Ara

İnsanlık Halleri…

İnsanlık Halleri…

Bundan birkaç sene evveline kadar memleketimiz Erzincan’a seyahat için âilecek demiryollarını, bizim şu meşhur Doğu Ekspresi’ni tercih ederdik. Özellikle Sivas ilimize bağlı, Divriği’den sonra Fırat’ın önemli bir kolunu oluşturan Karasu’yu tâkiben Erzincan’a kadar olan bölüm muhteşem güzelliktedir. Yalçın kayalıklar arasından kıvrım kıvrım süzülen Karasu, kanyon boyunca uzanan yeşillikler âdetâ güzellikler meşheridir. Geçit vermez güzergâh boyunca onlarca tünele girip çıkarız. Her tünele girdiğimizde ortalığı bir müddet karanlık kaplar, defalarca aynı yoldan gidip geldiğimiz halde bizi ne gibi sürprizler bekliyor diye merakla bekleriz. Tabii ki her tünelin çıkışında bir öncekini aratmayan daha başka bir güzellikle karşılaşırız. Tren seyahatini sevdiğim gibi demiryolu çalışanlarına karşı da eskiden beri büyük bir muhabbetim vardır. Özellikle yol, bakım, onarım ve kontrol ekibinde bulunanların hikâyelerini hep merâk etmişimdir. Uçsuz bucaksız yollar boyunca kim bilir ne gizemli yaşanmışlıkları vardır bu emektarların. Dağda, bayırda, ovada, gece-gündüz, yaz-kış demeden yol güvenliğini sağlamak maksadıyla ne çileler çekilmiştir, sînelerde ne hâtıralar saklıdır acabâ? İşte bu müstesnâ kurumdan emekli olanlardan birisi de yaşayan efsânelerden dediğimiz Hulûsi amcamızdır.

Hulusi amca aslen Gümüşhanelidir. Devlet Demiryolları’nda çalışıp emekli olduktan sonra, “Kişi, sevdiğiyle berâberdir” diyerek Eyüp Sultan Efendimiz’e komşu olmak istemiş ve murâdına da ermiş. Kendi hâlinde, mütevâzı, derviş gönüllü, hayır işlerinde hep ön sıralarda olmayı seven bir büyüğümüzdür. Kimsenin işine gücüne karışmaz. Dedikodu yapılan ortamlarda aslâ bulunmaz, gıybetten nefret eder. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen gücü kuvveti hâlâ yerindedir. Hani derler ya: “Câmi yıkılsa da mihrâbı yerinde”, işte tam bu misâl üzeredir. Allah hayırlı, huzurlu ve bereketli ömürler ihsân eylesin inşâallah. Hele o nasır tutmuş koskoca elleri, yeri geldiğinde âdetâ birer mengene gibidir. Tanıdıklarının anlattığına göre vaktiyle tren raylarındaki cıvataları çıplak elleriyle söker, dört kişinin yerden kaldıramadığı rayları omzuna attığı gibi istediği yere götürüp getirirmiş. Anlayacağınız “eski toprak” dediklerimizden. Heybetli, güçlü ve kuvvetli yapısına rağmen, değil herhangi birine zarar vermek karıncaları ürkütmemek için yolunu değiştirecek kadar da naif bir yürek taşır. Nefsine yönelik öyle ufak tefek olumsuz şeylerden pek şikâyetçi değildir. Lâkin yaşadığı bâzı ilginç hâdiseleri kendine has üslûbuyla, ibret-i âlem bâbından paylaşmaktan da geri durmaz.

Eyüp Sultan’da, Mihrişah Vâlide Sultan imâretinin karşısında, mezarlıkların ortasında yer alan özel bölümde, birkaç arkadaşımızla birlikte oturuyoruz. Hulusi amcamız da aramızda. Biz, her zamanki gibi merakla demiryollarında başından geçen efsunlu hâdiselerden bir demet sunacak diye bekliyoruz. O ise merâmımızı anlamakla birlikte: “Arkadaşlar size bugün, yakın zamanda başımdan geçen ve beni hakîkaten derinden yaralayan başka bir hâdiseyi anlatmak isterim. Ancak sizin de moralinizi bozmak istemiyorum. Ne yapacağımı şaşırdım.” dedi. Bu cümlesi Ziya Paşa’nın meşhur: “Söylesem tesiri yok, sussam gönül râzı değil” dizelerini hatırlattı. Biz de tabii olarak meraklanmıştık. Acabâ Hulusi amcamızın başından ne gibi bir hâdise geçmişti? Önce anlatıp anlatmamakta tereddüt etti ancak ısrarlarımıza daha fazla dayanamadı ve başından geçen hâdiseyi anlatmaya karar verdi.

Hulusi amca anlatıyor: “Yağmurlu bir gündü. Öğle namazımı edâ etmiş, ardından bir müddet vaaz dinledikten sonra Eyüp Sultan’ımızın ara sokaklarında yürüyordum. İyi giyimli, gâyet güzel konuşan bir genç, özür dileyerek beni durdurdu. Adres soracak sandım. Üç günden beri aç olduğunu, bir şey yiyip içmediğini, hiç olmazsa bir çorba içebilmek için şâyet varsa bir miktar para vermemi istedi. Aslında Eyüp Sultan'da bu tür durumlarla sık karşılaşırız ve temkinliyizdir. Elbette İstanbul’un başka semtlerinde veya büyük şehirlerde de benzer durumlarla karşılaşmışızdır. Meselâ zaman zaman sara nöbeti geçirdiğini söyleyip ilaç için parası olmadığını söyleyen, İstanbul’un en ücrâ köşesine veya Anadolu’nun herhangi bir yerine gitmek için bilet parası isteyen insanlara denk geliriz. Bu gibi hallerde, durumuna göre, isteyene cebimizden çıkarıp bir lira, iki lira verip savuştururuz. O gün herhalde daha merhametli bir günümdeydim. Veyâhud da câmide hoca efendinin infak üzerine yaptığı vaaz-ü nasihatin etkisinde kalmıştım. “Vardır bunda da bir hikmet” dedim ve cüzdanımda kalan son beş lirayı genç delikanlıya vermeye karar verdim.

Pantolonumun arka cebinden cüzdanımı çıkardım. Ödenmiş, ödenmemiş faturaların ve üzerinde notlar bulunan kartvizitlerin arasından zor belâ beş lirayı bulup delikanlıya uzattım. Delikanlının sağ elimdeki beş lira yerine sol elimdeki cüzdanı şimşek hızıyla kapıp fırlaması bir oldu. Önce ne olduğunu anlayamadım. Zîrâ böyle bir şeyin olabileceğine aslâ ve kat’â ihtimal vermemiştim -hele ki Eyüp Sultan gibi mübârek bir zâtın yanıbaşında-. Hâlâ böyle bir şeyin değil Eyüp Sultan’da, ülkemizin herhangi bir yerinde dahi olabileceğine inanamıyorum. Veyâhud inanmak istemiyorum. Zîrâ insan olana başka türlü düşünmek şu kısacık fânî dünyayı cehenneme çevirir ve tamâmen yaşanmaz hale getirirdi. Öyle değil mi aziz dostlar?!

Delikanlının yaptığı bu akıl almaz davranıştan sonra kendimi hemen toparladım. Kapatarak sol elime astığım şemsiyeyi kapıp delikanlıya yetişmem fazla zamânımı almadı. Yakalamak ve cüzdanı almak yerine, ona yetişmemle gayri ihtiyârî şemsiyeyi omzuna indirmem bir oldu. Darbenin etkisiyle sendeleyen delikanlı, cüzdanı yere fırlatmasıyla tekrar aynı çeviklikle kaçıp yanımdan uzaklaştı. Nasihat etmeme de fırsat kalmadı. Küçük-büyük dünyâlık bir menfaat için birisine el kaldırmak hiç aklıma gelmeyen bir şeydir. Bu, âdetimde olmayan ve kesinlikle plansız yaptığım bir hamleydi. Bugün dahi o hareketi nasıl yaptım hâlâ anlamış değilim. Zâhirde ve hukûken bunu hak etmesine rağmen benim böyle davranışta bulunmamam gerekirdi diye düşünüyorum. Rabbül-âlemîn inşâallah beni bağışlar, ona da hidâyet nasîb eder. Bu arada ne olup bittiğini merâk eden civardaki esnaf başıma toplandı. Onlara utandığımdan bir şey söyleyemedim. “Herhangi bir mesele yok, yanlış anlaşılma oldu” dedim ve milleti başımdan savuşturdum. Bunun mahcûbiyetini yaşamak da ayrı bir mesele!..

Darbenin etkisiyle şemsiyem ortadan ikiye bölündü. Cüzdanı kurtardık kurtarmasına lâkin şemsiye sizlere ömür. Beş liralık bir şeydi. Ben o beş lirayı zâten gözden çıkarmıştım, yine bana kaldı. Diyebilirsiniz ki ‘Hulusi amca boş cüzdan için buna değer miydi?’ Evet, değmesine değmez lâkin mesele cüzdanın dolu veya boş olması meselesi değil. Mesele insanların iyilik yapma duygularına indirilen darbedir, güven zedelenmesidir. Zîrâ bu hiçbir bedelle yeri doldurulamayacak değerdir! Elbette cüzdanın içerisinde kimlik, maaş kartım ve kimi önemli notlarım bulunuyordu ki bana göre bu evraklar paradan daha kıymetli idi…”

Bir Hulusi amcamızdaki hamiyetperverliğe ve yüce gönüllülüğe bakın bir de şeytanın vesvesesine kulak vererek aç gözlülüğün insanı düşürdüğü derekeye bakın. Bizi, insanlığı bu hallere düşürenler utansın! O Hulusi amca ki, demiryollarında yıllarca kimlerle karşılaşmamıştı ki.. Yalancısı, uğursuzu, hırsızı, arsızı, dolandırıcısı, üçkâğıtçısı daha neler neleri!.. Fakat pek çoğumuz zaman zaman aynı duyguları yaşamıyor muyuz? “Her olayı hayır bil, her geceyi kadir bil, her geleni Hızır bil” düstûrunca acabâ diyoruz, ya gerçekten ihtiyaç sâhibi ise! Bu davranışımız yüzünden safdil, enâyi, keriz damgasını yiyeceğimizi de pekâlâ biliriz. Belki de bütün olumsuzluklara rağmen insanlığın ölmediğine, hâlâ yaşadığına inanmak istememizdendir bu iyi niyetimiz. Esâsen bütün olumsuzluklara, kötü örneklere rağmen kanaatimizce doğru olan da böyle düşünmektir. Bizim bu davranışımızın arka planını çok iyi şekilde özetleyebilecek gâyet mânidar bir hikâye de vardır:

Yolcunun biri çölde devesi ile seyahat ederken, kum deryâlarının arasında nâdir olarak rastlanan dikenli çalıların arasında bir karartı görür. Devesini bu yöne doğru sürer. Biraz daha yaklaşınca burada bir adamın olduğunu fark eder. Adam, “su, su, su…” diye inlemektedir. Yolcu devesinden hemen iner, kırbasının ağzını açarak kısıtlı miktardaki suyundan adama içirir. Ardından da karnını bir güzel doyurur. Açlık ve susuzluktan bîtap düşen adam kendine geldikten sonra, kendisine yardım elini uzatan, hattâ hayâtını kurtaran yolcuyu, bir yolunu bulup etkisiz hâle getirerek, neyi var neyi yoksa hepsini alır. Tâbir yerindeyse onu soyup soğana çevirir. Ellerini ve ayaklarını da sıkı sıkıya bağladıktan sonra gasp ettiği deveye binerek oradan hızla uzaklaşmaya başlar.

Soyulan yolcu, nankör adamın arkasından “Ne olur bu yaptıklarını kimseye anlatma” diye avazı çıktığı kadar tekrar tekrar bağırır. Harâmî adam önce aldırış etmez, yoluna devâm eder. Lâkin bu tembih, uzaklaştıkça kafasını meşgûl etmeye başlar ve çâresiz geri döner. Soyduğu yolcunun yanına gelerek ona sorar: “Zâten bir müddet sonra bu çöl ortasında açlık ve susuzluktan ölüp gideceksin. Neden ‘kimseye anlatma’ diyorsun be adam?!” Kızgın kumların üstünde gâyet metîn bir şekilde oturan yolcu şöyle der: “Eğer bu yaptığını başkalarına anlatırsan, bundan sonra çölde gerçekten aç ve susuz kalanlara hiç kimse yardım etmez!..” Bu hikâye Hulusi amcanın, başından geçen hâdiseyi anlatmaktan neden imtinâ ettiğini de gayet iyi açıklıyor.

Dünyâ durdukça iyiler de kötüler de elbette var olacaktır. Bilindiği üzere “Her şey zıddı ile kâimdir”. Üstad Sezai Karakoç’un da veciz bir şekilde ifâde ettikleri gibi: “Kötülükleri bitiremeyiz ama iyilikleri çoğaltabiliriz.” Bize düşen iyi düşünmek, iyi olmak, iyiliğin yaygınlaşması için vesîleler aramak ve var gücümüzle bu minvâlde çalışmak olmalıdır. Ancak yine de siz siz olun yolda, herkese açık ortamlarda cüzdanınızdan çıkarıp dilenci veya başka birine para vermeye kalkışmayın. Çarşıda, pazarda alışveriş yapacaksanız yan ceplerinizde veya gömlek cebinizde harcayacağınız kadar para bulunsun. Hattâ bir miktar da ayrı bir yerde sadaka için ihtiyat akçesi bulundurulursa aliyyül âlâ olur. Zîrâ bu hem kötülüklere dâvetiye çıkarmaz hem de âdâba daha uygun bir davranış olacaktır. İyiler, iyilik hep var olsun…

Şubat 2019, sayfa no: 48-49-50-51

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak