SUNUŞ Türk ve Amerikan Sinema Tiyatro ve Dizi oyuncusu olan Osman Soykut 1957 Ankara doğumludur. Ted Ankara Koleji ve ODTÜ Mimarlık Fakültesi mezunu olan sanatçı 1984 yılında ABD ye yerleşti ve 1998 yılında Group Repertory Theater da oyunculuğa başladı. Milton Katselas’ın yönettiği Beverly Hills Playhouse a 2000 yılında girdi ve burada beş yıl süreyle atölye eğitimi aldı. Charmed Alias The Bold And The Beautiful ve adlı dizilerde ve Art School Confidential The Hot Chick sinema filmlerinde rol aldı. Al Pacino John Malkovich ve Steve Martin ile çalıştı. Türkiye de ise izleyici onu Kurtlar Vadisi Pusu dizisinde Aron Feller karakterindeki başarılı yorumuyla tanıdı. Türkiye de 2007 yılında ekrana gelen İki Yabancı ve Osman Sınav’ın Pars Narkoterör adlı dizisinde Haydar karakteri ile beğeni topladı. Osman Soykut’un güçlü kötü adam rolündeki sahip olduğu rol sergileyişi oldukça beğenilmiştir. Osman Soykut ayrıca Adanalı dizisinde Zeus karakterini canlandırmıştır. Başarılı oyuncu şu sıralar TRT 1’de yayınlanan Diriliş Ertuğrul dizisinde rol alıyor. Soykut’la İbn-i Arabî, tasavvuf ve günlük hayata dair keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Röportaj: Hasan Hafif Rolünüze her açıdan çok yakışıyorsunuz. Dergimiz takipçilerine biraz kendinizden bahseder misiniz? Ankara doğumluyum, ODTÜ’den mimarlıktan mezun oldum. Benim ilk mesleğim mimarlık. Ve oyunculuk herhalde içimde olan bir şeymiş. Farkında olmadan bir oyunculuk varmış. Öyle derler eğer içinizde varsa oyunculuk hevesi, bir gün ortaya çıkar ve sizin hayâtınızı o yöne sürükler. Benimde öyle oldu. Ben oyunculuğa 40 yaşında başladım. Hattâ başarılı bir tasarımla ilgili bir kariyerin içindeyken hobi olarak oyunculuğa başladım. Ve yavaş yavaş beni içine çekti oyunculuk. Çünkü oyunculuk çok ilginç bir sanat. Sanatlar arasında tüm vücûdunuzu, tüm benliğinizi kullandığınız tek sanat. Meselâ bir ressamın tuvali vardır ve boyaları vardır; oyunculukta boya da sizsiniz tuval de sizsiniz. Bütün rûhunuzu, herşeyinizi kullandığınız bir sanat olduğu için özel bir yeri var. 1985 yılında Amerika’ya gittim ve orada yaşamaya başladım. Oyunculuğa orada başladım. Türkiye’yle olan bağım akrabaları ziyâret etmek, tatile gelmek gibiydi. Hayâtımı orada devâm ettiriyordum. Fakat 2006 yılında annemin rahatsızlığı dolayısıyla Türkiye’de uzunca bir vakit geçirirken Harika Uygur’la tanıştım; cast direktörüdür, o beni takip ediyormuş. Zâten çok az bir miktarda Türk oyuncusu var Amerika’da faaliyet gösteren. Onlardan birisi olduğum için takip ediliyormuşum, beni tanıyormuş. Uygur’la tanıştığımız zaman ‘ben sizi tanıyorum’ dedi ve kısa bir zamanda bana ilk rolümü teklif etti. 2006 yılında “İki Yabancı” dizisinde ‘Kerem Cem’in babasını oynar mısın?’ dedi ve ben kabul ettim. Türkiye’deki ilk rolüm olduğu için benim açımdan önemli. Oradan başlayarak çeşitli projelere imza attık. En önemlileri Osman Sınav’la Pars Narkoterör’ü yaptık, Kurtlar Vadisi’nde iki sezon geçirdim, Tatar Ramazan oldu, şimdi de buradayım. Diriliş Ertuğrul dizisi izleyicisinin büyük beğenisini kazandı. Siz oynarken neler hissediyorsunuz? Ben oynarken bu kadar büyük bir karakteri nasıl doldurabilirim kendi sanatımla veya kendi çalışmamla, bunun endişesini yaşıyorum. Çünkü Muhyiddîn-i İbn Arabî hem tarihte çok önemli bir insan hem bu dizide ortaya konan karakter olarak da çok olağanüstü bir kişi. Böyle bir karakteri oynadığınız zaman bunu bir şekilde başarmanız gerekiyor, bu büyük pabuçları doldurmanız gerekiyor. Herşeye rağmen onun cevâbı da gene mütevâzı bir şekilde kendinizi kullanmak. Araştırıyorum, Arabî’yi çalışıyorum, gerçek hayattan örnekler alıyorum, meselâ kendi takdir ettiğim insanlardan örnekler alıyorum vs. Fakat sete sahneye çıkıp da oynamaya gelince yine de bu büyük insandaki özellikleri kendinizde bulmaya çalışıp o şekilde hayâta geçirmeye çalışıyorsunuz. Canlandırdığınız İbn Arabî karakteri çok sevildi. Bunu neye bağlıyorsunuz? Bu karakteri ben kendim şahsen çok sevdim, bunun bir faydası var. Çünkü o zaman oynadığınız karakterle sıcak yakın bir bağ kurmuş oluyorsunuz ve bu ekrana yansıyor. Bence bu karakter aynı zamanda halkımızın yâni seyircinin zâten aklında veya kalbinde olan bir özleme de cevap veriyor. O özlem de hayâtın zorlukları karşısında, dünyâdaki çapraşıklıklar, yanlışlar karşısında dik durabilen, duruşunu bozmayan güçlü bir öğretmen/mürşid-i kâmil. Her durumda büyük resmi görebiliyor. Hiçbir zaman yenilmiyor. Karakterinize nasıl hazırlanıyorsunuz? Özel bir çaba sarf ediyor musunuz, diğer oynamış olduğunuz rollerden bu karakterin farkı nedir? Ben çalışırken bazı tanınmış hattâ rahmetli olan tasavvuf şeyhlerinin konuşmalarını seyredip, onlar nasıl bir duygu içerisinde, tavırları üslupları nedir, nasıl konuşurlar, bu gibi şeyleri de araştırıyorum. Meselâ Muzaffer Ozak’ın videolarını seyrediyorum nasıl anlatıyor, nasıl konuşuyor. Tabii o hayâtını vermiş bir insan tasavvufa. Benim o şekilde çalışıp da tasavvufu öğrenmek gibi bir imkânım yok, kısıtlı zamânım. Arabî’yi okuyorum, Füsusül Hikem’i tekrar tekrar okudum. Tarihçesini okuduk, bilinen ne varsa İbni Arabî ile ilgili şurada doğmuş şöyle gezmiş; bu insan seyyah meselâ. Bunlar bize ipucu veriyor yâni oyunculuk dedektiflik gibi, hep ipucu topluyorsunuz. Arabî Endülüs’te doğmuş, Kuzey Afrika’dan devâm ederek Ortadoğu’da gezmiş, Anadolu’ya geçmiş, Anadolu’da uzun süre kalmış. Yâni böyle bir insanın hayat görüşü nedir? Bir kere bu insan çok çok farklı kültürlerin içinden geçmiş, dünyâ görüşü genişlemiş bir insan. Bir tek yerde durmadığı için dünyâya veya dünyânın çeşitli bölgelerine yâni muayyen bir mahâle olan bağlılığı fazla olmayan bir insan. İşte ‘şurası benim olsun, burası benim’den ziyâde daha büyük bir şeyin, daha büyük bir bilginin peşinde olan bir insan. Hayâtını tasavvufa vermiş, kuvvetli bir şekilde tâkip ettiği bir yol var; yâni çözmek istediği, çözmeye çalıştığı bir soru var. O da ‘bu dünyâ nasıl işliyor, insanlar için doğru yol nedir ve bizi yaratanla nasıl uyum hâline girebiliriz?’ Onun peşinde olduğu soru bu. Dizide de aslında bu şekilde ilerliyor diyebilir miyiz? Şu âna kadar gerçek İbni Arabîden bahsettik. Dizideki İbni Arabî karakterinde bir katman daha var. Bu da târihçiler tarafından rivâyet edilen Osmanlı İmparatorluğunun kurulmasına önayak olması yâni buna yol açması, bunu öngörmesi, gelecekte bunun gerçekleşeceğini tahayyül etmesi ve Kayıboyu ile olan ilişkisi; bunları bir şekilde senarist seçiyor. Ortadoğu’nun o zamanlarda hemen hemen bugüne de benzeyen karışık durumunda İslâm dünyâsında genel olarak ama özellikle Anadolu’da 13.yy’da çok önemli bir şey yaşanıyor, parlak bir çağ yaşanıyor. İslâm düşüncesinin zirveye çıktığı bir Rönesans yaşanıyor ve çok üretken insanlar var. İbnül Arabî’nin hoca olarak bakıp ders aldığı aynı zamanda ders verdiği, birbirlerini bilgi alışverişiyle eğittikleri çok önemli insanlar var. Şimdi bu ortamda siyasi karışıklıklardan ve savaş durumlarından dolayı bir sıkıntı mevcut. Bu düşünce dünyâsının hayâtını sürdürmesi zorlaşıyor hattâ tehlikeye giriyor. Bunda Arabî’nin isteği bir düzen getirecek bir devlet oluşmasına karar verdikten sonra lider kim olacak, bunu kimler gerçekleştirecek? Kayılar’ı seçiyor, Ertuğrul’u seçiyor. Bir çekirdek oluyor. O zaman Arabî birebir kişisel müdahalesiyle hem de mânevî desteğiyle bu yolda çaba gösteriyor. Âdeta mânevî önder? Evet mânevî destek, mânevî önder diyebiliriz doğru. Dizide Ertuğrul Gazi İbn Arabi Hazretlerinden Nasıl Besleniyor? Tabii bunu en doğrusu Ertuğrul Gazi’ye sormak lâzım (tebessüm ediyor) ama ben şöyle söyleyeyim: Senaryoya baktığımız zaman daha doğrusu hikâyenin gidişine baktığımız zaman İbnül Arabî Ertuğrul’un dibe vurduğu noktalarda yetişiyor. Çünkü o noktalar her zaman insanların derslere en fazla açık olduğu noktalar, zorlukla karşılaşınca insan yeni fikirlere hazır olabiliyor. ZİKRİ BİREBİR YAŞADIM Dizide Zikir Sahnelerini İzledik, Memnun Olduk. Zikirle Alakalı Söylemek İstedikleriniz Neler? Ben zikri birebir yaşadım. Zikri daha önce hiç yapmamıştım fakat bu rol için hazırlık amacıyla ben de gittim dergâha ve zikre katıldım birkaç kere, hâlâ da müsait olunca gidiyorum. Diziden hâriç mi? Evet o bağı devâm ettirmek için. Ben çok olumlu etkilendim, faydalandım. Bir rahatlama söz konusu, rûhî bir yenilenme söz konusu, terapatik bir özelliği var zikir yapmanın. Çok açık ve rahat samîmî bir ortam sûfî dergâhı. Tasavvuf dergâhı zâten herkese açık bir yer. Yâni muayyen bir görünüm veya muayyen bir giyim, muayyen bir tarzı olan insanların değil herkese açık. Kulağı küpeli çok modern böyle İstanbul gençleri bile görülüyor, daha geleneksel yaşlı insanlar olabiliyor, her renkten herkese açık, böylece herhangi bir engel olmadan insanlıkla birebir bir irtibat kuruyorsunuz. Günümüz Toplumunda Mânevî Öndere İhtiyaç Var Mı? Gâyet tabii, mânevî önderler çok çok önemli. Mânevî önderlerin söylediği her kelime çok önemli. Çok büyük bir sorumluk taşıyorlar mânevî önderler günümüzde. Dünyâmız; sâdece bizim bölgemiz veya bizim dünyânın bir köşesi değil bütün dünyâ önemli zorluklar karşısında. Savaşlar sürüyor, küresel ısınmadan tut ekonomik sorunlara kadar, açlığa kadar birçok sorun devâm ediyor ve bunların çözümü ekonomik, askerî veya siyâsîden ibâret değil ve bunlar zâten şimdiye kadar hep yapılmış ve denenmiş olan şeyler. Askerî müdahale, ekonomik idâre veya siyâsî çözüm araştırması, bunların faydaları bir yere kadar olabilir. Ama bunun ötesinde bir çözüm var o da mânevî çözüm. İnsanların bir şekilde sevgiye yönelmesi ve insanların kendi içinden, kendi kalbinden doğan mânevî güçle aralarındaki sorunları çözmeleri güzel olur. Peki Toplum Mânevî Önderlerden Haberdar Mı, Dizinin Bu Anlamda Ne Kadar Etkisi Olmuştur? Ben şahsen İbni Arabî’nin öğretilerinin yayılmasını isterim. İbni Arabî çalışmak kolay değil, kolay anlaşılır bir hoca değil. Eserleri oldukça yoğun eserler. Yâni İbni Arabîyi açıklamak, anlatmak, onu daha anlaşılır şekilde yorumlamak bence faydalı olur. Çünkü öğretileri evrensel, çok güzel bir bakış açısı sunuyor ve bunun dünyâya sâdece faydası olabilir. Seyri Sülûk Hakkındaki Fikriniz Nedir? Bu konuda kısaca şunu söylemek istiyorum, şuna inanıyorum, öğretmen ve öğrenci ilişkisi kutsaldır, çok önemlidir ve bu doğru öğretilerin sonraki nesillere aktarılmasında çok önemlidir. Tasavvuf gemisinin sürmesi gerektiğine ben inanıyorum. Savaşlardan Dolayı İslâm Coğrafyasında Sanat Geri Planda Kalıyor. Oysa Geçmişte Bilim ve Sanatta Müslümanların Öncü Olduklarını Görüyoruz. Sizce Bu Coğrafyânin İnsanları Yeteneklerini Gösterebilecek Özgür Bir Ortam Yakalasalar Tekrar Zirveye Oturabilecekler Mi? Ben İslâm ülkelerinin ya da dünyâsının sanatta gerilemiş olduğunu pek kabûl etmiyorum. Belki popüler dünyâda o kadar önde durmuyor olmayabilir. Yâni sanat sanattır ve sanatı zâten durduramazsınız, sanat devâm eder ve ediyor. Her şart altında; savaş olsun barış olsun, baskı olsun özgürlük olsun sanat yaşamını sürdürür ve şu anda dünyâ sahnesinde İslâm dünyâsının sanatçıları sahnenin önünde veya ışığın tam altında durmuyor olabilirler ama sanat devâm ediyor, ben buna inanıyorum. Günümüzün Özgürlük Tanımı Mânevî Tutsaklığa Sebep Oluyor Mu, Yolcunun Yolunu Tıkıyor Mu? Sanatın değeri yapıldığı anda saptanamaz, sanatın değeri zaman geçtikçe belli olur. Böyle olunca bugün yapılan pop bir sanat, lüzumsuz bir sanat bundan üç beş sene sonra zâten değerini kaybedecek, onun önemi ya da geçerliliği zâten kendiliğinden gerçekleşecek. Böyle olunca bizim hangi sanat geçerlidir hangisi değildir polemiğine girmemize gerek yok. Ona girersek o zaman doğru sanatlar da hayat bulamayabilir. Bizim sanatçı olarak inandığımız yolda yürümemiz, doğru sanatı yapmaya devâm etmemiz ve bunu yaparak örnek göstermemiz en doğru tutum olur. Sanat İnsanları Uyarma Aracıdır Ama Aynı Zamanda Uyuşturulmalarına Da Sizce Sebebiyet Verir Mi? Çok zor bir soru, anlamlı cevap vermek zor. Yâni şöyle söylemek zorundayım, sanat kötüye de kullanılabiliyor ve sanat uyuşturucu olarak kullanılabilir mi evet kullanılabilir. Bu sanatın özelliğinden geliyor. Sanat insanın benliğinde olan bir şey yâni sanat bizim bir parçamız. İnsanların insan olduğunu farkettiği ilk günden beri yaptığı bir şey sanat. İnsanlar ilk defa avcılığa başlayıp karnını doyurduğu günde bile aynı zamanda sanata başladı. Bunu mağaralardaki o ilkel resimlerden biliyoruz. Bizim sanattan ayrılmamız kopmamız sözkonusu değil, bizim ayağımız kolumuz bacağımız gibi bir parçamız sanat. O zaman sanatın bu farklı özellikleriyle de bir şekilde yüzleşmemiz gerekiyor. Nasıl insanoğlu kendi karanlık tarafıyla yüzleşmek zorundaysa sanatımızla da aynı şekilde yüzleşmek zorundayız. Son Olarak Dergimizin Okurlarına Söylemek İstedikleriniz, Varsa Tavsiyeleriniz Nelerdir? Yenidünya Dergisi ağırlıklı olarak tasavvufî konulara yer verdiği için ben doğrudan doğruya o konuya hitap etmek isterim. Lütfen tasavvufu çalışmaya devâm edin. Bu, dünyânın çok ihtiyâcı olan bir dünyâ görüşü, günümüzde insanlığın ihtiyâcı olduğu bir dünyâ görüşü. Lütfen bunu canlı tutun ve kaybolmasına izin vermeyin. Teşekkür Ederiz Ben teşekkür ederim.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak