Ara

İrfânın Hayâta Yansıması

İrfânın Hayâta Yansıması

Ben cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım1 âyeti, Beni tanısınlar (mârifet) şeklinde de anlaşılmıştır. Zîrâ gerçek ibâdet, ibâdet edilen Ma’bûd’un bilinmesine bağlıdır. Bilinmeyene ibâdet edilmez, dolayısıyla bilgisiz-mârifetsiz ibâdetin bir anlamı yoktur. Ya da bir kimse ibâdet edeceği ma’bûdunu ne kadar iyi tanırsa, kendini O’na o kadar yakın bilir ve o kadar O’na yaraşır ibâdet eder. Nitekim bir hadîslerinde Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

Ben sizin Allah'tan en fazla sakınanınızım. Çünkü ben sizin, Allâh’ı en iyi tanıyanınızım (mârifet).2 Demek ki, Yüce Allah tanındıkça O'na îman güçleniyor ve güçlenen o Allah inancı davranışlara yansıyor, sâhibini sorumluluk bilinci takvâya ulaştırıyor. Peygamberimize ilk vahyin Yaratan Rabbinin adıyla oku3 şeklinde gelmesi son derece anlamlıdır. Kişi oku emrinin gereğini yerine getirerek Rabbi’ni doğru bir şekilde tanıyacak ki O’na tam bir teslîmiyetle îmân edebilsin, tanıdığı ve inandığı Rabbi’ne de kulluk edebilsin. Öyle ya, kime nasıl îmân edeceğini, nasıl ibâdet edeceğini bilmeyen bir kimse gerçek anlamda nasıl mü’min olabilsin ve nasıl doğru ibâdeti yapabilsin! 

Bilme-kavrama için Arapça’da ilim ve irfân/mârifet kelimeleri kullanılmıştır. Bu iki kelime birbirinin yerine kullanılsa da aralarında ince farklar vardır. Şöyle ki; ilim, mârifete ulaşmak için kişinin araştırıp öğrenmesidir. Mârifet anlama, tanıma ve kavramadır. İlim öncedir, mârifet sonradır. Mârifete ilimle ulaşılır. Eşyânın zāhirini bilmek ilim, derûnuna inmek mârifettir. İlim akılla, mârifet kalp ile olur. İlim zâtı kavranabilen şeyleri bilmek, mârifet ise zâtı kavranamasa da eserleriyle bilinebilen şeyler için kullanılır. Nitekim Yüce Allah zâtıyla kavranamaz, ama eserleriyle bilinir. Özetle söylemek gerekirse ilim ve irfan, akıl ve kalp ile irtibatlı olarak elde edilen ve birbirini tamamlayan iki kavramdır. İlimsiz mârifete ermek de mârifetsiz ilim sâhibi olmak da eksiktir. Zîrâ her ikisi birlikte bilmeyi ve kabûl etmeyi, bilginin gereğini yerine getirmeyi sağlar. İlim, sâhibini bildikleriyle amel etmeye/eyleme sevk ederken; irfân eylemin daha samîmî ve daha bilinçli olmasını sağlar.

Bir de Kur’ân’da, bir şeyin hakîkatine ulaşmak, her yönüyle kavramak, ihâta ederek görmek anlamına idrâk ve dirâyet kökünden bir şeyin hakîkatini bütün yönleriyle bilme, kuşatma anlamına dery-idrâ kelimeleri kullanılır. Sözgelimi şu âyetlerde bu kelimeler kullanılmıştır: Gözler O'nu idrâk edemez (lâ tüdrikü), O bütün gözleri idrâk eder. O bütün incelikleri bilir ve her şeyden haberdardır.4 Kıyâmet saatini bilmek ancak Allâh’a mahsustur. Yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir (ilim), kimse yarın ne kazanacağını bilmez (lâ tedrî) ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez (lâ tedrî). Allah şüphesiz bilendir (alîm), her şeyden haberdardır.5 

Eyleme Dönüşen İlim-irfân

İlim ve irfan yāni bilmek/kavramak tek başına yeterli değildir. Önemli olan bilinen ve kavranılan bilginin harekete geçmesi, şuurlu bir biçimde eyleme dönüşmesidir. İnsanın hayâtına yansımayan bilginin bir anlamı yoktur. İhlâsla yapılmayan amelin de bir yararı yoktur. Nitekim bilgisizlik anlamına cehâlet kınanırken, bilgi ile amel etmeyenler de kınanmıştır. Kur’ân bir taraftan Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? derken, bir taraftan da bilgisiyle amel etmeyenleri soluyan köpeklere6 ve kitap yüklü eşeklere7 benzetir. Münâfıklar da mü’minler gibi namaz kılsalar, infâk etseler, hattâ cihâda katılsalar, ihlâsla yapmadıkları için sevap kazanamazlar. Onun için Peygamberimiz bir taraftan Allâh’ım Senden faydalı ilim isterim8 diye duā ederken, diğer taraftan Allâh’ım faydasız bilgiden Sana sığınırım9 diye de duā etmiştir. Zîrâ Rabbi O’na, O’nun şahsında bizlere şöyle duā etmeyi emretmiştir: De ki: Rabbim ilimce beni artır!10 Âyette ifâdenin Rabbim ilmimi artır (Rabbi zid ilmî) şeklinde değil de Rabbi zidnî ilmî/ilimce benim değerimi artır şeklinde gelmesi son derece dikkat çekicidir. Buna göre mü’min, kendisine Allah ve insanlar katında değer kazandıracak ilme tâlip olmalıdır. Yoksa mâlûmât sâhibi olmak yeterli değildir. Önemli olan bilgiyi eyleme dönüştürmektir. Söyleyen ne güzel söylemiştir: İlim elinde çıra- Yak da Mevlâ’yı ara/Bilmek olmak değildir- Olmaya bak olmaya! Şâir de bu gerçeği şu şekilde terennüm eder: Anladım işi; San'at Allâh’ı aramakmış?

Mârifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış! 

Kulun bu makāma erişmesi için okuyup araştırması, öğrenmesi, öğrendiklerini düşünüp içselleştirmesi, doğru bilgide derinleşmesi gerekmektedir. Bu gayret içerisinde olanlara Yüce Allah hakîkat ve hidâyet kapılarını açacak, istikāmet yolculuklarını kolay kılacaktır. Âyetlerde haber verildiği üzere: 

Ey inananlar! Allah'tan sakınırsanız, O size iyiyi kötüden ayırdedecek bir anlayış/furkān verir, kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah büyük, bol nimet sâhibidir.11

Allâh’ın, kalbini İslâm’a açtığı bir kimse Rabbinden bir nur üzere değil mi? 12

Ey inananlar! Allah'tan sakının, peygamberine inanın ki Allah size rahmetini iki kat versin; size ışığında yürüyeceğiniz bir nur var etsin; sizi bağışlasın; Allah bağışlayandır, acıyandır.13

Allah, kendisine karşı gelmekten sakınan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği yerden rızık verir.14 

Âyetlerde geçen Yüce Allâh’ın va’d ettiği furkān ve nur, mârifettir. Buna göre insan hakîkati tanıyıp bilecek, hakîkat kalbine yerleşecek ve gönül onunla inşirah bulacak, sonra da o kimse nûra/aydınlığa erecektir. Onun için deriz ki Yüce Allah hidâyeti, Allâh’ı bilmeyi (mârifetullah), hakîkat arayışı içerisinde olan mü’minlere has kılmıştır. Onlar, hak eder, Yüce Allah da lütfeder. 

Organları Yüce Yaratıcının Emrine Vermek

Bir kudsî hadîsde haber verildiği üzere Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Kim benim velî kuluma düşmanlık ederse, Ben de ona harp ilân ederim. Kulumu Bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım şeyleri edâ etmesidir. Kulum Bana nâfile ibâdetlerle yaklaşmaya devâm eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık Ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı (akleden kalbi, konuşan dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, Ben’den sığınma talep etti mi onu himâyeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü’min kulumun rûhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, Ben de onun sevmediği şeyi sevmem.15 

Hadisteki temsîlî anlatım, kişinin organlarının Yüce Allâh’ın emrine girmesi anlamınadır. Artık o kulun bütün organları Yüce Yaratıcı’nın kontrolündedir, O’nun ölçüleri doğrultusunda hareket eder, o ölçülerden dışarı çıkmaz, yanlış yapmaz, günâha sapmaz. O organlar hem Rabbin emrindedir, hem de Rabbin koruması altındadır. Onlar kolay kolay yanlışa/günâha sapmaz. Artık o kişi göz odur ki Hakkı göre, kulak odur ki Hakkı duya, dil odur ki Hakkı söyleye makāmına ermiştir. 

Kulun Yüce Allâh’a yaklaşabilmesi, îman-ibâdet ve ihsan makāmına ermesiyle mümkün olacaktır. Öncelikle doğru bilgi ile gerçek îmâna erişecek, ardından bildikleriyle amel edecektir. Bu amel içerisinde önce Yüce Allâh’a karşı sorumlulukların yerine getirilmesi vardır. Zîrâ Allah büyüktür (Ekber), üzerimizdeki hakları da büyüktür, O’na karşı sorumluluklarımız da önemli ve önceliklidir. Onun için pek çok Kur’ân âyetinde önce Yüce Allâh’a îmân etme, O’na gereği gibi kulluk/ibâdet etme üzerinde durulur, ardından ana baba-akraba hakkı başta olmak üzere diğer görevler sayılır. 

Rabbin, yalnız Kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmeyi buyurmuştur. Eğer ikisinden biri veya her ikisi senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı «Of» bile demeyesin, onları azarlamayasın. İkisine de hep tatlı söz söyleyesin.16 

İnsan önce Rabbini tanıyacak, O’na karşı sorumluluklarını yerine getirecek, ki bu bilinçle diğer varlıklara karşı görevlerini de yerine getirebilsin. Bütün bunlar da Allah inancı ve mârifetullah bilinci içerisinde olacak, yāni ihsan makāmında yerine getirilecektir. Hadiste, Allâh’ı görüyormuş gibi O’na ibâdet/kulluk etmek olarak tanımlanan ihsan makāmı, kişiyi istikāmet çizgisinde tutacak, onu o yolda ilerlemesini sağlayacak şekilde yönetecektir. Yüce Allâh’ı görüyormuşçasına bir hayâtı benimseyen kimse, her zaman ve her yerde Yüce Yaratıcı’nın huzûrunda-gözetim ve denetiminde olduğunun bilincinde hareket edecektir. Artık o kişi her ne yaparsa bu bilinçle yapacaktır. Hem Yüce Allâh’ın haklarına, hem de diğer varlıkların haklarına riāyet edecek ve sorumluluklarını yerine getirecektir. 

Dipnotlar:

1 Zâriyât 51/56.

2 Buhārî, İmân 13.

3 Alak 96/1.

4 Enâm 6/103

5 Lokmân 31/34.

6 A’râf 7/175-176.

7 Cuma 62/5.

8 İbnu Abdil-Berr, Câmiu'l- Beyan'il-İlim, s, 215.

9 Münâvî, Feyzu'l-Kadir, II, 102 (Ahmed)

10 Tâhâ 20/114.

11 Enfâl 8/29.

12 Zümer 39/22.

13 Hadîd 57/28.

14 Talak 65/2-3.

15 Buhārî, Rikak 38.

16 İsrâ 17/23.

Ekim 2025, sayfa no: 6-7-8-9

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak