Ara

İslâm Hesaplaşmaya Değil Helalleşmeye Çağırır

İslâm Hesaplaşmaya Değil Helalleşmeye Çağırır
İnsanlığı kurtaracak kaç saadet şekli varsa yalnız İslâm’da, felaketten kurtaracak kaç yol varsa o da İslâm’da... Çünkü İslâm nimeti muhataplarla, külfeti en yakınlarla paylaşmayı emreder. Allah Rasûlü bir avuç sermayedarın elinde Arab’ı köleleştiren fâiz sistemini kaldırırken Amcası Abbas’ın fâiz alacağı ile başlamış, “Cailiyye fâizi bütünüyle kaldırılmıştır.” buyurmuştu. Kimse itiraz etmedi. Olmaz, bu, ekonominin gerçeklerine aykırı demedi. Zarar varsa en büyük zararı amcası çekecekti. Amca sustu, fâiz alacağı olan herkes de sustu. İslâm’la dünyâya eman geldi. Kan davaları son buldu. Orada yakınlarından başladı. Amcazadelerinden Rabia’nın kan davasını kaldırdı. Babalarının ya da oğullarının katillerinden intikam alacağı günü bekleyenler Allah Rasûlü (sav)’in kendi ailesinden başlayan uygulamasına teslim oldu. Hasımlar kardeş oldu. İSLÂM SORUN ÇÖZER İslâm sorun çözer. Dolayısıyla İslâmsızlık da seraba sorun demektir. Tanzimat sonrası yer yer hukuki tezahürler gösteren intelijansiyanın Batı’ya mahkûmiyeti İslâm’ın sorun çözen kimliğiyle görülmesini perdeledi. İntelijansiyanın mahkûmiyeti siyasete de hâkim olunca son bir asır sürekli sorun üretti. Dağa taşa “Ne mutlu Türküm” diye yazarak faşist unsurların, İslâm’ın ümmet hamurunda erittiği ve sadece teâruf vasıtası olduğunu ilan ettiği ırkları merkeze almalarına zemin hazırladı. İslâm’ın onu anlatmaya ehil isimler tarafından camiye hapsedilmesi, îman, ibâdet, ahlâk bağlamında değerlendirilmesi de faşist ve dinsiz anlayışların önünü sonuna kadar açtı. Çağı tanımayan bu yüzden onun yıkan ve yok eden ideolojileriyle hesaplaşamayan, hesaplaşmayı da siyasetin yetkilerini gasp olarak gören bir İslâm anlayışı zuhur etti. İslâm, İslâm’la kuşatıldı, etkisiz hale getirildi. Mademki bütün sorunların temelinde İslâm’dan uzaklaşma vardır. O halde çözüm süreci olarak terkip edilen hadise de İslâm merkeze alınarak yürütülmelidir. Fakat yüzyıllık süreçte camiye mahkûm edilen İslâm değil, Allâh Teâlâ’nın (cc) Hz. Muhammed’e (sav) indirdiği İslâm... “Çözüm Süreci”nde, eğer çözümsüzlüğe sebep olan zihniyet muhatab kabûl edilirse Millet-i İslâm bir kaostan başka bir kaosa, bir problemden başka bir probleme itilir. Irkçı anlayışların açtığı yaralar, farklı bir yerde duran fakat faşizme mahkûmiyet noktasında sorunun sahibiyle aynı olan faşist unsurlar muhatap alınarak tedavi edilemez. Müslüman Kürtler yaşadığı acıları “çare” olarak gördüğü bu yüzden teslimiyetçi bir anlayışla bağrına bastığı güruhun elleriyle tedavi edemez. Ortaya koyduğu yöntem ve ileri sürdüğü talepler itibariyle İslâm’ın ümmet yapısını reddeden, Müslüman Kürtleri laik bir cahiliyyeden faşist bir cahiliyyeye çağıran anlayış taraf kabul edilerek Müslüman Kürt kardeşlerimizi ezen yüzyıllık faşizm farklı bir ırk zaviyesinden meşrulaştırılmış olur. Hayır, bin defa, yüz bin defa hayır. Biz Türküz, Arabız, Kürdüz diyerek bölünen bu Ümmet’in faşist unsurlara teslim olmasına, bütün bunlara sessiz kalan ulemaya hayır... Komünizm, kapitalizm bugün dünyâyı yaşanmaz hâle getirdi. En büyük acıları ise bunlarla oyalanan ya da bunların ameleleri olarak istihdam edilen Müslümanlar çekti. Müslümanlar bu defa da “oy hesabıyla” kendilerine yeni acılar tattıracak “faşizme” alet olmamalılar, olamazlar. Buna ne imanları, ne vicdanları müsaade eder. Bu, Türkler için, Araplar için, Kürtler için hâsılı farklı ırkı aidiyetlere ait Ümmet-i Muhammed için aynıdır. Bir ırkı korurken diğerlerinin hukukunu gasp eden ya da İslâm zaviyesinden millet-i İslâm realitesini reddeden faşizm, insanların hak ve hukuku söz konusu olduğunda muhatap olamaz. Tarihte, bütün muzdaripler de buna şahittir. Peki, ne yapmalı? Tarihte bu meseleyi çözen sadece İslâm, sadece Allah Resûlü (sav) olduğuna göre kayıtsız ve şartsız İslâm referans alınmalı. Akan kanı hasımları kardeş yaparak İslâm çözdü. Nitekim Allah Rasûlü (sav) Medîne’ye geldiğinde, yüz yirmi yıl devâm eden bir kavga vardı. Bu kavgada babası, kardeşi, amcası öldürülen insanlar; yüreklerini “İslâm millet yapısına” açtı. Hesaplaşarak değil helalleşerek sorunları çözdü Allah Resûlü (sav). Kur’ân-ı Kerîm’in hak, adalet, insanlığı ideolojilerin bataklığından kurtarma muhtevalı âyetleri onların yüreklerine değdi, düşmanlar kardeş oldu. Bu günde sorunu o ayetler ve onların müfessir-i Ekber-i Hz. Muhammed’in (sav) buyrukları çözecek. Gazeteciler, siyâsî analistler, araştırma merkezlerinin elemanları “çözüm sürecinin” metin yazarları değil, ulemanın Kitap ve Sünnet’ten anladıklarına “tabi yorumlar” yapan taraf olmalı. Fakat ulema hayatın içine girmeli, elini değil, bedenini taşın altına koymalı. Hz. Muhammed’e (sav) ilim noktasında vâris olanlar meseleye İslâm’ı esas alarak müdâhil olmalı... Peygamber-i Ekber bu meseleyi nasıl çözdüyse ancak öyle çözebiliriz, asırlarca Türk’le Kürd’ü hangi akide kardeşçe yaşattıysa o medeniyete tabi olarak krizden çıkabiliriz demeli ve gereğini yapmalı. Âlem-i İslâm’ın kurtuluşu için Sultan Alparslan’ın çocuklarıyla Salahaddin’i Eyyubi’nin çocuklarını İla-i Kelimetullah safında birlikte mücadele etmeye çağırmalı. İnsanı yaratan da yöneten de Allah’tır. Dolayısıyla yöneten Allah (cc) insanlara, rengine, soyuna, ırkına bakmadan ortak değerler çerçevesinde onlara yaşama imkânı sunar. Buna göre beyaz kadınların çocukları siyah kadınların oğullarından üstün değildir. Amcası Ebu Leheb’e karşı Bilâl-i Habeşî’yi, Selmân-ı Fârisî’yi, Süheyb-i Rûmî’yi yanına alan; onlarla birlikte ümmet yapısı oluşturan Allah Resûlü aleyhisselam insanlığın ufkunda bu duruşuyla yeniden zuhur etmeli. Müslümanlar bu büyük zuhur için ufuklarını temizlemeli, basiretlerini açmalı... Çözüm sürecinin umudu o ufuktur. Ötesi serap, ötesi felakettir. Bunun için ilim adamları, diyânet, ilahiyat fakülteleri müdahil olmalı, risk almalı İslâm’ın ne olduğunu ve ne olmadığını süreci okuyarak ilan etmeli, sorunu tesbit ettiği gibi çözümü de müşahhas esaslar dâhilinde ortaya koymalı... Sahabe-i Kiram (ra) efendilerimiz böyle yaptılar, onlar, bir ırkın ya da kabilenin avukatı değil insanlığın kölelikten kulluğa yürüyüş davasının emir erleri oldular. İran’da, Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da sahabenin ulaştığı yerlerde Arap Yarımadasında olduğu gibi kabileler, ırklar arasında kavgalar vardı. Onlar camilere çekilip, hayattan kopmadı. Rahbani değil Rabbani oldular. İlk olarak ırkçı anlayışlarla mücadele ettiler. Gittikleri yerlere Medine’de ki İslâm kardeşliğini taşıdılar. Yesribleri “taybe” yaptılar. Onlar Allah Resûlü (sav), İslâm’dan aldıkları ruh ve mânâ ile EN KARMAŞIK SİYÂSÎ sorunları çözdüler. Üstad Necip Fazıl’in ifadesiyle iki buçuk asırlık aşk ve vecd devri itibariyle ikinci sahabe dönemi olan Osmanlı da büyük oranda aynı ideallere memur oldu. Asırlarca Afrika’ya hizmet etti ama Afrika’yı köle yapmadı. Konya’dan, Diyarbakır’dan buğdayı aldı, oraya götürdü. Osmanlı, Türk’tü, Kürt’tü, Boşnak’tı,..., ama ilim dili olarak Arapça’yı kullandı. İstanbul’un yazdığı Kitaplar Kahire’de okundu. Küçük hesapların peşine düşmeyince Allah (cc) yolunu açtı. İdeolojiler ayrılmaya, hesaplaşmaya, İslâm ittihada ve helalleşmeye çağırır. İdeolojiler sorun üretir, İslâm sorun çözer. İdeolojiler vaadeder, fakat hilafına hareket eder. Allah Rasûlü ise Rebia’nın kan davasında olduğu gibi muhataplarını yaptıklarını yaşamaya, onlara sahip çıkmaya çağırır. Zaman bunları avazı çıktığı kadar cemiyete ilan edecek mütefekkir âlimleri bekliyor. İşte böyle bir süreç sorunları çözecek... Dr. İhsan Şenocak

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak