Modernleşme süreciyle berâber bilginin kutsal, metafizik yönlerinin rafa kaldırıldığını görüyoruz. Bilginin seküler bir form kazanması, insan hayâtını da doğrudan seküler hâle getiren bir durumdur. Modern bilimin yâni bugün dünyâda hâkim olan bilgi geleneğinin kurucu medeniyeti olan batı medeniyetinin bilgiyi seküler bir zihniyetle algılamasının temel sebebi, Batı’nın aydınlanma ve Rönesans süreçleri sonrasında kazandığı dünyâ görüşünün tamâmen materyalist ve dünyevî olmasıdır. Bir toplumun dünyâ görüşü o toplumun siyâsî, iktisâdî, toplumsal gidişâtındaki yönünü tâyîn eder. Örneğin İslâm dünyâ görüşünün hâkim olduğu bir toplumda, Batı dünyâ görüşünün düşünsel nüvesi olan liberalizmin yâhut sosyalizmin uygulanabilirliği çok düşüktür.
Bu yazıda inceleyeceğimiz husus; mîlâdın 610. Yılında “Oku” emr-i ilâhîsiyle başlayan İslâm dîninin, câhiliye devri Arap toplumunun dünyâ görüşünü nasıl değiştirdiği meselesidir. İslâmiyet öncesi Arap toplumunda bir bilgi geleneğinin var olduğunu söyleyemeyiz. Fakat İslâm dînini benimsemiş olan Arap ya da gayri Arap anâsırın kısa sürede büyük bir bilgi geleneği oluşturduğunu görüyoruz. Bunun sebebinin, İslâmiyet’in mensuplarına kazandırdığı dünyâ görüşü olduğunu söyleyebiliriz.
Bir toplumda yeni bir dünyâ görüşü ihdâs etmek için, o toplumun hâl-i hazırda sâhip olduğu dünyâ görüşünü zihinlerden silmek ve zihinlerde boş kalan bu alanı doldurmak gerekir. Bu zihinsel dönüşüm sürecinin başlangıcı, toplumu oluşturan bireylere yeni dünyâ görüşünün ilkelerini öğretmektir. “Her dünyâ görüşünün temelini, varsa âlem yapısı, yoksa âlem tasavvuru oluşturur. İşte İslâm bu kavramlarla yola çıkmıştır. Âlem yapısı, İslâm dünyâ görüşünün tevhîd, peygamberlik, kıyâmet ve haşir gibi en temel unsurlarını içeren yönüdür. İslâm dünyâ görüşünün temel kavramları yalnız bunlarla sınırlı değildir.” (Açıkgenç, 2006, s. 48)
Âlem yapısı noktasında, İslâm dîninin üzerinde en çok durduğu 3 kavram şöyle sıralanabilir: 1. Tevhîd inancı. 2. Nübüvvet kurumu. 3. Âhiret inancı. İslâm dünyâ görüşünün âlem yapısındaki en temel nokta olan tevhîd inancının temelini Allâh’a îmân oluşturur. İslâm dîninde Allâh’a îmânın temelinde “ma’rifetullah” vardır ve mârifetullâhın temeli de “muhabbetullâh”a dayanır. Bakara sûresi 165. âyetinde bu husûsa şöyle temâs edilir: “İnsanlardan bazıları, Allâh’ın dışındaki varlıkları O’na ortak koşarlar ve onları sanki Allâh’ı sever gibi severler. Halbuki Allâh’a gerçekten îmân edenler, en çok Allâh’ı severler.”
“Demek ki îmânın sonucu mârifetullah ve bunun sonucu da muhabbetullah olmalıdır. Böylece Allah inancı İslâm dünyâ görüşüne işlerlik kazandırmaya başlayacaktır.” (Açıkgenç, 2006, s. 49) İbrâhîmî dinler âilesinin tevhîd inançlarının temellerine bakılacak olursa; İslâm dîninde Allâh’ı bilmek olan mârifetullâha, Hristiyanlıkta Allah sevgisine, Yahudilikte ise Allah korkusuna rastlanır. Haddizâtında İslâm dîninde, bu üçü de en kâmil seviyede ayarlanmıştır. Bir mü’min mârifetullâhı tasdîk için okurken aynı zamanda şerîata mugâyir fiillerden kaçınır ve tasavvuf vâsıtasıyla kalbini tezkiye ederek muhabbetullâha ulaşır.
İslâm dîninin âlem yapısının en önemli üç maddesini yukarıda saydık ve Allâh’a îmân bahsini açıklamaya çalıştık. İkinci madde olan Nübüvvet kurumu da ilk madde olan Allâh’a îman konusuna dayanır. Zîrâ tek ve yüce bir yaratıcıya îmân ettikten sonra, bir de onun buyruklarını tüm insanlığa tebliğ etmekle vazîfeli bir elçiye ihtiyaç duyulur.
Mâdem ki bizi yaratan olarak Allâh’a îmân ettik ve O’nun, Peygamberleri vâsıtasıyla belirlediği sınırlar içerisinde hayatlarımızı idâme etmemiz gerektiğini kabûl ettik… O zaman bu ilâhî müdâhalenin bir amacı olmalı. İşte İslâm dünyâ görüşünü oluşturan âlem yapısının en temel 3. Maddesi “âhiret inancını” böyle açıklayabiliriz. Zîrâ bu inancın toplum açısından işlevselliği bu nazar ile sağlanır ve İslâm dînini benimsemek sûretiyle bu dînin dünyâ görüşünü kazanan kimseler âhiret inancı vesîlesiyle hayatlarını hayırlı işlerde harcarlar.
İslâm dünyâ görüşü; yukarıda açıkladığımız âlem yapısını temel alarak insanları bilgi edinmeye yöneltir. Bu bağlamda Peygamber Efendimiz’in (sav) bizlere aktardığı İslâm dünyâ görüşü câhiliye toplumu olarak nitelenen Arap kabîlelerinde büyük bir etki yaratmıştır. Vahiy gelmeden önce bir hiç olan bu insanlar, vahiy geldikten sonra niçin âniden değiştiler? Onların kazandığı bu bilgi sevdâsı, sâdece 100-150 yıl gibi bir sürede bilimlerin doğmasına nasıl yol açtı? “Evet, bilimin izine bile rastlanmayan ve bilgiye ilgi duymayan bir toplumda, yirmi yıl gibi mûcizevî bir sürede -ilk vahyin geldiği 610 yılından Medîne’de bilgi geleneğinin temelinin atıldığı 630 yılına kadar- bilimsel sürecin başlangıcı olan dünyâ görüşü aşaması tamamlanmış ve muazzam bir bilgi edinme faâliyeti başlamıştır. Demek ki bilgi edinmeye müsâit olmayan bir zeminden, bilgiye dayalı bir zemîne geçilmiştir.” (Açıkgenç, 2006, s. 72)
İslâm Bilim Geleneğinin Doğuşu
“Bir bilim geleneğinden söz edebilmek için birçok bilim dalının ortaya çıkmış olması ve bu bilimlerde hiç olmazsa iki yüz yıl gibi bir süre bilimsel faâliyetlerin sürdürülüyor olması gerekir. İşte İslâm medeniyeti mûcizevî niteliğini bu alanda da göstermiş ve ilk bilimlerin doğuşunun üzerinden daha yüz yıl geçmeden bilimsel bir gelenek oluşturmuştur.” (Açıkgenç, 2006, s. 85) İslâm dünyâ görüşünün bir netîcesi olarak mûcizevî bir şekilde, çok kısa bir zaman diliminde ortaya çıkan İslâm bilim geleneğinde, hangi bilimin önce oluşması gerekiyorsa önce o bilim dalı, sonra da diğer bilimler ortaya çıkmıştır.
Bu bilim geleneğini oluşturan bâzı önemli şahsiyetlerden bahsetmemiz gerekirse, hakkında çok az bilginin elimize ulaştığı Muhammed b. Kesîr el-Ferganî’yi zikretmek isterim. Bu zât 900’lü yılların başına kadar yaşamış olmalıdır. Kaynaklarda sâdece onun Halîfe Me’mun ve Mütevekkil dönemlerinde yaşadığı belirtilmiştir. Devrinin önemli astronomi uzmanlarından olan Fergani, meteorolojik verileri kullanarak Nil Nehri’ndeki su akış miktârına uygun bir ölçüm âleti geliştirmiştir. En önemli eseri olan Usûlü ilmi’n-nücûm birkaç defa Latince’ye çevrilmiştir.
Usturlap, o dönemde bugünkü teleskop mâhiyetindeki bir âlet olarak kullanılmaktaydı. Yıldızların hareketlerine bakarak yön bulma işine yarayan bu âlet ilk olarak Yunan ve Mısırlı astronomlar tarafından îcâd edilmiş olsa da Fergani’nin usturlap hakkında yazdığı el Kâmil fî’l usturlâb adlı eseri astronomi târîhinde çok önemli bir yere sâhiptir.
Son olarak, İslâm bilim geleneği mânevî temelleri de hâiz olan bir gelenektir. Bundan dolayı modern bilimin sonucu olarak karşımıza çıkan sanâyîleşmenin tabiatta yol açtığı tahrîbatlar, İslâm bilim geleneğinin aslâ müsâade etmeyeceği şeylerdir. Hâl-i hazırda hâkim olan bilimsel gelenek, Batı medeniyetinin dünyâ görüşüne dayanan modern bilimdir. Bu îtibarla mevcut durumun olumlu ve olumsuz taraflarının temellerini Batı dünyâ görüşünde aramamız gerekir.
Mart 2020, sayfa no: 6-7-8-9
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak