Ara

İslâm’da İnsanlık Onuru

Prof. Dr. Kadir Özköse  Batı Medeniyeti, Aristo'nun "İnsanlar iki grup hâlinde doğarlar; birisi hizmet edilenler yâni hürler, diğeriyse hizmet edenler yâni hizmetçiler ve köleler" sözünü ölçü almıştır. Bu anlayışa karşılık İslâm Medeniyeti, insanı "en güzel şekilde yaratılmış", yeryüzünün halîfesi değerli bir varlık olarak görmektedir.   Kur’ân'a göre, bütün insanlığın kaynağı, kökü aynı olduğu gibi her insan aynı fıtrat kânunu üzere yaratılmıştır. Bu durum insanın özel değerini ve daha yaratılış itibâriyle onurlu kılındığını göstermektedir.1 Hristiyanlıktaki doğuştan günahkâr olarak dünyâya gelen insan anlayışına karşı, İslâm'da ‘fıtrat’ yâni yaratılıştaki üstün ilâhî nitelikle donatılmış insan anlayışı esastır.2   İslâm'da insanlar kânun önünde eşit sayılmışlardır.İslâm nazarında her insan Allâh’ın kuludur ve hepsi aynı tabii haklara sâhiptir. İslâmiyet sınıf farklarını kaldırmış ve bu farklara dayanan bütün gurur ve kibirleri kırmıştır... Hangi ırka, hangi sınıfa, hangi mesleğe, hangi rütbeye men­sûb olursa olsun her insan, insan olmak bakımından birta­kım eşit haklara sâhiptir. Allah katında, insanlar arasındaki üstünlük ölçüsü sâdece takvâdır.3 Hz. Peygamber (sav) de söz konusu gerçekleri Vedâ Hutbesinde şöyle ifâde buyurmuşlardır: “Ey insanlar! Rabbiniz bir, atanız birdir. Hepi­niz Âdem'den türemiş bulunuyorsunuz. Âdem ise topraktan yara­tılmıştır. Allah katında en mükerrem ve makbûl olanınız, takvâ sâhibi olan yâni Allâh’a karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Arabın Arap olmayan üzerinde herhangi bir üstünlüğü yoktur; varsa bu, takvâ yönündendir."4   Aynı kânun bütün Müslümanlara ve bâzı istisnâlar ile gayrimüslimlere de tatbîk edilir. Hırsızlık yapan itibarlı bir kadına cezâ tatbîki Kureyş'in ağırına gidiyordu. Bu cezâyı affetmesi için Hz. Peygambere çok sevdiği Üsâme b. Zeyd'i şefaatçi gönderdiler. Hz. Peygamber iltimâsı kabûl etmedi. Kalktı ve şunları söyledi: "Sizden öncekilerin mahvolmalarının sebebi şudur: İçlerinden şerefli bir kimse çalınca onu bırakır, zayıf birisi çalınca onu cezâlandırırlardı. Allâh’a yemin ederim ki Muhammed'in kızı Fatıma bile hırsızlık yapsa elini keserdim.”5   Her insanın bütün haklardan ve hürriyetlerden istifâde hakkı vardır. Her ne sûretle olursa olsun insanların hakları­na tecâvüz edip onlara haksızlık yapanlar, zâlimler grubuna girmektedir. Cenâb-ı Allah Kur'ân-ı Kerîm’in birçok âyetlerinde onları şiddetle yermiş ve onlar için büyük azaplar olduğunu bildirmiştir: "Cezâ ve kınamayı hakedenler, sâdece insanlara zulmeden ve hak hukuk tanımayıp yeryüzünde boz­gunculuk çıkaran kimselerdir. İşte onları, can yakıcı bir azap bek­liyor!"6   Hz. Peygamber (sav) de bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Birbirinize hasedlik etmeyin! Müşteri kızıştırmayın! Birbirinize buğzetmeyin! Birbirinize sırt çevirme­yin! Biriniz diğerinin pazarlığı üzerine satış yapmasın! Kardeş olun ey Allâh’ın kulları! Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez; onu yardımsız bırakmaz; onu küçümseyip hakir görmez. - Üç defa kâlbine işâret ederek- Takvâ şuradadır. Kişiye kötülük olarak Müslüman kardeşini hakir görmesi yeter. Müslümanın herşeyi, kanı, malı ve ırzı diğer Müslümana haramdır.”7   Hz. Peygamber ashâbına; "Müflis (iflâs etmiş) kimdir bilir misiniz?" diye sordu. Ashab: "Bizim aramızda müflis, hiçbir dirhemi ve eşyâsı olmayan kimsedir" dediler. Bunun üzerine Resûlullâh (sav) şöyle buyurdu: "Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki kıyâmet gününde namaz, oruç ve zekâtla gelecek; ancak şuna sövmüş, buna zinâ iftirâsında bulunmuş, bunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, diğerini de dövmüş olarak gelecek; dolayısıyla şuna-buna iyiliklerinden verilecektir. Şayet dâvâsı görülmeden iyilikleri biterse, hak sâhiplerinin günahlarından alınarak bunun üzerine yüklenecek ve sonra da o, cehenneme atılacaktır.”8   Bu hadîse göre, işlenen günah insanla ilgili maddî bir hak ise mutlaka ödemesi yapılmalıdır. Mânevî yâni kişilik haklarıyla ilgiliyse helâllik istenmelidir. Sâdece tövbe ettim demekle kul hakkının sorumluluğu ortadan kalkmaz. Kul hakkından doğan günahların ve cezâların Allah ya da devlet tarafından bağış­lanması söz konusu değildir. Kul hakkı ancak hak sâhibinin bağışlaması ile ortadan kalkabilir. Çünkü insanların hakları sâdece îmân etmekle bağışlanmaz. Bu hadîse göre, kul hakkı kişinin Cennet ya da Cehennem'e gidişinde önemli ölçüde belirleyici bir rol oynamaktadır. Çünkü Müslüman’ın temel niteliği, "eliyle ve diliyle diğer Müslümanlara zarar ver­memesidir."9 Yâni hiç kimseye hiçbir şekilde haksızlık et­memesidir.10   Bir insanın hakkını yemek, onun sosyal hayattaki itibârını düşürücü, onurunu kırıcı sözler sarfetmek veya aynı anlama gelen davranışlarda bulunmak haramdır. Çün­kü insanlar, aşağılanacak veya istenildiği zaman haklarına saygısızlık edilecek varlıklar değillerdir. Onlar, Yüce Allâh’ın üstün yetkilerle donattığı, özel görevler verdiği seçkin varlıklardır. Ayrıca, kumar, tefecilik, falcılık, hırsızlık, gaspçılık, ölçü ve tartıda hile, aldatma ve adam öldürme, hak yeme, iftirâ, alay, çekiştirme, kötü lakap takma, gıybet, kusur arama gibi tutum ve davranışlar da insanların mâne­vî şahsiyetlerini yaralamakta ve onlara zarar vermektedir.11   Birbirleriyle dâvâlı iki kişi Peygamberimizin (sav) huzûruna muhakeme olmaya gelmişler. Resûlullâh şöyle buyurur: "Ben de sizin gibi bir insanım. Siz ise bana muhakeme için geliyorsunuz. Olabilir ki biriniz delilini diğerinden eksik ifâde eder. Ben de dinlediğime göre hüküm veririm. Bundan dolayı her kimin lehine, kardeşinin hakkında birşeye hüküm verirsem ona bir ateş parçasını (hüküm) vermiş olurum."   Bunun üzerine taraf­lardan ikisi de ağladılar ve her biri “Benim hakkım arkadaşımın olsun" dedi. Resûlullâh da; "Haydi bakınız, araştırınız. Sonra kur'a atınız. Ondan sonra da birbirinizle helâlleşiniz" buyur­du.12   Hz. Ömer'in halîfeliği zamânında Şam vâlisi bir câmiyi genişletmeye karar verir ve câminin etrafındaki arsaların değerini ödeyerek istimlâk etmeye başlar. Bu arada bir Ya­hudi evini satmak istemediği için, istimlak bedeli zorla kabûl ettirilerek evinin yeri câmiye katılır. Bu muameleyi kabûl etmeyen Yahudi, vâliyi şikâyet etmek üzere Medîne'ye gider. Oraya varıp da medhini çok duyduğu Hz. Ömer'i ihtişamdan uzak, sâde kıyâfeti içinde görünce son derece şaşırır. Bu derece eski ve yamalı hırkalar içindeki birinin, Şam vâlisinden hakkını alamayacağını düşünerek geldiğine pişmân olur. Yine de şikâyetini Halîfe'ye arz eder. Halîfe şikâyet sâhibini dinledikten sonra vâliye hitâben: "Allâh’a yemin ederim ki ben Nuşirevan'dan daha âdilim" diye yazıp imzalayarak Yahudi’ye verir. Yahudi mektubu Şam vâlisine götürür. Mektubu gören vâli, Yahudi’den özür dileyerek hatâsını affettirmeye ve yaptıkla­rını telâfi etmeye çalışır. Hayretler içinde kalan Yahudi, vâlinin neden bu derece korktuğunu anlamak ister: “Bu mek­tubun mânâsını ve telâşınızın sebebini bildirirseniz hakkımı size helâl edeceğim" deyince vâli şunları söyler: “Hz. Ömer, hakkın yerini bulması için canını fedâdan çekinmez. Bu mevzûda halîfeye yardımcı olmak üzere bütün Müslümanlar söz vermişlerdir. Bu itibarla halîfenin sözü, bütün Müs­lümanların sözüdür. Hz. Ömer, Hakk’tan başka bir şeyden korkmaz. Onun yanında Müslüman, zimmî, büyük, küçük hepsi eşittir. Hz. Ömer, ‘Ben daha adâletliyim’ demekle benim hatâ ettiğime, hatâmı tashih etmem gerektiğine işâret ediyor” der.13   Kur'ân-ı Kerîm’in temel isimlerinden biri de Furkan'dır. Furkan, ‘söz ve davranışlardan hangilerinin iyi veya kötü olduğunu belirten değerler ölçüsünü belirleyen kitap’ anla­mına gelmektedir. Bu anlamda Kur'ân'ın ihtivâ ettiği mesa­jın modern dünyâ için vazgeçilmez olduğunu isbât etmenin bir yolu da, günümüz mükemmellik ölçüleri olan değerleri ve idealleri birer birer ele almaktır. Bu değerler sağduyusu­nu yitirmemiş çağdaş insanlığın aydın kesimi tarafından kabûl edilmiş ve desteklenmiştir. Bu değerlerin kaynağı hiç şüphesiz ilâhî vahiydir. Nitekim önyargılardan uzak bir gözle bakıldığında, Kur’ân'ın insan hak ve onuruyla ilgili ilkelerine bugünün modern, medenî insanının algı seviyesi­nin hâlâ ulaşamadığını görmekteyiz.   Şâyet bu yüzyılda aydın kimselerin fikir birliği içinde benimsedikleri değerleri sıralayacak olsaydık şunları söyle­yebilirdik: Eşitlik ve insanların kardeşliği, Eğitim ve bilime verilen değer, Dînî müsâmahanın uygulanması, Kadının insan değeri ve erkekle olan kişisel eşitliği, Her türlü sömürü ve köleliğin ortadan kaldırılması, Emeğin değeri, İnsanlığın aynı kaynaktan geldiği, Irk ve renk ayrımının olmaması Adâletin evrensel bir değer olduğu…   Günümüz insanının bu asil gayretlerini oluşturan bu maddelerin herbiri Kur'ân'ın çeşitli emir ve öğütleriyle on dört asır önce tam anlamıyla açıklanmış, İslâm Peygamberi ve arkadaşlarının yaşamış olduğu hayatla da örneklendirilmiştir.14   Peygamberlerin gönderiliş amaçlarından birisi insana insanca yaşamayı öğretmek, insan haklarını yeryüzünde ikaame etmektir. Bütün peygamberlerin ortak yönü, insan haklarını doğal bir güvenceye almaktır. Dolayısıyla yeryüzünde insan hakları alanındaki mücâdele yeni başlamış olmayıp insanlık târihi kadar eskidir.   Hz. Peygamber, insan haklarının ikaamesi için mücâdele vermiş ve insan hakları ihlâllerine müdahale etmiştir. O’nun hayâtını, uygulamalarını ve hadislerini tetkîk ettiğimizde bu gerçeği açıkça müşâhede etmek mümkündür. Özellikle insan hakları açısından, Vedâ Hutbesi15 ve Medîne vesîkası16 başlı başına incelenmeye ve tahlil edilmeye değer niteliktedir.17   Allah, şeref sâhibi bu varlığı kendisine muhâtab olarak aldı, onunla konuştu, ona vahyetti. Yolunu şaşırdığında ona doğru yolu bulması için kitaplar, nebîler gönderdi. İnsanlığın onuru olan peygamberlerin vazîfesi insanları onurlandırmak, değerlerine değer katmaktı. İnsan, kendisini saygın kılan insânî değerleri, erdemleri, Rabbinin ilâhî bilgisini unutmaya yüz tut­tuğunda Rabbi onun elinden tuttu, onu başıboş bırakmadı ve ona müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi.18 Nebîle­rin her biri, insan onurunun şerefli bir madalya gibi göğüste nasıl taşınacağını insanlığa öğretti: Rabbine sadâkat gösterip tevekkül imtihanını başarıyla ge­çen İbrâhim, onurluydu. Kenan ilinde Ya’kûb, sabırla evlâdını beklerken onurluydu. Kuyulara atıldığında, iffetini koruduğunda, zindanla sınan­dığında Yûsuf, onurluydu. Her ibtilâya O'ndan(cc) geldi diye sabrederken Eyyûb, onur­luydu. Yüreğindeki îmanla tûfanlara göğüs geren Nûh, onurluydu. Kavminin aşırılıklarıyla mücâdele ederken denizleri yırtan Mûsâ, onurluydu... Zîrâ insan onuru, insanlığın öncüsü pey­gamberlerin şahsında yüceltiliyordu.   Allâh’ın elçilerinin her biri; insanın hayat mücâdelesin­de onurunu koruyarak yaşayabilmesi için îman, takvâ, iyilik, ahlâk, adâlet, sadâkat, merhamet, iffet, sabır, hayâ, tevâzû ve hulâsa insanı insan yapan tüm erdemleri kuşanarak onların yollarını aydınlattılar.   Nihâyet insanlık, nübüvvetin son temsilcisi, Hâtemü'n-Nebî, insanlar için yollarını aydınlatan bir kandil, sirâc-ı münîr olan19 Muhammed Mustafâ ile şereflendirildi; o nurla onurlandı.   Tıpkı gecenin en karanlık ânından sonra gün ağarması gibi, insanların köle olup pazarlarda satıldığı, çocukların kızgın kumla­ra gömüldüğü, cehâletin her türlüsü ile insanlığın can çekiştiği o câhiliye çağında, o nurla aydınlanıverdi yerler ve gökler... O nûr, kendisine ve Rabbine yabancılaşan insanlığa tekrar insan olduğunu hatırlattı. Oysa İslâm'dan önce insanı insan yapan değerler, onu onurlandıran hasletler ne kadar farklıydı!20   Dipnotlar: [1] Musa Bilgiz, Kur’an’daİnsanlık Onuru, Fecr Yayınları, Ankara 2012, s. 59. 2 Rum, 30/30. 3 Hucurat, 49/13. 4 Mustafa Asım Köksal, İslam Tarihi -Medine Devri-, Şamil Yayınevi, İstanbul 1987, c. X, s. 306. 5 Buhârî, Enbiya 54, Megazi 53, Hudûd 11,12; Müslim, Hudûd 8, 9; Ebu Davud, Hudud 4; Tirmizî, Hudud 6; Nesâî, Sârik 6; İbn Mâce, Hudud 6. 6 Şura, 42/42. 7 Müslim, Birr 32. 8 Buhârî, Mezâlim 10; Müslim, Birr, 59; Tirmizî, Kıyâme, 2. 9 Buhârî, İman 4,5. 10 Musa Bilgiz, Kur’an’daİnsanlık Onuru, Fecr Yayınları, Ankara 2012, s. 62-63. 11 Bakara, 2/188; Nisa, 4/29-30; Hucurat, 49/11-12. 12 Müslim, Akdiye, 4,5; Buhârî, Mezalim, 16. 13 Yaşar Kandemir, Örneklerle İslam Ahlakı, Nesil Yayınları, İstanbul 1979, s. 114. 14 Musa Bilgiz, Kur’an’daİnsanlık Onuru, Fecr Yayınları, Ankara 2012, s. 13. 15 Vedâ hutbesinin metni ve kaynakları için bk. Muhammed Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye, sh., 379 vd., trc., Vecdi Akyüz, Kitabevi Yay., İstanbul 1997. 16 Medine vesikasının maddeleri için bkz. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, trc., M. Said Mutlu, İrfan Yay, İstanbul, I, 131-134; Salih Tuğ, İslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, İrfan Yay., İstanbul 1969, s. 31-40; Ekrem Ziya Umerî, Medine Toplumu, trc. Nureddin Yıldız, Risâle Yay., İst., 1992, s. 56-59. 17 Saffet Sancaklı, “Hz. Peygamber ve İnsan Hakları”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, III (2003), Sayı: 2, s. 23-24. 18 Bakara, 2/213. 19 Ahzâb, 33/45-46. 20 Rukiye Aydoğdu, “Onurlu Varlığın Onurla İmtihanı”, Hz. Peygamber ve İnsan Onuru, DİB Yayınları, Ankara 2013, s. 104-105.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak