Ara

İslâm’a Göre Gerçek Âlim

Dr. Ahmet Özdemir

İlk nâzil olan âyetleri “oku” emriyle başlayan İslâm dîni, ilme ve onu elde eden âlime büyük değer vermiştir. “De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sâhipleri öğüt alırlar.”[1] âyeti konuyu özetler mâhiyettedir. Bilerek îmân etmek, yaptığı ibâdetin şuurunda olarak ibâdetini yerine getirmek; alınacak sevâbı ve o ibâdetten alınacak feyzi, bereketi artıran mühim etkenlerdir. Bu gerçeği Allah Resûlü (sav) şu şekilde ifâde etmektedir: “Âlimin âbide üstünlüğü, benim, sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir.”[2] Şeytâna karşı verilecek mücâdelede de yine sâhip olunan ilim en büyük destekçi mâhiyetindedir. “Tek bir fakih, şeytâna bin âbidden daha yamandır.“[3] hadîs-i şerîfi şeytânın ilim sâhibiyle mücâdelesinde yaşayacağı zorluğu ifâde etmektedir. Çünkü ilim sâhibi bir Müslüman şeytâna nasıl karşı koyacağını bildiğinden bu konuda başarılı olmaya daha yakındır. Âlimin üstünlüğünü ortaya koyan bir diğer hadîs-i şerif ise şu şekildedir: “Kıyâmet gününde âlimlerin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılır, âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından ağır gelir.“[4] İslâm dîninde şehitliğin ne kadar yüksek bir derece olduğu mâlûmdur. Fakat âlimin şehitlerle kıyaslandığında daha büyük sevâba nâil olacağının ifâde edilmesi, ilmin ve âlimin önemini ortaya koymaktadır. İlim öğrenmek için çaba harcamak da ibâdet mesâbesindedir. O yolda ortaya konan her çabanın bir karşılığı olacaktır. “Kim ilim öğrenmek için bir yola girerse Allah onu cennete giden yollardan birine dâhil etmiş demektir. Melekler, ilim tâlibinden memnun olarak kanatlarını (üzerlerine) koyarlar. Semâvât ve yerde olanlar ve hattâ denizdeki balıklar âlim için istiğfar ederler. Âlimin âbid üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede kamerin diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasib elde etmiştir.“[5] hadîs-i şerîfi ilim için çıkılan yolun cennete giden bir yol hükmünde olacağını, atılan her adımın meleklerin duâsı ile karşılık bulacağını ifâde etmektedir. Diğer taraftan âlimin yok olması âlemin yok olması olarak kabûl edilmektedir. Bir hadîs-i şerif meâli şu şekildedir: “Allah ilmi (verdikten sonra), insanların (kâlbinden) zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ulemâyı kabzetmek sûretiyle alır. Ulemâ kabzedilir, öyle ki, tek bir âlim kalmaz. Halk da câhilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın (kendi reyleriyle) fetvâ verirler, böylece hem kendilerini hem de başkalarını dalâlete atarlar.“[6] Bu ve benzeri hadîs-i şerifler, ilmin ortadan kalkmasının başka sıkıntıları da berâberinde getireceğini, ümmetin helâkına varıncaya kadar büyük felâketlere sebep olacağını ortaya koymaktadır. Bununla birlikte her ilim sâhibini aynı kefeye koymak doğru olmaz. Onun için gerçek âlimin kim olduğunun tesbit edilmesi gerekir. Gerçek âlim, ilmiyle âmil olan ve kulluk görevini lâyıkıyla yerine getirendir. İlim, îmânı güçlendiren ve sâhibini sâlih amel işlemeye zorlayan itici bir güçtür. “Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve mü’minler, sana indirilene ve senden önce indirilene îmân ederler. O namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allâh’a ve âhiret gününe inananlar var ya, işte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz.”[7] âyet-i kerîmesi ancak ilimle amel edildiği takdirde mükâfâtın elde edileceğini haber vermektedir. Elde edilen ilim, kişiyi hakka, doğruya götürebileceği gibi bazen yanlış yollara da götürebilir. Dünyâlık menfaat yüzünden ilminin hakkını vermeyen, onu basit menfaatler uğruna hebâ eden nice ilim ehli insan vardır. Şu âyet-i kerîme bunlar için uyarı mâhiyetindedir: “O, sana Kitâb’ı indirendir. Onun (Kur’ân’ın) bâzı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşâbihdir. Kâlplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşâbih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek mânâsını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sâhipleri düşünüp anlar.”[8] Gerçek ilim sâhipleri, âyetleri yorumlarken sâdece doğru olanı ortaya çıkarmaya çalışırlar. İnsanları sapkınlığa sürüklemek için âyetleri bir koz olarak kullanmazlar. Yine âyetlerle düşüncelerini desteklemek için değil, düşüncelerini âyetler ve hadisler ekseninde oluşturmak için bir yol tâkip ederler. Aynı şekilde önceki peygamberlere tâbi olduğunu söyleyen bâzı ilim adamları ise şahsî hesapları yüzünden hem kendileri sapık yollara tevessül etmişler hem de peşlerinden giden bir çok insanın yanlışa düşmesine sebep olmuşlardır. Çünkü ilim adamı, sâdece ferdî bir kişiliğe sâhip değildir. Arkasından giden birçok insanın da sorumluluğunu taşımaktadır. O yüzden sözleri ve davranışları sâdece kendisini değil daha başka birçok insanı da ilgilendirmektedir. “Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allâh’ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesâbı çok çabuk görendir.”[9] âyet-i kerîmesi onların durumunu gözler önüne sermektedir. Âleme yön vermek gibi önemli bir görevi de üstlenen âlim, sürekli bir çaba içerisinde olmalıdır. İnsanların hidâyetine vesîle olmak için her fırsatı değerlendirmelidir. Şu hadîs-i şerif, insanların hidâyetine vesile olmanın dünyâlık metâdan daha üstün olduğunu ortaya koymaktadır: “Vallâhi, senin vesîlenle bir tek kişiye hidâyet verilmesi, senin için kıymetli develerden müteşekkil sürülerden daha hayırlıdır.“[10] Bu nedenle ilim sâhibi insan, ilmini dünyâlık bir şeyler elde etmek için değil, âhirete azık hazırlamak için kullanmalıdır. Îmandan, amelden yoksun olan her insanın bu durumundan kendisinin de sorumlu olduğu şuurunu taşımalıdır. Yine gerçek ilim adamı kendisine sorulan hiçbir soruyu geri çevirmemelidir.”Kim, bir ilimden sorulur, o da bunu ketmedip söylemezse (Kıyâmet günü) ateşten bir gem ile gemlenir.“[11] hadîs-i şerîfi ilmi gizleyenin kıyâmet gününde karşılaşacağı azâbı göstermektedir. İlmi gizlemek, onunla ilgili sorumluğunu yerine getirmemek demektir. İlminin hakkını veren ve bir âlimin üzerine düşen sorumluluğu lâyıkıyla yerine getirenlere saygı duymak, onları toplumda lâyık oldukları yerlere getirmek ümmetin önemli görevlerinden bir tânesidir.“Ey îmân edenler! Size, “Meclislerde yer açın” denildiği zaman açın ki, Allah da size genişlik versin. Size “Kalkın” denildiği zaman da kalkın ki, Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”[12] âyet-i kerimesi bu gerçeği ifâde etmektedir. Sonuç olarak gerçek âlim, ilmi dünyâlık menfaat için değil âhiret için yol azığı olarak edinen, öğrendiği her ilimle îmânı daha da güçlenen, vaktini insanların hidâyeti için kullanan, ilmini gizlemeyen kişidir.   [1] Zümer 39/9.  [2] Tirmizi, İlim 19.  [3] Tirmizi, İlim 19.  [4] Suyûti, el Câmiu’s Sağir, 10026; İbn Abdilberr, Câmiu Beyâni’l- İlm, 139.  [5] Ebu Davud, İlm 1; Tirmizi, İlm 19; İbn Mace, Mukaddime 17.  [6] Buhari, İlim 34, İ’tisam 7; Müslim, ilm 13; Tirmizi, ilm 5.  [7] Nisa 4/162.  [8] Ali İmran 3/7.  [9] Ali İmran 3/19.  [10] Ebu Davud, İlm 10; Buhari, Ashabu’n-Nebi 9; Müslim, Fedailu’l-Ashab 34.  [11] Ebu Davud, İlm 9); Tirmizi, İlim 3.  [12] Mücadele 58/11.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak