Ara

Islah, İhyâ ve Tecdîd Hareketi

Islah, İhyâ ve Tecdîd Hareketi

İlâhî tecellîlerde tekrar olmaz. Hayat her an yeniden şekillenmekte ve her şey yeniden doğmaktadır. Hayatta hiçbir şey yerinde saymamakta, hayat tekdüzeden ibâret olmamakta, hiçbir şey olduğu gibi kalmamaktadır. İnsan olarak fizyolojik ve biyolojik gelişimimiz gibi psikolojik, sosyolojik, karakteriyolojik; duygu, düşünce, karakter ve kişilik olarak da her geçen gün yeniden müsbet veya menfî yönde değişimler geçirmekteyiz. Bilgimiz ve tecrübemiz arttıkça hayâta bakışımız ve olayları ele alışımız değişmektedir. Yenilendikçe, tecrübe kazandıkça, beceriler elde ettikçe, değişim ve gelişimi dikkate aldıkça ticârî hayâtımız güç kazanmakta, bilim ve teknolojide ilerlemeler sağlanmakta, hayat felsefemiz değişmekte, anlam haritamız yerini bulmaktadır. Tohumların büyüyüp gelişmesi, fidanların büyüyüp ağaç olması ve meyve vermesi gibi insan olarak bizlerin de değişim ve gelişim göstermesi kaçınılmazdır. Önemli olan müsbet yönde değişim ve gelişimin sağlanmasıdır.

İslâm’ın en temel gâyesi insanlığın dünyâ ve âhiret saâdetini sağlamaktır. İslâm bizlere hayâtımızdaki helâl ve haram ölçütlerini sarîh, açık bir şekilde ortaya koymuş, farzları, vâcipleri, sünnetleri, müstehapları, mübah olanları kerîh olanları, mekruh olanları haram kılınanları şer’î deliller muvâcehesinde açıkça ortaya koymuştur. Dînin aslî sâbiteleri ile oynamayı yersiz görüp, hüküm koyucu olarak Allah ve Resûlünün önüne geçilmesine müsâade etmemiştir. İslâmî prensipleri, özünden kopmadan birey ve toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yorumlayıp değerlendirmemizi istemiştir. İslâmî ölçütlerin her dönemde insanlığın ihtiyâcını karşılayacak şekilde hikmetleri, maksatları, gâyeleri ve yansımalarının insanlığın gündeminde canlı tutulmasını İslâm bizden istemektedir.

Kur’ân ve sünnetin belirlediği değişmeyen temel inanç ve ibâdet esaslarına “usûl" adı verilmektedir. Yeni ortaya çıkan durum ve şartlara göre farklılıklar arz eden, dönemin şartlarına göre yorumlanacak yaklaşımlara ise “fürûât" adı verilmektedir. “Ezmânın teğayyürü, ahkâmın teğayyürünü gerektirir." şeklinde ifâdesini bulan değişim, usûl sahasında değil füruât ile ilgili konularda olur. Ortaya çıkan her türlü sosyal durum ve teknolojik gelişmeye cevap arayan bu telakkî, aslında İslâmî ilimlerde tekâmülü sağlayan bir boyuttur. Ancak bu, çıplak akıl ve sığ bilgi ile değil, “rüsûh" adı verilen derin bilgi, ince kavrayış, duygusal zekâ, yüksek ahlâk, fazîlet ve takvâ sâhibi kimseler tarafından yapılabilecek bir iştir. Bunlardan birinin eksik olması hâlinde ortaya çıkabilecek durum birtakım maddî, mânevî ve ictimâî yanlışlıklara sebebiyet verebilir.

Müslümanlar târih boyunca benimsedikleri ihyâ düşüncesi, ıslahat çabası ve tecdîd hareketleri ile, dînin temel ilkelerini ortadan kaldırmadan, Allâh’ın âyetlerini bozmadan ve ilâhî hükümleri değiştirmeden toplumun ihtiyaçlarını Kur’ân ve sünnet çerçevesinde kaynaklardan karşılamayı, ilâhî nizamdan sapmaları düzeltmeyi, önlemeyi ve İslâm’ı asrın anlayışına söyletmeyi hedeflemişlerdir. Islahat düşüncesini benimseyen İslâm düşünürleri toplumun kalkınmasını hedeflemiş, Müslümanların dünyâda refâha, âhirette felâha kavuşmalarını arzulamış, dinamik bir İslâm toplumunun nazarî, fikrî ve amelî faaliyetlerini icrâ kılmışlardır. İslâm’ın kalıcı prensiplerini değiştirmeden korumayı gâye edinen tecdîd önderleri, dîni yeni nesillerin anlayacağı şekilde sunmayı, yaşamayı ve yaşatmayı hedeflemişlerdir. Asr-ı saâdet Müslümanlığına referansla İslâm’ı asrın idrâkine sunmaya çalışmışlardır.

Islahat önderleri hayâtı dînin değişmez sâbiteleriyle geliştirip şekillendirmişler, değişen hayat şartlarının karşılaşılan problemlerine ışık tutmaya çalışmışlar, dînî kaynakların özünü ve rûhunu alarak, “murâd-ı ilâhî"yi bugüne taşımaya çalışmışlardır. Kur’ân ve sünnetin hayâta ruh katan diriltici soluğunu, değişen zamânı ve çevre şartlarını dikkate alarak bugüne sağlıklı bir şekilde taşımaya çalışmışlardır.

Tecdîd hareketinin önderleri Müslümanların bilgi, amel ve düşüncede kendilerini yenilemeye, mânevî hayatlarını gözden geçirmeye ve sürekli yenilenmeye ihtiyaçları olduğunu vurgulamışlardır. İslâm’ın insanlığa sunduğu barış, rahmet ve hikmet dolu mesajlarını bütün toplum kesimlerine aktarmakla kendilerini görevli saymışlardır.

Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de; “Kişinin önünde ve arkasında Allâh’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan tâkipçiler vardır. Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini diledi mi, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onların Allah’tan başka yardımcıları da bulunmaz.” âyeti örneğinde bizlere kendimizi yenilememiz çağrısında bulunmaktadır. Kendimizi yenilemek; sağlıklı bir gönle sâhip olmak, gönül dünyâsının hissiyâtını nezih kılmak, niyetlerimizi gözden geçirmek ve nefsimizi terbiye ederek müsbet yönde kendimizi değiştirmek demektir. Kendimizi yenilemek; elest bezminde verdiğimiz söze sadık kalmak, Peygamber Efendimiz’e ümmet olma yolunda verdiğimiz ahd ü peymânımızı yenilemek demektir. Kendimizi yenilemek; mutlak hakîkate, şaşmaz adâlete, yüksek ahlâka bağlı kalacağımızı ilân ettiğimiz akitlerimizi yenilemek demektir.

İslâm’ın ilkelerinde yenilenmeyi gerektirecek bir husus söz konusu değildir. İslâm’ın ilkeleri evrensel olup her dönemi ve her mekânı kuşatacak bir özelliğe sâhiptir. Dînin hakîkatleri aslâ eskimez ve tecdîde ihtiyâcı yoktur. Ancak bizim algımız, bilgimiz ve hakîkatlere olan bağlılığımız eskir, dolayısıyla yenilenmeye bizim ihtiyâcımız vardır. Dînin sahîh öğretileri hiçbir illetle muallel olmazlar, hastalanmazlar, ıslâha ihtiyâcı yoktur. Ancak bizim bakış açılarımız, anlayışlarımız her türlü illete müptelâ olabilir. Bu itibarla özümüzü yeniden ihyâ ve ıslâh etmeye, dindarlığımızı, sadâkat ve bağlılığımızı yenilemeye ihtiyâcımız vardır.

Tecdîd ve ihyâ hareketi önderleri bütün çabalarıyla dînî bilgi ve anlayışların kritik edilmesine çalışmışlardır. İslâm dünyâsı son iki asırdır zâfiyet geçirmekte, siyâsî, entelektüel, kültürel, ekonomik, askerî ve sosyal gücünü kaybetmektedir. Bu durum, Müslümanların dinleriyle olan sorunlu ilişkilerinden ve sorunlu dînî bilgi ve anlayışlarından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla kendimizi yenilemenin en önemli yolu, eksik, sakat, yanlış ve yersiz bilgilerimizi yenilemekten geçmektedir. İslâm’ın temel kaynakları ile uyuşmayan sakat ve yanlış bilgi ve tutumlarımızı yeniledikçe, öğrendiğimiz aslî gerçekler de bizi yenileyecektir. Ufuk turuna çıkabilmek için yüksek bir irfâna sâhip olmamız gerekmektedir. Bu çerçevede okumak, yeniden okumak, okumalarımızı, okuduklarımızı hep yenilemek zorundayız. Kitâb-ı Kerîm kadar kâinat kitabını okumak, Kitâb’ın âyetleri kadar kâinât âyetlerini, enfüsî ve âfakî tüm âyetleri okumamız gerekmektedir. Fayda vermeyen bilgiden Allâh’a sığınmak, faydalı her bilginin peşinden koşmak, bizlere yenilenmenin nâmütenâhî sınırlarını gösterecektir.

Tecdit hareketinin önderleri yenilenmenin yolunu tefekkür olarak belirlemişlerdir. Tefekkürle düşünce dünyâsını yenileyenlerin önyargılardan ve basmakalıp sathî yaklaşımlardan kurtulacaklarını belirtmişlerdir. Yenilenmenin en temel kuralını; kendimiz üzerinde yeniden düşünmek, varlık anlayışımızı, kâinat algımızı, insana bakışımızı, âlem tasavvurumuzu sürekli tefekkür ve tedebbür süzgecinden geçirmek olarak özetlemişlerdir.

Islahat önderleri söylem ve üslupların yenilenmesine özel önem göstermişlerdir. Derin mânâlar, güçlü mefhumlar ve yerinde mazmunlarla bir söylem geliştirilmesini öngörmüşlerdir. Söz ustalarının ancak gönül erleri olduklarına dikkatlerimizi çekmişler, gönül dünyâmızla lisânımızın birlikteliğine önem vermişler, gönül dili ile konuşmanın çabasına bürünmüşlerdir.

Târihî süreç içerisinde kimi Müslümanların din anlayışlarına bid’at ve hurâfeler karışabilmektedir. Dînin aslî hüviyetini kaybetme tehlikesinin belirdiği böylesi zamanlarda ıslahat ehli, müceddid ve müçtehidlerin devreye gireceğini Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîflerinde şu şekilde dile getirmektedir: “Her yüz senede bir, dîni yenileyecek bir müceddid gelecektir."

Müceddit, peygamber değildir. Müceddit, çoğu zaman kendisinin müceddit olduğunu dahî bilmez ve böyle bir iddia ile ortaya çıkmaz. Gerek çevresindeki çağdaşları, gerekse sonraki asırlarda gelen insanlar hizmetlerine bakıp onun mücedditliğine hükmederler. Târihî süreç içerisinde dînin aslî hüviyetini korumak uğruna mücâdele vermiş nice müceddidler vücûda gelmiştir. Bu isimlerin başında Ömer b. Abdülaziz (ö. 101/719) gelmektedir. Mezhep imamları yaşadıkları asırların müceddidi kabûl edilmiştir. Tasavvuf ehli İmâm-ı Rabbânî’nin (ö. 1034/1624) müceddidliği üzerinde durmuşlardır. Hindistan’da yeni bir din kurmak iddiasıyla ortaya çıkan Ekber Şâh’a karşı İslâm’ın sâfiyetini savunan İmâm-ı Rabbânî, Hint Müslümanlarını hem zâlim idârecilerden hem de dünyâlık peşinde koşan âlim ve sûfîlerden kurtardığı için bu unvânı almıştır. Onun çalışmalarında hem dîni bid’atlerden arındırma, hem de toplumu hurâfe ve bozuk düşüncelerden temizleme çabası söz konusudur.

Tecdîd; dîni aslına dönüştürmek, ilâhî mesajın saf hâliyle insanlara beyân etmektir. Müceddid dîni yenilemez; Resûlullah tarafından tesbît edilen, din ile insanlar arasındaki irtibâtı yeniler. Müceddidin müctehid olması lâzım gel­mediği gibi; bir asırda birden fazla müceddid de bulunabilir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (ö. 150/767), İmâm-ı Şâfıî (ö. 204/820), İmâm Eş’arî (ö. 324/935-36), Ebû Bekr Bakıllânî (ö. 403/ 1013), İmâm-ı Gazzâlî (ö. 505/1111), Abdülkâdir-i Geylânî (ö. 561/1165-66), Kâdı Beydâvî (ö. 685/1286) ve İmâm Süyûtî (ö. 911/1505) gibi âlimler İslâm âleminde tecdid fonksiyonunu icrâ eden müceddidler olarak kabûl görmüşlerdir.

Din ve siyâset ilişkisini tanzîm etmeye çalışan İmâm-ı Gazzâlî, bir süre Kudüs’te inzivâya çekilip siyâsetten kaçmıştır. Daha sonra Sultan Sencer’e yazdığı Nasîhatü’l-Mülûk ve benzeri kitaplarla itirafları dikkate alındığı zaman dinle siyâset arasındaki ilişkinin Allâh’ın murâdına uygun gitmediğini dikkate alır ve bu problemi çözmeye başlar. İkinci olarak dinle felsefe arasındaki ilişkiyi tanzîm etmeye çalışır. Son olarak da fıkıh ile tasavvuf arasındaki ilişkiyi tanzîm etmeye çalışır.

Sûfîler benimsedikleri ibnü’l-vakt anlayışları ile kendilerini zamânın çocuğu olarak görmüşler, içerisinde bulundukları zamânın şartlarını kuşanmaya çalışmışlardır. Kendilerini zamâne çocuğu değil zamânın çocuğu olarak nitelendirmişlerdir. Zamânın şartlarını kuşanan ve onun gerekleriyle donanan kimse zamânın çocuğudur. Zamâne çocuğu ise zamânın savurduğu, irâdesi, omurgası ve değerleri olmayan demektir. Bu itibarla halk arasındaki; “Zaman sana uymazsa, sen zamâna uy!" anlayışı bu tür bir savrukluğun ve omurgasızlığın ifâdesidir. Bu durum, halk ve toplumu zamânın ve çağın dayatmalarına boyun eğmeye zorlayan ve her türlü çağdaş deformasyonu kolayca kabûle hazırlamaya yönelik bir propagandadır.

Yenilenmenin bir diğer aşaması bireyler kadar kurumların da yenilenmesidir. Yenilenmeye ve değişime ayak direyen kurumlar, sürekliliklerini ve canlılıklarını kaybederler. Sürdürülebilirlik açısından değişim ile süreklilik arasındaki ilişki son derece önemlidir. Toplumsal değişimlere göre kendilerini yenileyemeyen kurumlar çağın gerisinde kalırlar. Değişime yoğunlaşırken kendilerine süreklilik kazandıran sâbitelerini, temel ilke ve prensiplerini terk eden kurumlar ise dönüşüme uğrayıp başkalaşma tehlikesi ile karşı karşıya kalırlar. Bu sebeple, dönüşmemek ve başkalaşmamak için sâbitelere bağlı kalarak sürekli değişimi ve yenilenmeyi esas almak gerekir. Dolayısıyla kurumlar da, hizmet anlayışlarını gözden geçirerek özeleştiri yapmalı, kurumsal bir asabiyete girmeksizin görev tanımlarını güncellemeli ve süreklilik kazanmalıdır.

Tecdîd anlayışı ile teceddüd fikri maalesef birbirine karıştırılmaktadır. Tecdîd; dînin hakîkatini canlı tutmak, dîni yaşanır kılmak ve dînin hakîkatine nüfûz etmektir. Tecdîd önderleri kendilerini, mevcut yapı ile anlaşmak adına yol ve çâre aramaya zorunlu hissetmezler, İslâm ile mevcut yapıdan meydana gelen bir karışıma yeltenmezler. Tecdîd hareketi; İslâm’ı, ona sonradan bulaştırılmış unsurlardan temizlemek, onu mümkün olduğu kadar saf ve berrak hâliyle hayâta geçirmek derdindedir.

Teceddüt ise dîni yeniliklere uydurmaya çalışmak demektir. Milleti maddî bakımdan geri kalmış gören ve bu durumun düzeltilmesi için İslâm ile mevcut yapılardan yeni bir karışım ortaya çıkarmaya çalışan; ümmeti, adından başka İslâmî bir rengi kalmayacak şekilde farklı sistemlerin boyasına boyayan kişilerin yaptığı işe teceddüd, bunu yapanlara da müteceddid denilmektedir.

İslâm dünyâsında pazarlanmaya çalışılan modern ve çağdaş İslâm iddiaları ile birtakım şer odakları Kur’ân kavramlarını tersyüz etmeye çalışmakta, bütün kutsalları tartışmaya açmakta ve İslâm dünyâsındaki fikrî ve dînî altyapıyı etkisiz hâle getirmektedir. Kur’ân’a dönmek iddiasıyla sünnet-i seniyyeyi devre dışı bırakmayı planlamakta, on dört asırlık birikimi yok saymakta, Kur’ân’ın târihselliği anlayışını empoze etmeye çalışmaktadırlar. Kur’ân’daki bazı hükümlerin bağlayıcı olmadığı, o hükümlerin sâdece kendi devrine âit esaslar olduğu, bunların bugün değişen şartlara göre yeniden düzenlenmesi gerektiği seslendirilmektedir. Bu iddiaları kitlelere kabûl ettirerek, Müslümanların Kur’ân ve dinle irtibatlarını koparmakta, Müslümanların yeni dünya düzeni ile entegrasyonunu sağlamaya çalışmaktadırlar. Böylesi teceddüt girişimleri ile tecdîd anlayışını karıştırmamak gerekmektedir.

Teceddüt girişimleri bir tür dinde reform çabalarına dönüşmektedir. Reform girişimleri ile dînin yeniden şekillendirilmesi hedeflenmektedir. Dîni yeniden şekillendirme girdâbına düşenler, doğrudan dînin kâidelerine müdâhale etmekte, dînin bu aslî kâidelerini asıl anlamlarından saptırarak yorumlamakta, değiştirmekte veya büsbütün ortadan kaldırmaktadır. Reform faaliyetleri dîni ortaya çıkan yeni şartlara göre yeniden biçimlendirmeyi, değiştirmeyi, yeni şartlara intibâkını sağlamışlardır. Reforma uğrayan din, artık eski orijinal din olmaktan çıkar, onun yerine “mevzu" bir din meydana getirilmiş olur. Dinde reform tartışmaları; dinlerin teolojisiyle ilgili değişim talepleri, siyâsî taleplerin dindarları dinde reform yapmaya sürüklemesi, toplumsal ihtiyaçların dînî anlayışla yüz yüze gelmesi sonucu ortaya çıkmıştır.

Mayıs 2025, sayfa no: 20-21-22-23-24

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak