâmiyet’i ve O’nun tevhid inancına verdiği önemi iyice kavradıktan sonra Peygamberimiz (sav) kabirleri ziyâret etmeye izin vermiştir. Bizzat kendisi de annesi Hz. Âmine’nin, Uhud şehitlerinin ve Cennetü’l Bâkî Kabristanlığında medfun bulunan Müslümanların kabirlerini ziyâret etmiştir.2 “Ben size kabirleri ziyâret etmeyi yasaklamıştım. Fakat Peygamberiniz Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) annesinin kabrini ziyâret etmek için izin verildi. Siz de kabirleri ziyâret ediniz. Çünkü kabir ziyâreti, âhireti hatırlatır.”3

Kabir/Türbe Ziyâretinin Âdâbı

Kabir ziyâretlerinde her şeyden önce Allâh’ın (cc) rızâsını kazanmaya niyet etmeli, i’tikâdî açıdan bir yanlışa düşmemeye özen göstermeli, ibret nazarıyla bakmalı ve bugün hayatta olan bizlerin yarın o kabirlerin içinde olacağımız hakîkatini tefekkür etmelidir. Peygamberlerin, velîlerin ve şehitlerin kabirleri ziyâret edilirken son derece edepli olmalı, onları hayatta iken ziyâret ediyormuş edâsı içerisinde ziyâret etmelidir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de Allah (cc) şöyle buyurmaktadır: “Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.”4 “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allâh’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar.”5 Şehitlerin Allah (cc) katında diri olmaları nasıl mümkünse Peygamberlerin diri olmaları hayli hayli mümkündür. Çünkü Peygamberler şehitlerden üstündürler. Salih zâtların/velîlerin kabirleri bereketlenmek maksadıyla ziyâret edilebildiği gibi kabirleri uzakta bile olsa bu bereketten istifâde edebilmek için yolculuğa çıkılabilmektedir.6

Kabirdekilerin ziyâretlerine gelenleri tanıdığını ve ziyâretçinin hâllerini bildiklerini şu hadîs-i şeriflerden öğrenmekteyiz: “Herhangi bir kimse mü’min kardeşinin ziyâretine gider ve kabri yanında oturursa mutlakâ ondan hoşlanır ve selâmını alır.” “Amelleriniz ölmüş akrabâ ve aşîretinize gösterilir. Ameliniz iyi olursa sevinirler, iyi olmazsa ‘Allâh’ım onları hidâyete erdirmeden ruhlarını alma’ diye duâ ederler.”7 Mü’minlerin kabirlerini şuurlu şekilde ziyâret edebilmek husûsunda yukarıdaki hadîs-i şerifleri bilmekte fayda hâsıl olacağı kanâatindeyiz. 

Kabirleri haftada bir gün ve özellikle Cuma veya Cumartesi günlerinde ziyâret etmenin mendub olduğu bildirilmektedir.8 Vakit bulamayan kişilerin hiç olmazsa bayram günleri, vefât etmiş yakınlarının kabirlerini ziyâret etmesi güzel bir davranış olarak tavsiye edilmektedir.9Kabirleri ziyâret eden kimsenin kıbleye veya ölünün yüzüne karşı duâ edebileceği10“Es-selâmü aleyküm. Ey mü’minler yurdunun sâkinleri. Biz de inşaallah sizlere kavuşacağız. Allah’tan (cc) bizim için ve sizin için âfiyet dilerim.”11 şeklinde selâmlama yapabileceği nakledilmektedir. Türbe/kabir ziyâretlerinde mum yakmak, çaput bağlamak, adak adamak, türbede yatan zâtın adına kurban kesmek câiz görülmemektedir. Kurbanların Allah’tan (cc) başkası adına kesilmesi, kurban etinin haram olmasına sebebiyet vermektedir. Ziyâretçi kabrin başında Kur’ân okumalı ve sevâbını kabirdekilere bağışlamalıdır.12 Kabre karşı namaz kılınmamalı ve kabirlerin üzerine oturulmamalıdır. “Kabirlerin üzerine oturmayın, onlara doğru da namaz kılmayın.”13 “Sizden birinizin bir kor üzerinde oturup da o korun elbisesini yakması ve derisine işlemesi, kabir üzerine oturmasından daha hayırlıdır.”14 Kabir üzerinde bulunan yeşil otlar kopartılmamalı, ağaçlar kesilmemelidir. Ancak kurumuş ağaçlar ve otların kesilmesinde bir sakınca bulunmamaktadır.15

Türbelerle Tevessül Câiz midir?

Tevessül kelime olarak, ‘vesîle edinmek, aracı edinmek’ anlamlarına gelmektedir.16 Halk arasında daha çok, ‘…hakkı için, …yüzü suyu hürmetine’ gibi ifâdelerle kendini göstermektedir. Tevessül, Allâh’a yönelme, yakarma ve yakınlaşma için vesîle ve vâsıta aramak demektir. Tevessül, yöneliş ve yakarış kapılarından birisidir. Kur’ân’daki vesîle âyeti buna işâret etmektedir.17 “Ey îmân edenler! Allâh’a karşı gelmekten sakının, O'na yaklaşmaya vesîle arayın.”18 Kaynaklara baktığımız zaman Peygamberimizin (sav) ve sahâbesinin hayâtında tevessül örneklerini görmemiz mümkündür. Peygamberimizin tevessül ettiğine örnek olması bakımından, Ebû Talib’in eşi, Hz. Ali’nin (k.v) annesi Fatıma bint Esed’i defnederken Hz. Peygamberin (sav) şu duâsını zikretmemiz mümkündür: “Allâh’ım benim ve benden önceki peygamberlerin hakkı için (yüzü suyu hürmetine) annemden sonraki bu annemi bağışla.”19Görüldüğü üzere Peygamberimiz (sav) kendisiyle ve kendinden önceki peygamberlerle tevessülde bulunmuştur. Sahâbenin hayâtında tevessül örneği olarak Hz. Ömer’in (r.a) yağmur duâsı esnâsında Peygamberimizin (sav) amcası Hz Abbas (r.a) ile tevessül etmesini örnek verebiliriz. “Ey Allâh’ım! Şüphe yoktur ki biz Sana Nebîmiz (sav) ile tevessül eder ve Sen bize yağmur yağdırırdın. Ve şüphe yoktur ki (şimdi) biz Sana Nebîmizin (sav) amcasıyla tevessül ediyoruz. Bize yağmur yağdır. (Râvi Enes b. Mâlik (r.a): Onlara derhal yağmur yağdırıldı, demiştir.)”20 Bu tarz rivâyetleri çoğaltmamız mümkün ancak çalışmamızın hacmini büyütmemek için diğer rivâyetlere burada yer verememekteyiz. Yukarıdaki âyet ve hadislerden, tevessülün câiz olduğunu anlamamız mümkündür.

Günümüzde müslümanların türbelerle tevessülde bulunuyor olmaları bir vâkıadır. Türbe ziyâreti husûsunda olumsuz fikir beyân edenler, türbelerde bulunan zâtları tanrılaştırma ve onlardan talepte bulunma gibi lokal olayları ileri sürerler. Bunu yaygın bir sapma olarak empoze etmek doğru bir şey değildir. Zîrâ türbe ziyâreti yapan insanlardan bir kısmının yanlış hareketlerde bulunmasıyla topyekûn ‘türbe ziyâreti şirktir’ demek büsbütün haddi aşmaktır. Böyle bir iddia daha çok ‘bize Kur’ân yeter’ zihniyetine sâhip kişiler tarafından dillendirilmektedir. Oysaki günümüzde ‘bana Kur’ân yeter’ deyip Hz. Peygamberi (sav) devre dışı bırakma girişimi daha büyük bir sapmadır. Türbe ziyâretinde bulunan kişi duâsını Allâh’a (cc) yapar, dileğini Allah’tan talep eder. Bunun kabûlüne vesîle olması için Allâh’a (cc) yakınlık şerefine nâil olduğuna inandığı sâlih zâtı aracı kılar. Bu açıdan bir müslümanın türbede yatan, sâlih zât olduğuna hüsnü zanda bulunduğu kimseyle tevessül etmesinin dînen bir sakıncası olmasa gerektir. Ancak bunu yaparken aracı konumunda olan varlığı amaç hâline getirmemek, her şeyi yaratanın ve takdir edenin Allah (cc) olduğu inancını yitirmemek îmânî bir önem taşımaktadır. Türbeye değer katan sâlih zâtı bırakıp türbenin taşına-duvarına anlam yüklememek, mumlar yakıp bezler bağlamamak da başka bir önemli konudur.

SONUÇ OLARAK

Her geçen gün daha da dünyevîleşen müslümanların ölümü çok sık anması son derece önemlidir. Çünkü ölümü sık düşünmek dünyânın geçiciliğini hatırlatacak ve dünyâda ebedî kalacakmış gibi bir hırsa bürünmenin önüne geçecektir. Dikkatle bakıldığında yeryüzünde var olan fesâdın temel sebepleri arasında dünyâya aşırı bir hırsla bağlanmanın olduğu görülür. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâya çalışma arzusu, dînin birçok yasağını mübah görmeye sevk edebilir. Bu da insanın ebedî yurdu olan âhireti mahvetmesine sebep olur. İşte bu yanlışa düşmeye engel olması bakımından ‘ölümü hatırlamak’ ve ölümü hatırlamaya vesîle olması açısından fırsat buldukça kabirleri ziyâret etmek büyük önem arz etmektedir. Kişinin -vefât etmişlerse- anne-babasının kabirlerini ziyâret etmesi, hayırlı evlat olabilme çabasını devâm ettirmesi açısından takdir edilecek bir hareket olabilir. Kabir ziyâretiyle Peygamberimizin (sav) bir sünneti yerine getirileceğinden dolayı sevap kazanmak mümkündür. Ancak bu ziyâretlerin faydalı olabilmesinin, İslâm’ın öngördüğü çizgide yapılmasına bağlı olduğu unutulmamalıdır.

Dipnotlar:

1 Ömer Nasûhî Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad., Mehmet Talu, Çelik Yay. İstanbul 2002, s. 280.

2 Lütfü Şentürk, Seyfettin Yazıcı, İslam İlmihali, D.İ.B. Yay. Ankara 2010, s. 243.

3 Müslim, Cenâiz, 106; Tirmizî, Cenâiz, 60; Ebu Davud, Cenâiz, 77; İbn Mace, Cenâiz, 47; Nesaî, Cenâiz, 100.

4 Bakara, 2/154.

5 Al-i İmran, 3/169,170.

6 Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 280.

7 İbn Hacer el-Heytemî, El-Fetava'l-Kübra'l-Fıkhiyye, c.2, s 29; Ayrıca bkz., Halil Günenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, İlim Yayınları, İstanbul Tarihsiz, c.1 s. 209. 

8 Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 280.

9 Şentürk, a.g.e., s. 244.

10 Bilmen, a.g.e. s. 280; Şentürk, a.g.e., s. 244.

11 Ebû Davud, Cenâiz, 24;

12 Bkz. Heysemî, Mecmeü’z-zevâid, c.3, s. 59.

13 Müslim, Cenâiz, 97.

14 Müslim, Cenâiz, 96; İbn Mace, Cenâiz, 45; Nesaî, Cenâiz, 105.

15 Bilmen, a.g.e. s. 279.

16 Orhan Çeker, Tasavvuf Meselelerine Fıkhi Bakış, Rıhlekitap, İstanbul 2012, s. 83.

17 Hasan Kamil Yılmaz, Üç Yüz Soruda Tasavvufî Hayat, Erkam Yay. İstanbul 2014, s. 245. 

18 Maide, 5/35.

19 Taberâni, Mu’cemu’l-evsat, Kahire 1410, c.I, s.67; Ebû Nuaym, Hilye, c.III, s.121; Heysemî, Mecmeü’z-zevâid, Beyrût 1412, IX, 414.

20 Buhari, İstiska, 3 (H.No: 1010, 3710); Ayrıca bkz., Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, s. 287 (H.No: 537).

 

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak