İnsan bütün kâinâtın kendisi için yaratıldığı özel bir varlıktır. Kozmik ālemdeki âhengi korumakla görevli varlık da yine insandır. İnsan yeryüzünde Allâh'ın hâlifesi olarak vazifelendirilmiştir. İnsan tekdüze, statik, durağan ve basit bir varlık değil her an ilâhî tecellîlere erebilecek, kompleks, çok yönlü ve evrenin mikro plandaki küçültülmüş bir remzidir. İnsan ālem kitâbının fihristi, kâinâtın özü, varlık ağacının hem çekirdeği hem de meyvesidir. İlim dünyâsı insanı maddesi, fiziksel, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik yönleriyle inceleyip onu bir obje ve olgu olarak ele alırken, din insanı madde ötesinde ma'nâsıyla, ten dokusunun ötesinde tinsel yapısıyla, dünyevî seyrinden çok uhrevî nitelikleriyle, aklı yanında vicdânı ile bir bütün olarak ele almaktadır. Canlı ve cansız varlıklar arenasında, bitki, hayvan, melekler ve cinler dünyâsında insan değişen, gelişen, tekâmüle eren, evrensel gerçekliğe mātûf olan bir varlıktır. Kur’ân-ı Kerîm insanın maddesi yanında rûhâniyetine, fiziksel özellikleri yanında ilâhî yönüne, bireysel hasletleri yanında evrensel kimliğine dikkat çekmekte ve insanın özellikle ahsen-i takvîm üzere yaratıldığına ama onun esfel-i sâfilîn derekesine düşeceğine dikkat çekmektedir.1
Kur’ân-ı Kerîm, mutlak ifâdelerle insanı, dâimâ zayıf ve Allâh'a muhtaç,2 topraktan yaratılmış,3 bir ümmet iken ihtilâfa düşüp dağılan,4 çok aceleci,5 isyâna meyilli ve mağrur,6 şımarık ve nankör,7 câhil ve zālim gibi sıfatlarla anmıştır.8 Rabbimiz insan için ayrıca şu değerlendirmeleri dikkatimize sunmaktadır:
“İnsan, tatminsiz bir tabiata sāhiptir.” (Meāric, 70/19)
“İnsan, haksızlığa meyyâldir.” (Azhab, 33/72)
“İnsan, akılsızlığa meyyâldir.” (Azhab, 33/72)
“İnsan, tartışmaya düşkündür.” (Kehf, 18/54)
“İnsan, çok nankördür.” (İsrâ, 17/67)
“İnsan, tez canlıdır.” (İsrâ, 17/11)
“İnsan, zulümde ısrarlıdır.” (İbrâhîm, 14/34)
“İnsan, nankörlüğünde inatçıdır.” (İbrâhîm, 14/34)
“İnsan, zayıf yaratılmıştır.” (Nisâ, 4/28)
“İnsanı en güzel bir şekilde yarattık.” (Tîn, 95/4)
Bu âyetlerden hareketle söyleyecek olursak, Kur’ân bize insanın iki yönünden bahsetmektedir. Bunlardan birincisi, insanın mükemmellik yönüdür. İnsandaki bu mükemmellik yönü, onun mânevî, ilâhî, sermedî, lâhûtî, bâtınî, sırrî ve hakîkî niteliklere sāhip olmasından kaynaklanmaktadır. İkincisi ise insanın eksik yönüdür. Bu da maddî, bedenî, fânî, nâsûtî ve hâricî niteliğinden kaynaklanmaktadır. Kur’ân insanı maddenin ötesinde rûhânî gerçeklik olarak ele almakta, fânî yönünden çok ezelî kimliğine dikkat çekmektedir.9
Allah, insanı ilâhî hikmeti gereği özel yaratmış, onu şerefli ve kerem sāhibi bir varlık kılmış, nazargâh-ı ilâhî ve tecellîgâh-ı vahy-i semâvî yapmıştır. Bu sebeple insan hem rûhânî hem de cismânî bakımdan göklerin ve yerin gözbebeği kılınmıştır. İnsanın, “ahsen-i takvîm” üzere yaratılması, maddî ve ma'nevî olarak en güzel kıvamda olması demektir. Maddî ve ma'nevî güzellik, gerek fizikî ve cismânî bakımdan, gerek ahlâk ve māneviyât itibâriyle rûhânî bakımdan, insanın güzel bir kıvâma erebilecek bir biçimde yaratılmasıdır.10 Celâl ve cemâl sıfatlarının, kahır ve lütuf tecellîlerinin, nefes-i Rahmân yansımasının adresi olan bir nüsha-yı Sübhân olarak tezāhür etmektedir.11
Göklerin ve yerin özü ve hulâsası konumundaki insan için Şeyh Gālib; “Hoşça bak zâtına kim zübde-i ālemsin sen.”12 der. Sûfîler insanı, ālem-i suğrâ olarak tavsîf etmektedir. Hz. Ali’nin (kv) de bu anlamda “Sanırsın ki sen küçük bir varlıksın; halbuki sende büyük bir ālem toplanmıştır.” dediği rivâyet olunur.13
Ālemde herşey ilâhî tecellî ile vücûda gelmektedir. İlâhî tecellîler sonsuz ve mükemmeldir. Her bir eşyâ belirli bir ismin tezāhürü olarak var olurken, ilâhî sıfatların bir bütün hâlinde tecellî ettiği yegâne varlık insandır. Her insan potansiyel olarak ilâhî isimlerin hepsini yansıtacak bir varlık aynasıyken, işlevsel olarak ilâhî isimlerin mazharı konumuna gelebilenler sâdece insân-ı kâmillerdir. İnsân-ı kâmilin en önemli özelliği evrenselliğidir. İnsan-ı kâmil kültürü, dili, ahlâkı ve māneviyâtı bakımından bireysel kimliğini evrensel boyuta taşıyabilen bir varlıktır. İnsan-ı Kâmil aranan ve özlenen bir kimliktir. Kendi şahsında tüm insanlığı kucaklamakta ve evrensel bir rûha sāhip bulunmaktadır. Belirli bir kültüre, bilinen bir coğrafyaya ve kendine özgü bireyselliğe sāhip olsa da insan-ı kâmil aynı zamanda gönlüyle bütün cihânı kucaklayabilen bir kimliğe sāhiptir. Öyle ki insan, kozmik varlığın tesbîhine ortak olmakta, eşyânın diline hâkim bulunmakta ve kozmik devrâna eşlik edebilmektedir.14
Modernite herşeyi nesnelleştirmenin girdabına düşmüş, insanın kendisini bile bir nesne hâline dönüştürmüştür. Günümüz insanı kendisiyle yüzleşmekten çok korkuyor. Kendi gerçekliğini bilmekten kaçıyor. Modern insan kendini ādetâ bir makine ve robot hâline getiriyor. Eşyânın varlığını, kâinâtın âhengini, yaratılış gerçeğini göz ardı ediyor. Tasavvufî düşünce kesrette boğulmadan vahdete ermeyi, mevcûdâtın Mutlak Varlık çerçevesinde bir bütün olarak değerlendirilmesini, eşyânın maddeye indirgenmemesi gerektiğini, eşyânın görünen yapısı kadar görünmeyen hakîkatinin de bulunduğunu dikkatimize sunmaktadır. Kâinât sâdece orada duran nesnel bir dünyâ değildir. İçinde yer aldığımız ve kendisini onunla birlikte hareket etmek sûretiyle algıladığımız bir ālem söz konusudur. Davranışlarımız birer alışkanlıktan ibâret değildir, sanatımız sâdece bir mârifet gösterisi değildir, ahlâkımız sâdece davranışlarımızın dış cephesi değildir. İnsan-ı kâmil bunların ötesinde olmanın, ermenin, farkına varmanın, eşyânın künhüne ermenin, ālemin seyrine katılmanın, içsel derinliği elde etmenin en gözde öğretisidir. Tasavvuf modern insanı kendini nesnelleştirmekten kurtaracak, kendi iç dinamiklerini harekete geçirmesini sağlayacak, biyolojik bir varlığın ötesinde evrensel bir kimliğe sāhip olmayı sağlayacak bir sistemdir.15
İnsanın metafiziksel özü bir soğana benzer. Zarları teker teker soyulsa bile onun metafiziksel özüne ulaşılamaz.16 Metafiziksel öze ulaşmanın iki ahlâkî kuralı bulunmaktadır. Bunlardan birisi iyi insan olmak, diğeri adâlettir. İyi insan ve âdil yasa modern etiğin de iki temel direğidir. Ancak modernite bunları inançtan soyutlamış, sosyal kimlikten bireysel dürtülere indirgemiştir. Modernitenin sınırsız özgürlük söylemi, insanı metafizik gerçeklikten uzaklaştırmış, insanın kendisinden öte kendisini hesâba çekecek ilâhî gücü göz ardı etmiştir.17 Modernite herşeyin ölçüsünü ve otoritesini Mutlak Varlıkla değil insanı ilâhlaştıran bir yaklaşımla ortaya koymuştur. Tasavvuf ise insanın kendini gerçekleştirmesini, kendini ilâhlaştırmasında değil kulluk dâiresi içerisinde Rabbiyle sağlıklı iletişim kurmasında görmektedir. Rabbimiz insanın benzersiz yaratıldığından bahsetmektedir. İnsanın kendini Rabbinden âzâde değil Rabbine muhtaç bir konumda görmesini Rabbimiz âyet-i kerîmede şu şekilde dile getirmektedir: “İnsan, Bizim, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet toplarız; onun parmak uçlarını bile bütün incelikleriyle yeniden düzenlemeye gücümüz yeter!”18
Özünü sanma kim insan olubdür
Kuru da’vâ ile insân olunmaz.
diye seslenen Ahmed Kuddûsî insan olmanın kolay ve sıradan bir işlem olmadığını belirtmektedir. İnsanlığın bir iddia işi değil bir kimlik dokusu olduğundan bahseden Ahmed Kuddûsî bizlere üç farklı insan tipolojisini beyân etmektedir:
Üç sınıf insan buyurmuştur nebîler serveri
Ehl-i dünyâ, ehl-i ‘ukbâ, ehl-i Mevlâdır bir
Ehl-i ‘ukbâya harâm dünyâ sakın sevme anı
Ehl-i dünyâya haram ‘ukbâ anın düzah yine
Ehl-i Mevlâya harâm iki ahân bir ey ahî
Tâlib-i sâdık isen cem’ eyleme sîm ü zeri
Kesret-i mâldır iden Kârun ‘âsr Tanrıya
‘İbret al edip tekebbür cem-i mâl idenleri.19
Yalnızca kendini düşünen, kendi için yaşayan, hayat felsefesini maddeden ibâret gören ve seküler zihniyete bürünenler şiirde ehl-i dünyâ olarak nitelendirilmektedir. Dünyâya aldanmayan, âhiret mutluluğunu elde etmek için mücâdele veren, zühd ve takvâyı şiâr edinen, cennete özlem duyan, cennet nîmetlerine lâyık olmaya çalışan kesimleri ehl-i ukbâ olarak değerlendirmektedir. Allâh'a aşkla bağlananları, düşünce, eylem ve söylemlerinde sırât-ı müstakîm çizgisinde olan, Allâh'ın rızâsını elde etmenin ideali ile yaşayan, kendisinde ne dünyâ ne de ukbâ olan, dünyevî zevklerden ve uhrevî beklentilerden kurtulan, gönlünü sâdece Hakk’a verenlere ise Kuddusî’ye göre, Allâh'ın dilediği özellikleri ve ahlâkı üzerinde taşıyan, insan-ı kâmil sıfatını kazanan ehl-i Mevlâ demektedir. Ehl-i Mevlâ sâdece Hakk’ın bildiği, Allâh'ın has kullarıdır. Gösteriş yapmazlar, içleri ile dışları birdir. Özü ve sözü bir bütündür. Maskelerle dolaşmaz, alnı açık, yüzü ak ve gönlü pak isimlerdir. İlâhî aşka kendilerini kaptırmışlar, Hakk’ın sevdâsıyla ömür sürenlerdir. Yaratılmışlara bel bağlamaz, kimseden bir beklentisi olmaz, kimseye minnet etmez, kimsenin kulu ve kölesi olmaz. Hakk’ın kulu olarak onlar eşyâya kölelikten kurtulmuş, özgür isimlerdir.
İnsanın kıymeti kendini bilmesiyle doğru orantılıdır. İnsanın yükselişi varlık kisvesinden soyutlanmasına bağlıdır. Gurur, kibir, benlik, kendini görme arzusu, süflî arzulara mâruz kalma durumu insanın fıtratını bozmaktadır. Ālemlerin zirvesi konumunda bulunan Arş-ı A'lâ’yı tekeline almak isteyen, kifâyetsiz ve muhteris bir varlık konumuna dönüşen, şaşkınlığa mâruz kalan, ilâhlık pâyesine dahi yeltenebilen insanı Rabbimiz haddini bilmeye ve kulluk çizgisinden çıkmamaya dāvet etmektedir.20 İyi yüzücüler denize daldıklarında nasıl ki üzerlerinde bulunan ağırlıkları sāhile bırakıp olanca sâdelikleriyle yol almaya çalışırsa, insan da ihtiras denilen günah yüklerinden sıyrıldıkça cennet yolculuğunu ve yükselişini gerçekleştirecektir. İnsan olmanın tadına varan, insan olmanın inceliklerini hayâta geçiren ve insanlık özünü cevhere dönüştüren Yûnus Emre insanlık kıvâmına nasıl erişilebileceğini bizlere şu şekilde beyan kılmaktadır:
Ey dost! Senin aşkın odu
Ciğerim pâre baş kılar,
Aşkından yanar yüreğim,
Yandığım bana hoş gelir.
Aşkın oduna yandığım,
Ağlamak oldu güldüğüm;
Dost! Sana zârı kıldığım
Münkirlere savaş gelir.
Bizim hâlimizden bilen,
Kimdir aşka münkir olan?
Bizim sevdiğimiz Haktır,
Bu halka göz ü kaş gelir.
Erenler bunda kalmadı,
Vardı yoluna, durmadı,
Hakkı gerçek sevenlere
Cümle ālem kardaş gelir.
Miskin Yûnus! Bil özünü,
Dosta açıp şol gözünü
Kangı burçtan bakar isen
Ol sultâna güneş gelir.21
Bu dizelerde Yûnus Emre bizlere dağılma, parçalanma, farklılaşma, kesrette kaybolma ve hedeften şaşma, basit tutkulara koyulma durumlarını çıkmaz sokak olarak nitelemekte, bizleri aslımızdaki birliğe dāvet etmektedir.
Kaynakça
Bursevî, İsmail Hakkı, Lübbü’l-Lübb ve Sırru’s-Sırr, İstanbul 1328.
el-Cîlî, Abdülkerîm, el-İnsânü’l-Kâmil, İstanbul 1300.
Çatak, Adem, Şihâbeddin Sühreverdî Hayatı Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, Doktora Tezi, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2007.
Demirli, Ekrem, Şair Sȗfȋler Mevlana, Yunusve Niyazi-i Mısrȋ Üzerine İncelemeler, Sufi Kitap, İstanbul 2015.
Gürsoy, Kenan, “Gönlümüzle Bütün Bir İnsanlığı Kucaklamaya İhtiyacımız Var”, Sûfî Gelenek ve Hayat Keşkül, İstanbul 2006, Sayı: 9, s. 53-60.
Heler, Agnes, “Modern Etiğin İki Temel Direği”, Cogito Yapı Kredi Yayınları Üç Aylık Düşünce Dergisi, çev.: M. H. D., Bahar 2006, Sayı: 46, s. 91-102.
Kızıler, Hamdi, Câhidî Ahmed Efendi ve Tasavvuf Felsefesi, Tutku Yayıncılık, Ankara 2006.
Nasr, S. Hüseyin, İslam Kozmoloji Öğretilerine Giriş, trc. Nazife Şişman, İstanbul 1985.
Tanpınar, Ahmed Hamdi, 19’uncu Asır Türk Edebiyâtı Tarihi, İstanbul 1988.
Tenik, Ali, Ahmed Kuddûsî ve Tasavvuf Düşüncesi, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2007.
Yesirgil, Nevzat (haz.), Yunus Emre, Yeditepe Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1963.
Zagajewski, Adam, “Kendini Savunma Sanatı: Witold Gombrowicz’in Fikirlerle Düellosu”, Cogito Yapı Kredi Yayınları Üç Aylık Düşünce Dergisi, Bahar 2006, Sayı: 46, s. 12-17.
Dipnotlar:
1 Hamdi Kızıler, Câhidî Ahmed Efendi ve Tasavvuf Felsefesi, Tutku Yayıncılık, Ankara 2006, s. 179.
2 Nisâ, 28.
3 En’am, 2.
4 Bakara, 213.
5 İsrâ,11.
6 Nahl,4.
7 İsrâ,67.
8 Adem Çatak, Şihâbeddin Sühreverdî Hayatı Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, Doktora Tezi, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2007, s. 161.
9 Kızıler, Câhidî Ahmed Efendi, s. 180.
10 Çatak, Şihâbeddin Sühreverdî, s. 161.
11 Abdülkerîm el-Cîlî, el-İnsânü’l-Kâmil, İstanbul 1300, c. II, s. 63.
12 Ahmed Hamdi Tanpınar, 19’uncu Asır Türk Edebiyâtı Tarihi, İstanbul 1988, s. 25
13 İsmail Hakkı Bursevî, Lübbü’l-Lübb ve Sırru’s-Sırr, İstanbul 1328, s. 13; S. Hüseyin Nasr, İslam Kozmoloji Öğretilerine Giriş, trc. Nazife Şişman, İstanbul 1985, s. 79.
14 Kenan Gürsoy, “Gönlümüzle Bütün Bir İnsanlığı Kucaklamaya İhtiyacımız Var”, Sûfî Gelenek ve Hayat Keşkül, İstanbul 2006, Sayı: 9, s. 57.
15 Gürsoy, “Gönlümüzle Bütün Bir İnsanlığı Kucaklamaya İhtiyacımız Var”, Keşkül, Sayı: 9, s. 59.
16 Adam Zagajewski, “Kendini Savunma Sanatı: Witold Gombrowicz’in Fikirlerle Düellosu”, Cogito Yapı Kredi Yayınları Üç Aylık Düşünce Dergisi, Bahar 2006, Sayı: 46, s. 13.
17 Agnes Heler, “Modern Etiğin İki Temel Direği”, Cogito Yapı Kredi Yayınları Üç Aylık Düşünce Dergisi, çev.: M. H. D., Bahar 2006, Sayı: 46, s. 92.
18 Kıyâme, 75/3-4
19 Ali Tenik, Ahmed Kuddûsî ve Tasavvuf Düşüncesi, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2007, s. 277.
20 Ekrem Demirli, Şair Sȗfȋler Mevlana, Yunusve Niyazi-i Mısrȋ Üzerine İncelemeler, Sufi Kitap, İstanbul 2015, s. 65-67.
21 Nevzat Yesirgil (haz.), Yunus Emre, Yeditepe Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1963, s. 63.
Eylül 2022, sayfa no: 12-16
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak